Aşırı yağışın, adam gibi futbol oynamayı engellediği elbette çok açık... Topun sürüyorsun, gitmiyor. Pas veriyorsun, suda yüzüyor. Vuruyorsun, ağırlaşan top kısa mesafede kalıyor. Koşsan kayıyorsun... Bütün bunlar elbetteki önemli mazeret. Ama rakip de aynı şartlarda oynarken; o ilk atağında golü buluyor. Burda bir terslik var.
G.Saray baskı üstüne baskı kuruyormuş gibi görünüyor ama; aslında havanda su dövüyordu. En önemli demeyeceğim; devre gelmeden ilk ve tek ciddi atağı 29. dakikada... Kırmızı kart sonrasında, Selçuk İnan’ın serbest atışıyla gelişen ve kaleciden dönen pozisyon; bilerek oluşturduğumuz tek tehlikeydi. Öbürleri dan/dun, sallapati, doldur/boşalt usulüydü. Gol beceriye değil; şansa ve kaygan zemin nedeniyle rakibin hata yapmasına bağlıydı. O da olmadı.
***
Oysa hakem; rakibi 10 kişi bıraktırmış, üstüne bize bir de penaltı kazandırmıştı. Daha ne olsun? Ama onu da yüzümüze-gözümüze bulaştırdık. 10 kişi kalan rakibe penaltı bile atamadık.
Sezonu verimsiz ve biraz da sorunlu geçiren Melo, bu şartlarda penaltı mı atardı? Adamın artık kendine hayrı yok ki, G.Saray’a olsun!
Hakemin, Umut’un pozisyonuna pe-naltı çalmaması çok normaldi. Çünkü futbolcumuz, iki rakibin arasında olmasına rağmen, hiçbir darbeye maruz kalmadı. Hakem yerse diye yere uzandı, yemedi. Sarı kart hediyesi oldu.
***
İlk yarının pür-telaş futbolu; ikinci yarının başlarında da devam etti. Ama Cluj sinip 1-0’ın üstüne yatmaya başladığında, ataklarımız açık bir sayısal üstünlüğe kavuştu. Dağınık baskımız biraz derlenip-toparlanmaya başladığında; gol geliyorum dedi. Ancak yolda trafik vardı, biraz gecikti. İkilemeye de zaman yetmedi. Selçuk İnan’ın kritik noktadaki serbest atışı, bize ilaç gibi gelebilirdi ama; baktık ki son kullanma tarihi geçmiş. Yazık oldu!
Artık tarih yazamıyoruz, kalemimiz kırıldı.