İnsan ne zaman evindedir?

Murat Güzel / Açık Görüş Kitaplığı
11.08.2018

Herhangi bir yolculuktan çıkarılacak en esaslı dersin “orada” kalamayacağımız, yani asla “orada” evimizde olamayacağımız olduğunu ileri süren Barbara Cassin için insan ancak yakınları, dili ve dilleriyle birlikte kabul edildiği zaman evinde olabilir.


İnsan ne zaman evindedir?

Sosyolojik bakımdan modernliğin herkesi göçmen ya da sürgün kılan bir toplumsal hareketlilik olduğu öteden beri vurgulanır. Durkheim’ın sanayi toplumunu top­lumsal normsuzluğun yol açtığı anomi durumuyla nitelendirmesinden tutun da Weber’in modernleşmeye atfettiği dünyanın büyübozumu ve rasyonelleşme ile Simmel’in metropolisteki zihinsel yaşam analizleri, modernleşmeye dair ilk sosyolojik çalışmalarda onun zaman zaman sırf zihinsel boyutlarda kalsa da sürekli bir göç halinde olma şeklinde yaşandığına işaret ediyordu. Aynı şekilde 19. ve 20. yüzyılda yaşamış birçok edebiyatçının eserlerinde de bu sürgün olma, göç etme durumuna dair işaretler, atıflar, pasajlar bulmak mümkün. Yine sözgelimi din sosyolojisi alanında yaptığı kapsamlı çalışmalarıyla da iyi bildiğimiz Peter L. Berger, modernleşmeyi zihnin “evsiz-barksızlık” durumuyla denkleştirerek göç metaforu ile modernliği düşünmeyi de kolaylaştırır.

Peki ama insan ne zaman evindedir? Ya da kendisini ne zaman evinde hissetmektedir? Eski insanların darussıla, sıla hasreti dediği deneyim neye işaret eder? Kendini sürekli gurbette hissetmenin anlamı nedir? Geçmişini, evini, yurdunu, vatanını özlemenin adı olarak 17. yüzyılda literatüre giren bir hastalığın adı olarak kullandığımız nostalji kelimesinin sanıldığı gibi Grekçe değil, İsviçre Almancasının bir ürünü olduğunu belirten Fransız filozof Barbara Cassin Homeros’un Odysseus, Vergilius’un Aeneas şiirsel anlatılarından ve Hannah Arendt’in Nazi Almanya’sından çıkıp önce Fransa, ardından ABD’de yaşamasından kaynaklanan deneyimlerinden yararlanarak vatan, sürgün ve anadil arasındaki ilişkiyi irdeliyor.

Nostos ve algos

Nostos (dönüş) ve algos (acı, eziyet) kelimelerinden oluşan nostaljinin hem insanın uzakta olduğunda çektiği eziyeti hem de geri dönmek için katlandığı sıkıntıları işaret ettiğini belirten Cassin, bu kelime yoluyla insanın zaman, ölüm ve sonsuzlukla olan ilişkisinin yanı sıra vatanıyla ilişkisini de soruşturuyor. Her dilin nostalji deme biçiminin, bu hastalığı vücudun bir yeriyle ilişkilendirme (sözgelimi Avrupa kültürlerinde melankoli kara safranda, iç sıkıntısı ve spleen dalakta, anksiyete boğazda konumlandırılır) ve bir parola gibi herhangi bir kültürel kategoriye dahil etme biçimlerinin farklılaştığını belirten Cassin, nostaljinin hangi anlamda Avrupa’yı tanımlayan bir duygu olduğunu da soruşturuyor. Tabii, ünlü Çek romancı Milan Kundera’nın Roman Sanatı adlı eserinde zikrettiği “Avrupalı: Avrupa’ya nostalji duyan kişi” nitelemesini de aktarmayı ihmal etmeden.

Anadilin sadece herkesin sahip olduğu tek annenin dili olduğu için değil, varlığımızı karmaşık bir doğa ve kültür bireşimiyle örtüşerek oluşturduğu için hiçbir şekilde başka bir dile benzemeyecek olduğunu belirten Cassin, dillerin çoğulluğu sayesinde farklılığın şeylerin merkezine yerleştiğini savlıyor. Dillerin çoğulluğunun dünyanın oluşturulmasında belirleyici bir olgu olduğunu kaydeden Cassin, köklerinden sökülme anlamına da gelen sürgünlük halinin çağdaş insanlık durumunun bir modeli saymanın gerçekte öyle olmadığımızda daha kolay olduğunu da vurguluyor.

Herhangi bir yolculuktan çıkarılacak en esaslı dersin “orada” kalamayacağımız, yani asla “orada” evimizde olamayacağımız olduğunu ileri süren Cassin için insan ancak yakınları, dili ve dilleriyle birlikte kabul edildiği zaman evinde olabilir.

Sekülerleşme açısından Kürt meselesi

Türkiye’nin 1984’te vuku bulan Eruh baskınından beri yaklaşık 35 yıldır mücadele ettiği PKK terör örgütü meşru alanda siyaset üretmesi gerekli bir parti olması beklenen HDP’nin ilişkisi kamuoyunda sürekli bir tartışma konusudur. HDP’nin kendisine düşen her sivil siyasi sorumlulukta adres olarak Kandil ya da İmralı’yı işaret etmesinin Kürt meselesinin gerçek yanlarını görmemize imkan tanıdığını vurgulayan Adem Palabıyık’ın kitabı bu mesele etrafında olup bitenleri sekülerleşme süreciyle ilişkilendirerek ele alıyor. Palabıyık’ın analizlerine hınç kavramının yol göstermesi de ayrıca kayda değer. Kürtler Sol ve Sekülerleşme, Adem Palabıyık, Pınar, 2018

Şeyhur-reis İbn Sina’nın metafiziği

Birçok Orta Çağ alim ve düşünürü tarafından “felsefe-bilim” alanındaki eşsiz yerini tasvir için kendisine “eş-Şeyh’ür-reis” denilen İbn Sina’nın 22 kitaptan oluşan ansiklopedik eseri eş-Şifa’dan sonra kaleme aldığı ve büyük ölçüde eş-Şifa’nın muhassalı addedebileceğimiz en-Necat, mantık, doğa bilimleri ve metafizik bölümlerini haiz. İbn Sina’nın Aristo metafiziği ile İslam inancını uzlaştırmaya çabalayan bir filozof olduğunu biliyoruz. Gazali’nin Tehafüt’ünde sertçe eleştirdiği İbn Sina’nın metafizik eserleri arasında En-Necat, onun eş-Şifa ve İşarat adlı kitaplarıyla birlikte anıldığını vurgulayalım. en-Necat Felsefenin Temel Konuları, İbn Sina, Kübra Şenel, Dergah, 2018

@uzakkoku