Milletimizin ikbalini ilgilendiren kararları milletçe kendi kendimize alıp bir türlü uygulayamadık. Bazı mahfillerde bir takım kararlar alındı ve millete rağmen milletten miş gibi gözüken adamlar eliyle uygulandı.
Arkasından bir mermi bile atmadan medeniyet merkezimiz İstanbul’u terk eden işgalci düşmanları şimdilerde daha iyi anlıyoruz ki, huzur içinde topunu, tüfeğini, bayrağını toparlamış çekip gitmiş.
Gözü de arkada kalmayacak şekilde...
Allah korusun, farz edelim ki, başkent İstanbul’un yedi tepesinde, Galata kulesinde, Beyazıt kulesinde, Kız kulesinde İngiliz bayrağı dalgalansaydı ticari, kültürel ve siyasi manada bu kadar etkili olabilir miydi, işgalciler... Asla olamazdı tabi.
Binlerce yıldır zincire vurulamayan ve medeniyetin muhafızı aziz millet düşman bayrağı altında asla yaşayamaz, nefes alamaz boğulurdu. Ne yapar eder eninde sonunda gölgesinde huzurla yaşayabileceği merhamet sancağını dikerdi.
Çünkü Akdeniz’i kendisine göl etmiş bu millet, darlandığı zaman nefes almaya sınırlarındaki Büyük okyanusun sahillerine dolaşmaya giderdi, doymazsa Yemen kıyılarından Hint okyanusunun enginlerine bakarak rahatlamaya çalışırdı..
Bu gerçeği asırlar boyu tecrübe etmiş kurnaz düşman, milli mücadele veren vatan evlatları arasına öyle bir fitne soktu ki hala canı çıkmıyor.
Adı adımıza, dili dilimize, sofrası soframıza, köyü köyümüze benzeyen değerlerimizi iyi bellemiş, yazılı kaynaklarımızı yalayıp yutmuş ezberlemiş bizden daha da biz gibi yetiştirilmiş, fakat onursuzlar tarafından sürekli oyalandık meşgul edildik...
1940’lardaki İkinci dünya harbinde taş taş üstünde kalmayan Almanya ile -74’deki Kıbrıs çıkartmasını bir tarafa koyarsak- nerdeyse bir asırdır savaş yapmayan ülkemizi karşılaştırınca acı durum çok daha iyi anlaşılıyor boşa geçen zaman ve kaynaklar...
Şehit kanlarıyla suladığımız, Ezanı Muhammedinin sarıp sarmaladığı gök kubbemiz altında, Anadolu’daki köyünde dede toprağını ekip biçip bereketlendireceğine, üç beş mark için Alman’ın domuz ahırında pisliği temizlemeye torpil arayan onuru kırılmış vatan çocukları bu karşılaştırmayı en iyi yapabilecek olanların ta kendileridir...
Fiili işgale karşı başlatılan Milli mücadele 4-5 sene sürdü belki ama o gün bu gün örtülü işgale karşı örtülü Milli Mücadele hala devam etmektedir.
Milli Mücadelenin örtülüsü ilk olarak o zaman herkesin içinde bulunduğu tek parti CHP’de başladı. CHP içindeki vatan evlatları, zamanla kendisini hissettiren örtülü işgale direnişin ilk kahramanlarıdır.
Daha sonra örtülü Milli Mücadele görevi Demokrat Parti’de kendisini temsil etme imkânı buldu. Millete hizmet için gayret etse de Başbakan’ını bedel olarak vermek durumunda kaldı.
Darbelerle korunmaya çalışılan örtülü işgal ülkenin kalkınmasına, birliğe, vatandaşın zenginleşmesine ve gelişmeye büyük zarar verse de her geçen gün zayıflayarak muktedirliğini kaybetti. Gelinen durum itibari ile iktidar el değiştirdi, artık Millet Muktedir oldu.
Örtülü ve baskı altında devam eden Milli Mücadele artık resmileşti, Devlet politikası haline geldi.
Şimdi eskiden olduğu gibi koskoca medeniyet coğrafyası ve mazlum insanlarının geleceğini dert edinen cihan şümul bir mefkûre haline dönüştü...
Onun için, Bilal’in memleketi Afrika’nın Habeş’inde dolaşırken, gelen bir cenaze haber üzerine yorgunluk bilmeden Arabistan’a koşuyor ve Arap canlara diyoruz ki; Krallık mırallık bi tarafa, ne olursa olsun biz sizinleyiz, biz kardeşiz, birbirimize mecburuz...
Onun için Millet Adamları bir yandan fellik fellik kıtaları dolaşırken, bir yandan da başındaki takkesiyle, Resmileşen Milli Mücadeleye çelme takmaya çalışan hainlerin peşi ihmal etmeden sürüyor...
Bir yandan kardeşliğin, bir yandan da hainlerin peşi bıkmadan, usanmadan sürülecek...