Cumhurbaşkanlığı sistemi reformunun politiği

Doç. Dr. Mehmet Zahid Sobacı
18.02.2017

Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişle birlikte, güç kaybı yaşayacak olanlar vesayetçi zihniyetin politik ve bürokratik uzantılarıdır. Devlet-millet ve seçilmiş-atanmış ikilemleri bağlamında, yeni güç dengesini demokrasinin gereği olarak millet ve seçilmişlerden yana kuran Cumhurbaşkanlığı sisteminde kazanan milletin iradesi ve sivil siyaset olacaktır.


Cumhurbaşkanlığı sistemi reformunun politiği

Türkiye uzun zamandan beri siyasi gündemini meşgul eden sistem değişikliği sürecinde son düzlüğe girdi. Referandum tarihi YSK tarafından 16 Nisan olarak belirlendi. Siyasal partiler artık resmi olarak referandum kampanyalarını başlatmaya hazırlanıyor. Bu aşamada, sistem reformunun politiğine odaklanmak, sistem değişikliği talebinin dinamiklerini anlamak ve bu süreçte aktörlerin benimsediği tutumları analiz edebilmek açısından önemli fırsatlar sunacaktır. Reform yeniden şekil verme, aksaklık ve hataları ortadan kaldırma ve iyileştirme gibi anlamlara gelmektedir. Aslında reform, daima statükonun/hâlihazırda işleyen sistemin daha iyi bir alternatifi vardır şeklinde ifade edilebilecek temel bir varsayıma dayanmaktadır. Bu anlamda reform olgusu, doğası gereği geleceğe yönelik bir iyimserliği içerisinde barındırmakta, hatta daha iyi için mücadele etme gibi bir ahlaki çağrıyı dillendirmektedir. Ancak, reformu sadece hataların tespit edilmesi ve çözüm yollarının bulunarak yönetsel birtakım sorunların ortadan kaldırılması olarak yorumlamak, reformu teknik bir sürece indirgemek ve yönetsel mükemmellik reçetesi olarak görmek anlamına gelir. Halbuki, her reform girişiminin bir politik boyutu vardır ve reformun bu yönünü ıskalayan bakış açıları değişim taleplerinin dinamiklerini anlamaktan uzaktır.

Güç yitirme korkusu

Reformun politik boyutunu ön plana çıkaran analizler güç ilişkilerine vurgu yaparlar. Buna göre, reform bir sistemdeki veya kurumdaki güç ilişkilerinin yeniden kurgulanmasıdır. Reform doğasında barındırdığı yenilik ve dönüşüm nedeniyle sistemdeki aktörler arasında yeni bir güç dengesi kurmayı hedeflemektedir.  Reform gerçekleştirilebilirse, mevcut kurallar ve yapılar aracılığıyla avantajlı durumda olan bazı aktörler ve toplumsal kesimler bu konumlarını kaybetmektedirler. Deyim yerindeyse, reform kağıtları yeniden karmakta ve devletin sağladığı fayda, kaynak ve hakların yeniden dağıtılması ile sonuçlanmaktadır. Dolayısıyla, reform talepleri sistemdeki hâkim ilişkilerle ilgili bir huzursuzluk ve hoşnutsuzluk olduğunda ortaya çıkmaktadır.

Mevcut yapıda gücü elinde tutanların, yetkilerinden ve avantajlarından gönüllü bir şekilde feragat etmesi söz konusu olmayacağı için, reform her daim bir dirençle karşılaşmaktadır. Reform dirençle birlikte var olmakta ve o direnci kırabildiği ölçüde başarılı olmaktadır. Reforma karşı direnç daha çok erteleme çabası olarak kendini göstermektedir. Ertele(t)me, reform tasarılarının hayata geçirilmesine doğrudan muhalefet kadar etkili bir direnç metodu olabilmektedir. Reform karşıtları, reform hareketi tamamıyla rafa kalkana kadar, deyim yerindeyse bir sebepler ordusunu seferber etmektedir. Bu süreçte reform karşıtlarından belki de en fazla duyulan söylem, söz konusu reform girişiminin kamuoyunda yeterince tartışılmadığıdır.

Anlaşılıyor ki, neredeyse 1970’lerden itibaren Türkiye’de dile getirilen sistem değişikliği talepleri, aslında mevcut yapıdaki güç ilişkilerinde bir hoşnutsuzluğa işaret etmektedir. Yakın zamanda milletin önüne gelecek olan Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş teklifi, sistemdeki aktörler arasındaki mevcut güç dengesinde değişimi beraberinde getirecek ve bazı aktörlerin ve toplumsal kesimlerin ayrıcalıklarını yitirmesine yol açacaktır. Bu bağlamda, Cumhurbaşkanlığı sisteminin hangi aktörler arasında nasıl bir güç dengesi kurmak istediğinin analiz edilmesi, değişimin getireceği maliyetlerin (gücünü ve ayrıcalığını kaybetmek) kimler tarafından üstlenileceğinin görülmesi ve referandum sürecinde değişikliğe ilişkin farklı tutumların anlaşılabilmesi açışından önem arz etmektedir.   

Cumhurbaşkanlığı sistemi, kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı olarak yasama ve yürütmeyi birbirinden ayıran, doğrudan halk tarafından seçilen ve güçlü bir siyasi meşruiyete sahip bir kişinin yürütme gücünü kullanmasına imkân veren bir sistemdir. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişle arzulanan en temel iki amaç, siyasetin merkezinin demokratikleşmesi ve zayıf koalisyon hükümetlerinden kurtularak, yönetimde istikrarın sağlanmasıdır. Bu bağlamda, Cumhurbaşkanlığı sistemi bir yandan Türkiye’de devlet ve millet arasındaki ilişkinin diğer yandan milletin temsilcileri ve bürokratik elitler arasındaki ilişkinin yeni bir dengeye kavuşturulmasını hedeflemektedir.

Doğrudan halk tarafından seçilen ve geniş toplumsal kesimler tarafından desteklenen bir Cumhurbaşkanı, devlet ve millet arasındaki ilişkinin yeniden kurgulanmasına hizmet etmektedir. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişle, egemenliğe dair üç temel erkten birinin daha kim tarafından kullanılacağını halk doğrudan kendisi belirleyecektir. Böylece, halk iradesini, tercihini ve şikâyetini en iyi şekilde yönetime aktarmanın bir kanalını daha elde etmektedir. Bu, devlet ve millet arasında iki yönlü bir ilişkinin ortaya çıkmasına, halkın rızasının gözetilmesine ve yöneten-yönetilen arasında yeni bir güç dengesinin kurulmasına aracılık edecektir.

Bürokratik vesayetin sonu

Cumhurbaşkanlığı sistemi seçilmişler ve bürokratik elitler arasındaki ilişkide de yeni bir dengeyi gündeme getirmektedir. Yeni sistemin söz konusu ilişkide kuracağı güç dengesi iki temel sacayağına dayanmaktadır: Bürokratik vesayetin sonlandırılması ve bürokratın kendisini hancı seçilmişi yolcu görme şeklindeki yerleşik anlayışın kırılması.

Türkiye’de Menderes, Özal ve Erdoğan dönemleri gibi istisnai dönemler hariç, parlamenter sistemde oluşturulan zayıf koalisyon hükümetleri bir iktidar boşluğuna yol açmış ve bu boşluk vesayetçi zihniyetin unsurları olarak sivil, askeri ve yargı kanadıyla bürokratik elitler tarafından doldurulmuştur. Dolayısıyla, Türkiye’de parlamenter sistem uzunca süreler milletin iradesinin tecelli ettiği siyasal bir platform olarak değil, vesayetçi zihniyetin tercihlerini yaşama geçiren bir mekanizma olarak işlemiştir.Cumhurbaşkanlığı sistemi, Türkiye’de zayıf koalisyon hükümetlerini ortadan kaldırarak, beş yıl için kesintisiz bir şekilde iktidarda kalacak güçlü bir yürütmeyi beraberinde getirecektir. Türkiye’de siyasetin merkezinin böylesi güçlü bir aktör tarafından doldurulması, gücünü halktan almayan siyaset dışı aktörlerin siyasete müdahalesini ortadan kaldırarak, seçilmişler ve bürokratik elitler arasında yeni bir güç dengesini tesis edecektir. Aynı zamanda, bu yeni güç dengesi, bürokratın siyasetçiyi kısa zamanlar için işbaşına gelmiş, iktidara tesadüfen değen ama muktedir olamayan gelip geçici aktörler olarak görme anlayışı üzerinden bir üstünlük ve güç devşirmesine imkân vermeyecektir.

Bu bağlamda, Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişle birlikte, güç kaybı yaşayacak olanlar vesayetçi zihniyetin politik ve bürokratik uzantılarıdır. Devlet-millet ve seçilmiş-atanmış ikilemleri bağlamında, yeni güç dengesini demokrasinin gereği olarak millet ve seçilmişlerden yana kuran Cumhurbaşkanlığı sisteminde kazanan milletin iradesi ve sivil siyaset olacaktır. Sistem değişikliği tartışmalarında ve referandum sürecinde aktörlerin benimseyeceği tutum kısmen de olsa bu güç kaybedişleriyle ilgilidir.

[email protected]

Doç. Dr. Mehmet Zahid Sobacı / Uludağ Üniversitesi Öğr. Üyesi