Halide Edip Adıvar’dan bugüne başkanlık sistemi ve senato

Celal Tahir / Yazar
4.04.2015

Bunu yakın tarihimizde -bildiğimiz kadarıyla- ilk gündeme getirenlerden biri Halide Edip Adıvar’dır. Halide Edip bugün de gündemde olan başkanlık sistemi hakkında şunları söyler; “Bizde Reisicumhur sırf bir parti ekseriyeti temsil eden bir meclis tarafından seçilir ve aynı zamanda (Amerika’da olduğu gibi) icrai kuvvetleri de elinde tutarsa, partizanlığa kaçmasına, keyfi kararlar almasına mani olmak belki mümkün olmaz.


Halide Edip Adıvar’dan bugüne başkanlık sistemi ve senato
Osmanlı’da, devletin bütün kurumlarının üzerinde, ‘Padişah-Halife’nin var olduğu göz ardı edilmemelidir. Daha önceki Türk devletlerinde de durum aynıdır; bütün devlet kurumlarının üzerinde hakan veya başbuğ vardır. Cumhuriyetin başında Mustafa Kemal Atatürk’ün güçlü cumhurbaşkanlığı ve “tek adamlığı” bunun devamı gibidir. Atatürk’ün cumhuriyet sonrası askerlikten istifası ve siyasete devam edecek askerlere de istifa şartı getirmesi, orduyu politika dışında tutma siyaseti olarak değerlendirilir. Bu doğru olmakla birlikte burada Mustafa Kemal Atatürk’ün bu hareketi ile ordunun ve sivil siyaset kurumlarının üzerinde, sanki başkanlık sistemindeki başkanın pozisyonuna benzer bir pozisyon kazandığı da söylenebilir. Bu husus önemlidir. Ancak sonrasında, özellikle de çok partili siyasi hayatta, halkoyu ile seçilmemiş bir cumhurbaşkanı ile seçilmiş bir başbakan, sanki iki başlılık ortaya koyar gibi görünür. Bugün ise cumhurbaşkanı halk tarafından seçilmiştir. Ancak parlamenter sistem ve seçilmiş bir cumhurbaşkanı, bu nasıl olacaktır? Başbakan ile birlikte bir iki başlılık ortaya çıkmayacak mıdır? Bu da ayrı bir meseledir. Başkanlık sistemi tartışmaları elbette abesle iştigal değildir. Zihniyet değişimi ile birlikte, devletin bir şekilde yeniden yapılandırılması kaçınılmazdır.
 
Bunu yakın tarihimizde -bildiğimiz kadarıyla- ilk gündeme getirenlerden biri Halide Edip Adıvar’dır. Halide Edip bugün de gündemde olan başkanlık sistemi hakkında şunları söyler;  “Bizde Reisicumhur sırf bir parti ekseriyeti temsil eden bir meclis tarafından seçilir ve aynı zamanda (Amerika’da olduğu gibi) icrai kuvvetleri de elinde tutarsa, partizanlığa kaçmasına, keyfi kararlar almasına mani olmak belki mümkün olmaz. Mamafih Amerika’nın reisicumhur seçiminde tuttuğu yol dikkate değer ve bizim için de hayırlı olabilir. O da şunlardır: a) Reisicumhuru meclis tarafından değil iki dereceli intihapla (seçimle) halka seçtirmek. b) Reisicumhur seçimiyle umumi seçimleri aynı anda yapmamak. Reisicumhuru umumi seçimlerden iki sene sonra yapmak. O zaman evvela meclis ekseriyetini elinde tutan yeni iktidara gelmiş bir parti ekseriyeti değil, bütün bir milletin seçtiği bir devlet reisi olur “ (Türkiye’de Şark Garb ve Amerikan Tesirleri, Halide Edib Adıvar,s. 219)  Bugün için iki dereceli seçim sisteminin ülkemiz için mahzurları olabilir. Ancak mevcut siyasal sistemden ziyade başkanlık veya yarı- başkanlık sistemi Türkiye’nin tarihine geleneğine, siyasi geleneklerine daha uygundur. 
 
Ayan meclisi zarurettir
 
Başkanlık sistemi ile birlikte senato elzem bir müessesedir. Çünkü tam yetkili ve tek başına hükümran bir meclis ve bu şekilde bir devlet -siyaset rejimi ne derece benimsenebilir ve müdafaa edilebilir. Bunu da yakın tarihimizde ilk gündeme getirenlerden biri Halide Edip Adıvar’dır. Halide Edip meclis diktatörlüğü ve yüksek mahkeme hususunda çok evvelden şunları söylemektedir: “Meclisimiz bir gün birdenbire memleketi sol veya sağ diktatörlük usulleriyle idare edebilecek bir sürü kanun çıkarmak salahiyetine haizdir. Herhalde, millet meclisi diktatörlüğüne karşı bir fren vazifesi gören bir ayan meclisi bizim için hayati bir zarurettir. Buna ilaveten, Amerika’da olduğu gibi, azaları azledilemeyen bir Yüksek Anayasa Mahkemesi kurmak, aynı derecede mühimdir... Demokrasinin ve cumhuriyetin bu siyasi mukaddes kitabına, ancak bir ayan ve azaları azledilemeyen bir yüksek mahkemenin tasvibine dayandıktan sonra ilaveler yapılabilir.” (a.g.e. s. 21)    
Evet, Senato ve anayasa mahkemesi lüzumlu bir müessese gibi gözükmektedir. 27 Mayıs’ta ihdas olunan Senato 12 Eylül ile kaldırıldı. Gerçi -senatörlük tabi olarak, Senato’nun demokratik yapısını sakatlamakta idi. Senato şayet yeniden ihdas edilecekse, elbette bu 27 Mayıs sonrası gibi olmayacaktır/olmamalıdır. Bizim en büyük sorunlarımızdan biri Senato’nun olmamasıdır. 1924 Anayasa’sında Senato’nun olmaması ve 27 Mayıs 1961 Anayasa’sı ile senatonun getirilmiş olması Senato’nun yararsız hatta zararlı bir kurum olduğunu anlatmaz. Kaldı ki Osmanlı Meclisi, Meclis-i Mebusan ve Ayan Meclisi olmak üzere çift meclis idi. 12 Eylül’ün en zararlı işlerinden biri de Senato’yu kaldırmasıdır. 12 Eylül senatoyu kaldırırken yavaş işlemesi vs. gibi 2. dereceden garip sebepler gösterdi. Oysaki bu tür gerekçeler Senato’nun ortadan kaldırılması için yeter sebep olarak görülmemesi gerekir.
 
Dünyada nasıl
 
Dünyanın ciddiye alınabilecek hemen her ülkesinde meclisin ikili bir yapısı vardır. Senato veya benzer aynı işlevi gören ikinci meclis, bir tür denetleyici meclis mevcuttur. İkinci meclisler bir tür akil adamlar heyeti işlevi konumundadır. Bu İran’da bir nevi böyledir, Rusya’da böyledir. Ayrıca İran’da manevi otorite işin içindedir. İngiltere’de yine Avam kamarası ve Lordlar kamarası mevcuttur. ABD’de Temsilciler Meclisi ve Senato olmak üzere kongre yine çift meclislidir. Çünkü sistem içinde ortaya çıkabilecek ciddi krizleri çözebilecek bir mekanizma oluşturulmazsa sisteme sistem dışı bir müdahale her zaman imkân dâhilindedir. Bu hususlar da göz önüne alınarak Türkiye’de Senato seçimle gelen senatörlerin haricinde bir de tabi senatörler olarak bir tür akil adamlar heyetini içinde barındırmalıdır. Bu tabi senatörler şu şekilde teşekkül edebilir. Belli başlı Müslüman cemaatlerin tarikatların liderleri şeyhler ki bunların sayısının çok görülebilecek ise bunların kendi aralarından seçeceği bir heyet topluluk olarak temsil olunurlar. Ayrıca Fener Rum Patriği veya onun yerine Patrikhane adına temsilci Yahudi Hahambaşı veya onun yerine işaret edeceği bir kişi Ermeni Patriği veya onun yerine işaret edeceği kişi Süryani Patriği veya onun yerine kişi, bunlar toplumun geleneksel otoriteleri olduğu için tabii senatör olmalıdırlar.  Eski Genelkurmay Başkanları eski MİT Başkanları eski Başbakanlar da küçümsenemeyecek devlet tecrübesi olduğu için Senato’nun tabii üyesi olmalıdırlar. Bunlar özellikle kriz noktalarında hükümeti devleti partileri siyaseti ve toplumu hem aydınlatma hem ikaz vazifesi üstlenebilirler ve üstlenmelidirler. Bu sistemde ortaya çıkması muhtemel krizler için bir emniyet sigortası gibidir. Ayrıca cemaat yapıları gevşediği için hatta büyük oranda çözüldüğü, neredeyse iptal olduğu için cemaat otoritesi, geleneksel otorite, ortadan kalktığı için, en azından zayıfladığı için toplum büyük oranda kaosabundan dolayı müsait hale gelmiştir. Zaten “ ‘her bireyin ötekilere yabancı olduğu, dolayısıyla da kimseden utanma gereğini duymadığı, yoğun bir kitle içerisinde iyi bir yaşama biçimini koruyabilmek, neredeyse olanaksız.’ Burada kitle, topluma aykırı olanı, onu kovalayanlardan koruyan bir sığınağa dönüşmektedir.”(Pasajlar / Walter Benjamin)Ancak cemaatleridestekleyecekşekilde senato oluşturulur buna bağlı olarak cemaat liderleri bu senatoya alınır cemaatler işlerlik kazanır ve yeniden kitle adım adım cemaate dönüşebilir. Bunun sonucu olarak toplumda cemaatler yeniden otorite ve itibar kazanmaya başlarlar. Yani toplumun kaotik yapısı da dönüşür.
 
Senatonun fikri alt yapısı
 
 Bu Orta-Asya Türk devletlerinde var olan Osmanlıda bir şekilde devam eden ihtiyarlar heyetinin kurumsal bir yapıya kavuşması gibi düşünülebilir. Senato’nun fikri altyapısının Orta Asya Türk töresindeki ihtiyarlar heyetinden tevarüs etmelidir. Çünkü böyle bir mirasımız mevcuttur. Hunlar önce de belirttiğimiz üzere devletin geleceğini ilgilendiren bütün önemli kararları mecliste almışlardır. Devleti ve toplumu doğrudan ilgilendiren bütün meseleler kurultaylarda görüşülmüştür. Başlıbaşına ele alınması gereken bir konuya burada kısaca değinelim. Esas sorun günümüz dünyasında siyasal iktidar ile onun tabi olması gereken manevi otoritenin ortada olmayışıdır. Çünkü İktidar kavramının hem metafizik, hem de siyasi bir boyutu vardır. OrtaçağAvrupa’sında krallar Papa takdis etmeden taç giyemezdi. Osmanlı padişahlarına tahta çıkarken kılıcını Eyüp Sultan’da Seyidlerin en büyüğü Nakib’ül Eşraf yahut Mevlevi şeyhi kuşandırırdı. Yani geleneksel olan toplumlarda dünyevi olan ile manevi otorite arasında bir irtibat vardır. Ayrıca Fatih’in yanında Akşemseddin, İskender’in yanında Aristo, bu büyük hükümdara hem yol göstermekte, hem de dünyevi iktidarın manevi alan ile irtibatını doğrudan sürdürmekte idiler. İngilizlerin efsanevi kralı Arthur ile rahip Merlin arasındaki ilişki de aynı bağlamdadır. Netice-i kelam olarak söylenmesi gereken şudur: Modern toplum maneviyatla irtibatını büyük ölçüde kopardığı için, modern siyasal yapılar da aynı ölçüde sorunludur.  Anayasa Mahkemesi gibi kurumlar, manevi otoritenin yerine ikame edilen laik kurullardır. Sorunun kaynağı esasında buradadır. Modern dünyanın devlet ve siyaset anlayışındaki sıkıntısı, maddi ve manevi otoritelerin birbirinden olabildiğince ayrılması ve/veya manevi otorite kavramının ya anlamının içinin boşaltılması veya bütünüyle ortadan kaldırılmasıdır.