Bergson ve sezgici felsefe

MURAT GÜZEL / Açık Görüş Kitaplığı
15.04.2017

Bergson felsefesinin kimi zaman “süreç felsefesi” olarak adlandırıldığını da görürüz, kendine özgü bir “yaşam felsefesi” doğurduğunu da. Nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, başlangıçta dinamik ve düalist bir felsefe anlayışından yana olan Bergson’un nihayet itibariyle sezgici bir felsefe anlayışına demirlediği söylenebilir.


Bergson ve sezgici felsefe

Cumhuriyetin kuruluşuna tekabül eden yıllarda Türkiye’de en etkili fikri akım Ziya Gökalp’te billurlaşan Durkheimcı sosyoloji ve elbette pozitivist felsefelerdi. Gerçi Türk sosyolojisinin gelişiminde Gökalp’in sentezinin tuttuğu yer, sonraki yorumlarla aşındırılmaya çalışılsa da hep önemini korudu. Gökalpçi-Durkheimcı yaklaşımlara ilk ve en önemli karşı çıkışın kendisine mesnet olarak Henri Bergson ve onun hadsi (sezgisel) felsefesini aldığını söyleyebiliriz. Bergson sezgiyi (entüisyon) özel bir anlamda gerçeği dolaysızca kavrama yetisi olarak algıların ve zihnin bir tür birleşiminden müteşekkil sayar.

Cumhuriyet devri felsefe çalışmalarında yeri ve önemi hâlâ yeterince ele alınmamış, belki bugün bile sadece Bergsonculuğun Türkiye’deki acentesi olmaktan öte bir kıymet atfedilmeyen bir mütercim olarak değerlendirilen, hâlbuki Türkiye’deki fikri çeşitlenmenin öncüsü sayabileceğimiz bir isim Mustafa Şekip Tunç. Onun Bergson’dan yaptığı tercümeler hem Durkheimcı sosyolojinin Cumhuriyet devri Türk düşüncesinin ilk dönemindeki derin gölgesini hem de pozitivist felsefi anlayışların derinleşerek kalıcılaşmasını engelledi.

Temel yaklaşım

Mustafa Şekip Tunç’un çevirisiyle Dergah Yayınları’nın yeniden okura sunduğu Yaratıcı Tekamül Bergson’un en önemli eseri belki de. Evrim sürecini merkeze aldığı “hayat hamlesi” (elan vital) kavramıyla açıklayan eserin Bergson’un temel felsefi yaklaşımının önemli bir yapıtaşı olduğuna hiç kuşku yok.

Kitap, Fransa’da ilkin 1907’de yayınlanmış ve ardından gerek felsefede gerekse edebiyatta önemli etkilere yol açmış. Bergson’un zaman kavrayışının ünlü Fransız romancı Marcel Proust üzerindeki etkisi bunun en önemli kanıtı. 20. yüzyılın özellikle ilk yarısında etkisi çok daha derin hissedilen bir filozof Bergson. 1927 yılında “zengin ve hayat verici fikirleri ve bu fikirlerin sunulmasında kullandığı parlak yeteneği sebebiyle” Nobel Edebiyat Ödülüne layık görülmüş bir filozof.

Onun felsefesinin kimi zaman “süreç felsefesi” olarak adlandırıldığını da görürüz, kendine özgü bir “yaşam felsefesi” doğurduğunu da. Nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, başlangıçta dinamik ve düalist bir felsefe anlayışından yana olan Bergson’un nihayet itibariyle sezgici (hadsi-entüisyonist) bir felsefe anlayışına demirlediği söylenebilir. Bu anlayış çerçevesinde Bergson hem pozitivizmin ya da oldukça dar bir çerçeve içinde kalan bilimsel yorumların iddialarına şiddetle karşı çıkar, hem de insani ve dini değerlerin önemini vurgular.

Bilgiye erişimde sadece “bilim”i asıl kaynak olarak değerlendiren anlayışları reddeden Bergson, salt bilimle hayatın zengin özüne erişemeyeceğimizi de öne sürdü. Bir anlamda Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet Hamdi Tanpınar, Necip Fazıl Kısakürek gibi muhafazakâr Türk düşüncesinin önemsediği ünlü edipler üzerinde de kalıcı tesirleri olan Bergson, gerek Türk düşüncesi gerekse Batı felsefesi açısından hâlâ önemini koruyan bir isim.

Kant sonrasında metafiziğe ne oldu?

Kant ile başlayan süreçte bir zamanlar felsefenin gözbebeği ve kraliçesi olarak görülen metafizik nasıl ele alınmıştır? Felsefelerinde metafiziği eleştiren filozoflar, onu tamamen ret mi etmişlerdir, yoksa mahiyeti, kapsamı ve amacına bazı müdahalelerde bulunarak ona yeni bir rol mü biçmişlerdir? Eğer yeni bir rol biçmeden söz edilecekse metafiziğin felsefenin diğer alanları ile ilişkisi nasıl sağlanmıştır? Bu açıdan metafizik düşünce özelinde filozoflar arasında sürekliliği sağlayan veya farklılığa yol açan hususlar nelerdir? Kitap, Mayıs 2009-Haziran 2011 tarihleri arasında, bu sorular çerçevesinde on bir filozofun görüşlerinin tartışıldığı çalışmaları bir araya getiriyor.

Kant Sonrası Metafizik Üzerine Konuşmalar, haz. Erdal Yılmaz, Küre, 2017

Rönesansın manifestosu olarak bilinen söylev

Giovanni Pico Della Mirandola’nın isminin hümanist bir bilgin olarak öne çıkışı Florensa’da olur. Burada Pico ilk felsefi eserleri olan Hephaplus, De ente eturo’yu kaleme alır. Bu eserlerde Pico, Aristoteles ve Platoncu düşüncelerin görüş birliği ispatının arayışı içine girer. Paris’in Sorbonne Koleji’nde kaldığı esnada düzenlenen tartışmalara katılır ve kendi teorilerini bu gibi tartışmalarda halka kazandırma kararını alır. Ancak ileri sürdüğü fikirler sebebiyle de Fransa’dan kovulur. Din, felsefe, doğa felsefesi, büyü vb. konularda 900 tezi olan Pico’nun en önemli eseri, Rönesans’ın da manifestosu olarak bilinen söylevidir.

İnsanın Değeri Üzerine Söylev çev. D. Boz-Celal A. Nas, Herdem, 2017