Daha ortada şike soruşturması yokken bile Türk futbolunun “gerileme dönemi”nde olduğunu söylüyordum. Soruşturmanın kendisinden hiçbir kazanım elde edemedik. Hem futbol kültürü hem ahlak açısından elimize geçen bu fırsatı heba ettik. Ama soruşturmanın yarattığı şok dalgası bu “gerileme”ye vurguda bulunan yorumcuların sayısını artırdı hiç değilse.
Futbol kültürümüz dış dünyaya ve yenilenmeye yeterince açık değil. Birkaç ad istisna, teknik adamlarımız “taktik yenilik” peşinde koşmak filan şöyle dursun, tam tersine en tutucu ve demode ekollerin temsilcisi. Dönüp dolaşıp en bıktırıcı “katenaçyo”da karar kılarız.
Lig başı birkaç cesur deneme olur, sonra işe puan hesabı girer, ligin 2. devresi genellikle çekilmez bir hal alır. Yenilikçi hocaların ligimizde tutunamaması hiç de rastlantı değil. Onlara hayat hakkı tanımayan bir “yorum tutuculuğu”na da sahibiz.
Profesyonellikten dem vurur, en amatörce biçimde yönetiriz kulüpleri (Aynı teşhisi dile getiren Guti’nin kulakları çınlasın). Ya tek adam yönetiminin akıldışılığı damga vurur kulüplerin geleceğine, ya da kendiliğinden “etkili ve yetkili” hale gelen birkaç yöneticinin kişisel eğilim ve beğenileri. Profesyonellikten geçtim, ne kadar “pederşahi” yöntem varsa boca edilir futbol dünyasına. Q7 meselesinin yönetiliş biçimine de en çok bu yönden itiraz ettim. Bu itirazın bir karşılık bulduğuna inanmıyorum.
Lig başında ortaya çıkan dengeli tablo bizi yanıltmasın. Kalitede değil, vasatta buluştuğumuzun göstergesi o. Zaten bir süre sonra kopmalar başlar, alıştığımız “ayarı bozuk” tabloya döneriz. Körleştirici rekabetimiz bizi daha ileri bir noktaya taşımayacak. Herşeye karşı çıktığımı, bugünü tümden yoksaydığımı düşünmeyin: Kabul, diyorum, dönmesi gereken bir çark var. Kabul, günübirlik heyecan önemli. Kabul, futbolda dün yok. Dün yok, ama yarın var. Hiç umursamadığımız bir yarın.
O yüzden “altyapı” falan diye kafa ütülemeyeceğim. Altyapı hiçbir sistematik ve öngörü taşımayan, görkemli bir retorik malzemesi yalnızca.