Medyada günlerce “Uğur Mumcu’nun katilleri” olarak lanse edildiler, işkence gördüler, itirafa zorlandılar ve sonunda yargı önüne çıkarıldılar. Üç kişi idam cezası, diğerleri de 12 ila 18 yıl arasında değişen ağır hapis cezalarına çarptırıldılar.
Bunlar meslektaşlarımızdı.
Yani, gazeteci...
Sanıklardan Hasan Kılıç, Mehmet Ali Tekin, Abdülhamit Çelik ve Mehmet Şahin “Uğur Mumcu suikastinin failleri” olarak gözaltına alınmışlardı ama Uğur Mumcu cinayetiyle ilgileri bulunmadığı tespit edildi ve üstelik bu bilgi soruşturmayı yürüten DGM savcısı Hamza Keleş tarafından teyit edildiği halde serbest bırakılmayıp hemen oracıkta ihdas edilen “Tevhidi Selam Örgütü”ne dahil ediliverdiler.
Katil uyduramadık, örgüt verelim...
Sanıkların hangi eyleme kalkıştıkları, hangi cinayeti işledikleri, anayasal düzeni yıkmayı hedefleyen hangi silahlı teşekküle katıldıklarına dair bir bulgu da yoktu ama devletlu öyle istemişti.
İnanamayacaksınız ama bu örgütün silahı da yoktu.
Daha fenası şu:
Mahkeme neticeleninceye kadar, kamuoyu onları “Uğur Mumcu’nun katilleri” olarak bildi. Uğur Mumcu öldürüldüğünde henüz ilkokul öğrencisi bulunan Abdülhamit Çelik de “tetikçi” ve “bomba tedarikçisi” ilan edildi.
Bunu, dönemin hükümeti yaptı...
Uğur Mumcu cinayetini “ortaçağın karanlığına” (ortaçağın karanlık güçlerine) ihale eden Cumhuriyet gazetesi de, balıklama atladı bu bilgilerin üzerine ve yıllardır sürdüre geldiği “irtica” kampanyasına bir yenisini ekledi.
Gözaltına alınan kişilerin, elde delil olmadan, bizzat İçişleri Bakanı Saadettin Tantan tarafından “Uğur Mumcu’nun katilleri” ilan edilmesine, DGM Başsavcısı Cevdet Volkan bile isyan etmişti. Hatta Volkan, Umut Davası’nın “takipsizlikle” sonuçlanacağını söylüyordu ama dediğim gibi, devletlu ismi geçen gazetecileri cezalandırmayı kafasına koymuştu bir kere.
Üzerinden 11 yıl geçmiş bu “gözaltı ve yargı fecaatini” niçin hatırlattım?
Şundan:
Dün, Alper Görmüş, Güldal Mumcu’nun kitabından yola çıkarak harika bir yazı yazdı Taraf gazetesinde ve Uğur Mumcu suikastini “ortaçağın karanlığına” yıkan Cumhuriyet gazetesini silkeledi.
Güldal Mumcu’nun anlattıklarından öğreniyoruz ki, Uğur Mumcu’yu bizzat “devlet” ortadan kaldırmış.
Bu konuda epey bilgi ve anekdot var kitapta...
Detaya girmek istemiyorum. Kitabı alıp okuyun. Ama şunları hatırlatmayı da ödev biliyorum:
Bugüne kadar Abdullah Çatlı’sından Abdullah Argun Çetin’ine, Oral Çelik’inden Haluk Kırcı’sına, Hasan Kılıç’ından Mehmet Şahin’ine onlarca isim Uğur Mumcu suikastinden sorumlu tutuldu.
Yüzlerce kişi gözaltına alındı ve işkenceden geçti.
Arada “garnitür” kabilinden bir iki sol örgüt zikredildi, PKK’dan bahsedildi ama elde edilen bilgiler (!) bu cinayeti aydınlatmaya yetmedi.
Neredeyse gelenektir:
Her yıl bir iki grup, bir iki örgüt, bir iki cemaat Uğur Mumcu cinayetinden sorumlu tutulur.
Ardından geniş tutuklamalar başlar.
Bazı “ipuçları” (!) elde edilir.
Sonra, bu ipuçlarının bir komşu ülkeye (İran’a) çıkması/çıkarılması sağlanır.
Basın köpürtür, o ülkeyle savaş noktasına gelinir. Filan...
Hep böyle oldu.
Hep belli bir ülke, belli bir mahfil, beli dini gruplar suçlandı ama Türkiye’yi “kapalı darbe” ortamına (93 kapalı darbesine) sürükleyen “iyi çocuklar” soruşturmadan “özenle” muaf tutuldu.
Güldal Mumcu’nun anlattıkları, bütün kurguyu altüst ediyor.
Şimdi “özeleştiri” ve “muhasebe-i nefs” zamanı.
Bu işte Cumhuriyet gazetesi öncülük etmelidir. Bugüne kadar üzdüklerinden, yaraladıklarından, düpedüz töhmet altında bıraktıklarından özür dilemelidir...
Onu, merkez medyada yer tutan ama “vicdan”la ilişkisini kesmiş gazeteler izlemelidir.
Ve tabii Saadettin Tantan...