Adalet soslu “Ulu-Sol”

YUNUS ŞAHBAZ / Kırıkkale Üni. Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
9.09.2017

Yapılmak istenenin yeni bir tasavvur, tahayyül ortaya koymak mı yoksa sağ-sol ayırt etmeksizin, AK Parti karşıtlığı dışında herhangi bir ortak nokta aramaksızın bir popülist hareket inşa etmek mi olduğu tartışmalıdır. Mevcut tablodan ortaya çıkan görüntü, adalet soslu yeni ve geniş çaplı bir memnuniyetsizler hareketi yaratmak çabasıdır.


Adalet soslu “Ulu-Sol”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir konuşmasında söylediği “Bu sol zihniyet, bu komünistler hiçbir zaman vatansever değildir” sözlerine bazı sol çevrelerden tepkiler geldi ve solcuların/komünistlerin vatansever olup olmadıkları üzerine bir tartışma başladı. Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Kemal Okuyan, Türkiye Komünist Hareketi (TKH) ve Özgürlük ve Dayanışma Partisi gibi farklı fraksiyonlardan Erdoğan’a yanıt niteliğinde ve Sol’un/Komünistlerin ne kadar vatansever olduklarını ispatla-yan açıklamalar geldi. Son dönemde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile kurulan dirsek temasını ve solda bitmek tükenmez bir tartışma olan geleneksel sol-ulusal sol ayrışmasını bir arada düşündüğümüzde, esasında bir konuşma sırasında -muhtemelen spontane gelişen- sözlere cevap verilme isteğini daha iyi anlayabiliriz. Üstelik de, işin ilgin tarafı, ulusal sol-geleneksel sol ayrışma-sında geleneksek sol kanadın müzmin temsilcisi TKP ve ondan ayrılan TKH gibi oluşumların bir açıklama yapması tartışmayı farklı bir boyuta taşımaktadır.

Komünistlerin vatanseverliği tartışması Türkiye Solu’na has ve yeni bir tartışma değildir. Komünist Manifesto’daki meşhur “İşçilerin vatanı yoktur” ifadesinden günümüze kadar tartışmalı ve canlı bir meseledir bu. Her ne kadar Marx ve Engels daha sonraki yıllarda Manifesto’daki mottolarını revize etmeyi gerektirecek yorumlarda bulunmuşlarsa da milliyetçilik, vatanseverlik gibi konularda dört başı mamur bir görüş, kanaat ortaya koymamışlardır. Bu da haliyle, daha sonraki Sol tartışmalarında bakış açısına göre değişebilen hatta birbirine tamamen zıt olabilen yorumlara kapı aralamıştır. Lenin’in self-determinasyon savunusu, Luxemburg’un tavizsiz enternasyonal çizgisi ve 1960’larda başlayan, ‘80’lerden günümüze kadar sol tartışmaları domine eden etnisite, kimlik konuları ve bunların sınıf mücadelesiyle, sol kabullerle uyumlulaştırılma girişimleri bu yorum farklılıklarının başlıcaları olarak değerlendirilebilir.

Sol ve vatanseverlik

Meselenin Türkiye Solu cephesi ise daha da çetrefillidir. Sol’un en dinamik yılları kabul edilen 1960’ların sol dünyası büyük oranda milliyetçilikle içiçedir. Hatta dönemin, ve Türkiye Solu’nun, en etkili dergilerinden olan Yön’ün çıkış sloganı ‘Milliyetçilik Bayrağını Sosyalistler Taşır’dır. Yön’ün ve dergiyle müsemma olan Doğan Avcıoğlu’nun sosyalizm-milliyetçilik dikotomisinde, tabi şayet böyle mutlak bir dikotomiden bahsedilebilirsek, sosyalizme mi milliyetçiliğe mi daha yakın olduğu tartışmalıdır. Dönemin bir diğer sol tarz-ı siyasetinden biri olan Milli Demokratik Devrim (MDD) ve Mihri Belli’nin tezlerinin de Yön’den aşağı kalır bir yanı yoktur. Zira MDD tezlerine göre, Türkiye’de ordunun, aydınların, bürokrasinin desteği sağlanmadan sosyalist bir inşa mümkün değildir. Bu tez de haliyle MDD’yi Kemalist kadrolarla, devletle işbirliği arama yollarına götürecektir. Ordu öncülüğündeki devrimsel bir dönüşümün yine Doğan Avcıoğlu tarafından çıkarılan Devrim Dergisi tarafından da hararetle savunulduğunu belirtmekte fayda var.

Genelde Marksizm’in milliyetçiliği eklemlemekle yaşadığı problemin kaynağı ile Türkiye Solu’ndaki milliyetçi sosun sebebi aynı değildir. En genel anlamda Marksizm tarihi ve toplumu okuma biçimiyle belirli konfigürasyonlara dayanır ve bu konfigürasyona göre de bir gelecek tahayyülüne sahiptir. Tarihi ve toplumu okuma/anlamlandırma biçimi ise mutlak bir ezen-ezilen karşıtlığını baz alır ve tarihin yürütücü dinamiği bu ezen-ezilen arasındaki mücadeledir. Bu mücadelenin kapitalizm çağındaki formu ise işçi sınıfı/proletarya ile sermaye/burjuvazi arasındaki ilişkidir. Diğer tüm din, kültür, devlet gibi olay ve olgular, yani üstyapı meseleleri, temelde bu çelişki üzerinden şekillenir. Dolayısıyla da, bu tablonun içerisine lokal/yerli karakteri baskın milliyetçiliği eklemlemek hayli problemlidir.

Ulusal-enternasyonal

Ancak Türkiye Solu’nda meselenin mahiyeti biraz daha farklıdır. Her şeyden önce Sol Türkiye’de devletten, Kemalizm’den kendisini azade kılamadığı gibi milliyetçilik savunusunda da bir dönem bayraktarlık yapmıştır. Bu da Sol’un üzerine uzun süre atamayacağı iki temel ittifakın tesis edilmesi sonucunu doğurmuştur; Kemalizm ve Ordu (dolayısıyla da sürekli darbecilik ithamı). Ancak ‘70’lerden sonradır ki, Sol’da Kemalizm’e eleştirel yaklaşımlar başlamış ve Ordu bir müttefik olarak görülmekten çıkmıştır. Dönem dönem kısmî işbirliği girişimleri olsa da bu eleştirellik ve mesafenin son yıllara kadar devam ettiği söylenebilir.

Son dönemlerde Sol’da güncel politik saiklerin ve Recep Tayyip Erdoğan/AK Parti karşıtlığının sonucu olarak tekrar Kemalizm’le ortak noktalar arayışları ortaya çıkmıştır. Bu konuda son olarak Tanıl Bora’nın “Kemalizm ve ‘Eleştirinin Eleştirisi’” yazısı yakınlaşmanın sebeplerini ve meşruiyetini açıklamaktadır. Yine CHP önderliğinde gerçekleşen Adalet Yürüyüşü’nün toplumda karşılık bulduğu düşüncesiyle teorik anlamdaki yakınlaşmanın CHP üzerinden pratik boyuta taşındığı görülmektedir. En sonunda da, 26-30 Ağustos tarihlerinde Çanakkale’de düzenlenen Adalet Kurultayı’na Sol’dan birçok isim katılmış ve bir anlamda yeni bir cephe tamamlanmış gözükmektedir.

CHP’yle kurulmaya çalışılan ittifakın ve Kemalizm’in olumlu taraflarını ‘tefrik etme’ girişimlerinin ulusal sol-geleneksel sol ayrışması bağlamında bir değerlendirilmesi yapılabilir. Yukarda, Erdoğan’ın açıklamalarına tepki veren fraksiyonların solun daha çok ‘geleneksel’ kanadını temsil ettiğini belirtmiştim. Aynı geleneksel çevre, Kürt sorunu konusundaki tutumuyla ve genel anlamda CHP’yle münasebetlerde diğer sol hareketlerden ayrışmakta. Ancak en geleneksel addedilen kanattan dâhi yükselen ‘ulusallığını ispat’ çabalarının geleneksel sol-ulusal sol ayrımını da artık anlamsızlaştırmaya başladığı söylenebilir. Aktüel kaygılar ve karşıtlıklar solun tüm kanatlarını bir arayış içine itmiş görünüyor. Artık sol içindeki geleneksel ayrımlardan ziyade, Korkut Boratav’ın değerlendirmesiyle, “muhalefet platformundaki oluşan her hareketin bereket” olarak addedileceği bir sürece şahit olmaktayız.

Ayrı gayrıları bir kenara koyma ve tüm muhalefet kanadını bir çatı altında toplama girişimlerinin de şimdiden çatırdamaya başladığını söylemek mümkün. Adalet Kurultayı’na Abdülatif Şener, Hüsamettin Cindoruk, Hikmet Sami Türk, Ertuğrul Yalçınbayır gibi isimlerin çağrılması ve içki içilmesi tartışması üzerine CHP’nin mahcup tavrı bazı tartışmaları da beraberinde getirmiş görünüyor. Dolayısıyla da yapılmak istenenin yeni bir tasavvur, tahayyül ortaya koymak mı yoksa sağ-sol ayırt etmeksizin, AK Parti karşıtlığı dışında herhangi bir ortak nokta aramaksızın bir popülist hareket inşa etmek mi olduğu tartışmalıdır. Mevcut tablodan ortaya çıkan görüntü, adalet soslu yeni ve geniş çaplı bir memnuniyetsizler hareketi yaratmak çabasıdır.

Açılım çabaları ve savrulma

Bu noktayı bağlarken, geçen haftalarda vefat eden Bülent Uluer’in 2015 yılında Al Jazeera Türk’e verdiği bir röportajdaki sözlerine başvurmak istiyorum. (http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/sol-iktidardan-once-iyi-bir-muhalefet-olmali) Bülent Uluer’in vefatından sonra onu hayırla yâd ederek kalem alınmış birçok yazı okudum. Zaten özellikle solda artık teamül hâlini almış bir durum oluştu; ‘şanlı yılların’ sol hareketlerine ucundan bucağından dokunmuş ve belirli bir yaşa gelip de ölen insanlar hakkında onun ‘çınarlığından’, liderliğinden, önderliğinden dem vuran yazılar yazmak. Uluer’in arkasından da benzeri yazılar yazıldı ancak ona haksızlık da etmemek lazım; diğer nice ‘çınarla’ karşılaştırıldığında Uluer’in konumunun daha farklı olduğu hakkında yazılanlardan ve kendi söylediklerinden anlaşılıyor. Uluer, 2015 yılında verdiği röportajda, sanki bugünleri öngörerek, CHP’nin birtakım genişleme, açılma vaatlerinin esasında sağa açılma anlamında geldiğini söylüyor. Uluer’e göre, Sol, sadece AK Parti (o, AKP diyor) karşıtlığı üzerinden CHP ile beraber olmamalıdır. Bu CHP ile çatışılacağı, düşman olunacağı anlamına gelmez ancak CHP ile beraber olunamayacağı anlamına gelir. Bunun yerine Sol kendi rüştünü ispat etmeli, ayrı kimliğini ortaya koymalıdır. Kuşkusuz ki, bu durum Sol’a ilk etapta bir iktidar getirmez ama Sol’u iyi bir muhalefet yapar. Zaten Uluer’e göre Sol’un iktidardan önce, iyi bir muhalefet olması, yani topluma kendini ispat edecek bir tasavvur, bir tahayyül sunması ve mutlaka da ulusal sol- geleneksel sol ayrışmasının kesin bir şekilde yapılması gerekir.

Uluer bu sözleri söylediğinde, şu anda CHP’yle ortak hareket eden Sol kesimin hemen hepsi HDP etrafında kenetlenmiş durumdaydı. CHP o zaman da aynı CHP’ydi ancak HDP daha etkili ve sonuç alıcı bir muhalif kanadı temsil ediyordu ve Sol da HDP etrafında siyasal mücadeleyi tercih etmişti. Şu an için HDP balonu sönmüş görünüyor ve CHP ile Kemal Kılıçdaroğlu’nu yeni keşfetmişçesine bir hava yaratılmaya çalışılıyor. Ancak Uluer’in haklılığı tam da bu noktada ortaya çıkıyor, keşke sol iktidar hesapları ve ittifakları dışında siyasal ve toplumsal bir gündem ortaya koyabilse ve toplumun önüne açık bir projeyle, tahayyülle çıkabilse. Ancak mevcut ‘reel’ politik angajmanın belirleyiciliği devam ettiği sürece Sol’da ittifak arayışlarının da devam edeceği ve kendi içindeki en müzmin tartışmalardan olan ulusal sol-geleneksel sol ayrışmasının bile bir anlam ifade etmemeye başlayacağı bir savrulmanın yaşandığı görülüyor.

Mevcut ‘reel’ politik angajmanın belirleyiciliği devam ettiği sürece “Sol’da ittifak” arayışlarının da devam edeceği ve kendi içindeki en müzmin tartışmalardan olan “ulusal sol-geleneksel sol” ayrışmasının bile bir anlam ifade etmemeye başlayacağı bir savrulmanın yaşandığı görülüyor.

[email protected]