Kemal Kılçdaroğlu Beyefendi, Silivri’ya yaptığı kısa ziyaretin ardından seçmece basına “CHP istemese Türkiye’ye asla demokrasi gelmezdi...” gibi bir laf etmiş, tabi Başbakan’ı eleştirdikten sonra! Bu çok ilginç bir iddia. Aslında CHP’ye kalsaydı demokrasi Türkiye’ye teğet bile geçmezdi Kemal Bey! Neden mi?
Geri dönelim, 1945 yılına. Bu 1945 öyle bir yıldır ki, dünya tarihinde yeni bir dönemin başlangıcını belirler. Almanya, İtalya ve Japonya gibi faşist ülkelerin teslim bayrağını çekmesi sonucu dünyanın hem siyasal hem de ekonomik anlamdaki merkezi Avrupa’dan ABD ve Rusya’ya kaydı. Faşizm tarihe karışırken, yeni düşünce biçim ve akımlarını ABD ve Sovyetler belirleyecekti.
Türkiye coğrafi anlamda öyle bir yerdedir ki, olan bitenlerin etkisinden kurtulması mümkün değildir. Atatürk’ün ölümünden hemen önce, 1930’ların son yıllarında CHP her ne kadar tam anlamıyla faşizmi kucaklamamışsa da, yamacına bağdaş kurmuştu. Hele de Atatürk’ün ölümünden sonra Nazi’lerin “Tek Şef,Tek Parti,Tek Devlet” söylemi pek bir hoşuna gitmişti CHP’nin.
Türkiye 1929’da başlayan büyük ekonomik bunalımdan çıkabilmek için Almanya’ya dört elle sarıldı; 1939 yılına gelindiğinde Türkiye Almanya’nın en önemli ticaret ortağıydı ve bu, savaş süresince de devam etti. Ancak 1944 yılında Nazi Almanya’sının savaşı kaybedeceği belli olunca Türkiye köşeye sıkıştı. Ne var ki İnönü’nün, Alman’ların bütün ısrarlarına rağmen savaşa girmemesi, girmek için de o gün Nazi’lerin karşılamayacağı miktarda ekonomik ve askeri yardım istemesi, el altından İngiltere ve Fransa’yla ilişkilerini az çok sürdürebilmesi, Almanya’dan kaçan Yahudi’lere sınırını açması Batı’da olumlu karşılanmıştı. Kısacas ı Almanya yenilirken Türkiye eski siyasetinden çark ederek yüzünü Batı’ya çevirebildi kazasız belasız. Bu siyasi değişikliğin, yani Batı’ya rampalamanın bir olmazsa olmazı vardı: Tek partili düzen değişecek, Milli Şef yaftası yırtılacak! Çok partili bir düzen ve gizli oy açık sayım benimsenecekti. Dahası devletçilik terk edilecek, liberal ekonomiye geçilecek ve bürokrasi özel girişimcinin önünü açacaktı. Nasıl Nazi Almanyası Türkiye’nin siyasi ve ekonomik yapısını belirlemişse, Batı’yla kurulan bu yeni ilişkiler yavaş yavaş Türkiye’ye yeni bir kimlik, yeni bir benlik kazandırmaya başladı.
Türkiye 23 Şubat 1945’de Japonya ve Almanya’ya savaş ilan edince, BM’ye kurucu üye olarak girebilme hakkını kazandı. Halkevleri kuruluşunun 13. yıl dönümünde Başbakan Şükrü Saraçoğlu “...tarihin derin hatalarını birr birer düzeltmek şerefi bize nasip olmuştur,” dedi. Bunun ne anlama geldiğini o gün de bu gün de anlayan çıkmadı Türkiye’de, çünkü hataların hepsini yapan CHP’ydi; Cumhuriyet döneminde o güne değin tek iktidar CHP olmuştu. Ama mesaj gerekli yerlere ulaşmıştı ki, bu demeçten bir hafta sonra gerek ABD gerekse de İngiltere ve Fransa, İnönü’yü kutladı. Talimat yerine getirilmişti. İş adamı Nuri Demirağ 18 Temmuz 1945’de “Milli Kalkınma Partisi”ni kurmak için İç İşleri Bakanlığına baş vurdu ve baş vuru kabul edildi. Bu parti dönemin ilk muhalefet partisidir...
Yani Kılıçdaroğlu Kemal Beyim, demokrasiyi Türkiye’ye CHP değil Batı getirmişltir. Batı, “ demokrasi olmazsa bizden tek kuruş yardım alamazsın, liberal ekoomiye geçmezsen sana hiçbir şirketimiz yatırım yapmaz, BM’ye üye olamazsın” demese Milli Şef iktidarı bırakır mıydı? CHP yıllardır eskittiği o koltukları terk eder miydi? Bunun yanıtını İnönü’nün ünlü lafıyla vereyim bari: Hadi canım sen de!
(Meraklısına not: Türkiye’de çok partili politikanın açıklamalı kronolojisi 1945-1971—Feroz ve Bedia Turgay Ahmad)