Geçen hafta ölen Ceyar için (J.R Ewing’ı Larry Hagman canlandırıyordu) Türk televizyon tarihinin “en kötü adamı” denir. Öyle midir? Muhtemelen daha kötülerini de gördük ama ilk karşılaşma kabilinden Ceyar’ın kötücül etkisi Türkiye toplumunun üzerinde daha fazladır.
Televizyon memlekete ilk kez 1969’da girdi. Türkiye toplumu kadar TRT de o kadar acemiydi ki bu işlerde, ilk yayını açan spiker, televizyonun adı üstünde görüntülü bir kitle iletişim aracı olduğunu unutup seyirciyi “İyi akşamlar muhterem samiin” (dinleyiciler) diye selamlamıştı.
Köyden kente göçün sürdüğü, yabancılaşmanın, yalnızlaşmanın yıkıcı etkilerinin henüz görülmediği, ahlaki değerlerin hala değerli olduğu, caddelerde hala Murat 124’lerin falan dolandığı, alışverişin mahalle bakkalıyla pazardan yapıldığı yıllardı.
Ve teknik alt yapı gibi içerik bakımından da dışarıya -Batı’ya- muhtaç olan Türkiye, “Batının ilmini fennini alalım ama ahlakını asla” dese de topluma mayayı Dallas ile çaldı. Dallas’ta kimin elinin kimin cebinde olduğu belli değildi, Yuing ailesi fiziken aynı çatı altında olsa da aile değerleri yerlerde sürünüyordu ve kardeşine bile kötülük yapmaktan çekinmeyen Ceyar hep son kazanan oluyordu.
Henüz gerçekle sanal olan arasındaki farkı gerçek anlamda ayırt edememiş Türk televizyon izleyicisi, Dallas’ı homurdanarak ama inanarak izledi. Ekranda erkek gördüğünde yüzünü kapatan kadınlar dahil olmak üzere herkesin gözü Dallas’la açıldı. Sonrası malum.
***
Televizyon tarihi boyunca hep dışarıdan içerik almış, kaç nesil çocuğunu Brezilya dizilerinin ağdalı ağır aksak havasında büyütmüş Türkiye bugün, -Brezilya da dahil, geniş bir coğrafyaya dizi ihraç ediyor. Kafkasya, Ortadoğu, Balkanlar Türk dizilerini seyrediyor, hem de büyük heyecanla.
Kültür Bakanlığı Telif Hakları Genel Müdürü Dr. Abdurrahman Çelik’in ifadesine göre 2006’da 1 saatlik bile ihracat yokken 2011’de Türkiye 10 bin 500 saat dizi ihraç etmiş. Dizi ihraç edilen ülke sayısı 76, bunun ülkeye getirisi 90 milyon dolar civarı. Ve Muhteşem Yüzyıl, şu an Ortadoğu, Balkanlar ve Türk Cumhuriyetleri’nde 150 milyona yakın izleyiciye ulaşıyor.
***
Diziler hayal edilen, yazılan, oynanan, kurgulanan filmlerdir ve izleyicide gerçekmiş duygusu uyandırmayı amaçlar. Buraya kadar neredeyse sonsuz derecede özgürdürler. Konusu tarihte geçen, gerçek tarihi kişileri ve olayları anlatan bir dizi çekiliyorsa o özgürlüğün bir sınırı var mıdır, olmalı mıdır?
Elbette. Üzerine hayali bir dünya kurmayı planladığınız kişiler ve olaylar gerçek çünkü, ve siz onun özüne zarar verecek denli uçamazsınız, uçmamalısınız. Hele de yayın yaptığınız toplum, televizyonu kapattıktan sonra tarih kitabı okumuyorsa, televizyonun zararlarına karşı kendini Dostoyevski ile falan sağaltmıyorsa, tek bilgilenme, beslenme kaynağı ne yazık ki hala televizyonsa, evet bu, yapımcıların, tv sahiplerinin sorumluluk alanına girer.
Peki tarihi bir kişiyi, bilgiyi, algıyı deformasyona uğrattığı için çok popüler ve gayet başarılı bir televizyon dizisi başbakan düzeyinde eleştirilmeli mi? Bence buna gerek yok. O toplumun entelektüelleri, akademisyenleri, sivil toplumu verebilmeli bu tepkiyi.
Ama işte sıkıntı da burada, o tepki verildi çünkü. Dizi yayına başlamadan tartışması başladı, siyasilerin diline düşmeden çok önce tarihçilerin terazisinde tartıldı, tarihi gerçekle ne kadar oynanabileceği konusunda uyarılar yapıldı, kınayanlar, öyle yapmayın diyenler oldu. Ama sonuç değişmedi. Farkındaysanız, bir konuda mesafe alabilmek için topa ille de Başbakan Erdoğan’ın girmesinin gerektiği bir gerçekliği yaşıyor Türkiye.
Velhasıl “biz” tartışalım, dizi de kaldığı yerden devam etsin. İyi bir şair ve güzel bir aşık olduğunu diziden evvel de bildiğimiz Muhteşem Süleyman biraz da sefere çıksın, da tadımız kaçmasın.