Türkiye’de muhalefet olmadığı gerçeği sık sık dillendirilir ve kabahatin çoğu CHP’ye yüklenir.
Bunda doğruluk payı var kuşkusuz...
Tarihsel bir imtiyazdan gelen ve kendisini “kurucu irade” yerine koyan, buradan da bir “dokunulmazlık” elde etmeye çalışan (ve elbette “devlet iktidarı” denilen görünmez erk üzerindeki “sahiplik” iddiasından vazgeçmemiş) CHP, muhalefet yapamıyor...
Bunu (mahut imtiyaza yaslandığı için) “yapmıyor” diye tercüme etmek de mümkün. Yapmak istemiyor çünkü...
Burada eksikliğini hissettiğimiz şey “beceri” değil... CHP, çünkü, kendisini beceriyle sınayacağımız alanlara hiç girmiyor.
Muhalefet enerjisini, “öteki”nin gayrı meşru olduğu fikriyatını kanıtlamaya (ortaya koymaya) hasretmiş durumda... “Öteki” ne kadar “sistem dışı”, “rejim dışı” ve “mücrim” sayılırsa, CHP o kadar haklı çıkacak... Böyle bir muhalefet anlayışı...
Kabahati bütünüyle CHP’ye yüklememek gerekiyor tabii...
Bilinen tüm muhalefet odaklarında (ve elbette muhalefet dilinde) bir problem var.
Bugün, “Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığı” temelinde kendisini üretmeye ve meşrulaştırmaya çalışan bir muhalefet anlayışı var...
Sürekli bir kişinin kabalığına ve nobranlığına vurgu yapılıyor.
Sürekli bir kişinin “cezalandırılması” isteniyor.
İsteniyor ki, o bir kişinin burnu sürtsün, karizması çizilsin ve ülkesini temsil ettiği tüm platformlardan yenilmiş, ezik ve meşruiyetini yitirmiş olarak ayrılsın.
Burada “patolojik bir hal” aramak lazım...
Kürt meselesi, Kıbrıs sorunu, AB’yle ilişkiler, Suriye politikası, demokratikleşme, ekonomi yönetimi, “çözüm süreci” konularında muhalefet hangi iyileştirmeleri öneriyor ve hangi politikalarda kusur buluyor? “Recep Tayyip Erdoğan kötüdür, dolayısıyla onun burnunu sürtmek lazım, haydi çiçek çocuklar Taksim’e, makarnacıları cezalandırmaya” diye slogan atmak dışında, dişe dokunur ne söyleniyor?
CHP ne söylüyor?
Diğerleri ne söylüyor?
Burun sürtmek ve buradan bir “muhalefet dili” çıkarmaya uğraşmak, anlaşılır bir durum mudur?
Sağlıklı bir durum mudur?
Normal ülkelerde politikalar eleştirilir... Bizde “kişi” ve “tutum” eleştiriliyor.
Bir “tutum”la özdeşleştirilen Erdoğan’ın da devre dışı bırakılması, gerekiyorsa (demokrasi sadece “sandık” olmadığı için) “yok edilmesi” isteniyor.
Hasan Cemal gibiler de bu “hastalıklı” duruma “Gezi ruhu” diyor.
HAMİŞ:
Cüneyt Ülsever, sen benim entelektüel derinliğimi ölçeceğine, önce entelektüel sözcüğünü doğru yaz... Sonra da, “böğürmek, şirretleşmek, cıvıklık, yağdanlık, rezillik, yandaşlık, yalakalık” ifadelerinden dolayı insanlardan özür dile.
Hayır, hakaret ettiklerinden değil...
Sende “nezahet” ve “edep” vehmeden okurlarından özür dile...
Seni matah bir şey sanıyorlar çünkü... “Türkiye Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülkedir” sözünü bilmiyorlar... Henüz “liberal” (!) yüzünle tanışmadılar... Niçin Amerika’lardan kalkıp buralara geldiğinden, kime “prens” olmak için çabaladığından da haberdar değiller...
Bir de, TMSF’nin el koyduğu hangi televizyon kanalında yüklü telif karşılığında program yaptığını ve bunu niçin okurlarından gizlediğini...
Erdoğan’a yakın olmak için hangi kapıları çaldığını...
Kimden aracılık etmesini istediğini...
Hangi genel yayın yönetmeninin tavassutunu rica ettiğini...
Bunları açıkla, sonra çık konuş...
Koltuğunu Akif Beki’ye kaptırdığın için öfkelisin... “Liberal” kontenjanından Hürriyet gazetesine konuşlandırılmıştın ama liberalliğinin gereğini yapmadın.
Koltuğuna sahip çıkaydın da, kapı dışarı edilmeyeydin.
Bizim de başımıza ekşimeyeydin.