İran’da darbe olur mu?

Dr. Mehmet Koç / İran Araştırmaları Merkezi İç Politika Uzmanı
22.07.2017

Küresel ve bölgesel güvenlik konularında diyalog ve iş birliğini savunan Ruhani bu noktada Hamenei-Devrim Muhafızları ekseni ile zıt düşmektedir. Ruhani’nin ödün vermemesi, hükümet ile müesses nizam arasındaki sürtüşmenin siyasi veya askeri bir darbeyle sonuçlanma ihtimalini giderek artmaktadır.


İran’da darbe olur mu?

Kapsama alanı giderek artan kriz, Orta Doğu’daki bütün ülkeleri etkilemiş durumdadır. Bölgedeki müdahaleleri İran’ı krizden en çok etkilenen ülkelerden birisine dönüştürmüştür. Her ne kadar 1979 devriminden günümüze olağanüstü koşullara talimli bir devlet görüntüsü verse de iran için bölgesel ilişkiler normalleşmemesi sorun olmayı sürdürmektedir. Dış tehditler üzerinden iç politikayı dizayn etme uğraşları da İran’ın müesses nizamı için bedeli daha ağır hale gelmektedir. Ülkenin kaynakları, ulaşılması imkânsız amaçlar uğruna süratle tüketilmektedir. İdealizm ve realizm arası git-geller yaşayan müesses nizam geliştirdiği pragmatist yaklaşımla ülkeyi yönetmeye çalışmaktadır.

 İran’ın Batı ile yaşadığı nükleer krizle bağlantılı ambargolardan kaynaklı ekonomik sorunlar, rejimi müzakerelere ve nihayetinde kırmızı çizgilerden ödün vermek pahasına da olsa 5+1 ile anlaşmaya zorlamıştır. Anlaşmanın imzalanmasıyla ülkede yeni tartışmalar baş göstermiş ve müesses nizam ile hükümet arasında taban tabana zıt görüşler ortaya çıkmıştır. Ruhani, anlaşmanın ülkeyi savaş tehdidinden uzaklaştırdığını ve İran’ın Venezuela’ya dönüşmesini engellediğini iddia ederken, Devrim Önderi Ali Hamenei açık bir şekilde Cumhurbaşkanını yalan söylemekle suçlamış ve savaş tehdidinin silahlı kuvvetlerin caydırıcı gücü sayesinde bertaraf edildiğini iddia etmiştir. Hamenei, hükümetin müzakerelerde gerekli özeni göstermediğini savunarak, İran’ın oyuna getirildiğini her fırsatta dile getirmekte, Nükleer Anlaşmanın yabancıların tekrar ülkeye sızmasına yol açabileceğini ve kendisinin buna asla izin vermeyeceğini ifade etmektedir.

Ülke içerisinde bitmeyen nükleer tartışma, İran karşıtı ve Nükleer Anlaşma konusundaki olumsuz tavrıyla bilinen Trump’ın ABD’de iktidara gelmesiyle daha da derinleşmiştir. Son aylarda görece daha düşük düzeyde süren tartışmalar Hasan Ruhani’nin 19 Mayıs’taki 12. dönem cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oylarını %8 oranında arttırarak yeniden cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından biraz daha alevlenmiştir.

 Devletin en yüksek iki makamını temsil eden Hamenei ve Ruhani arasındaki görüş ayrılıkları Ruhani 2013 yılında cumhurbaşkanı seçilince başlamış ve üç yıl boyunca şiddetini korumuşsa da 19 Mayıs seçimlerinde Anayasayı Koruyucu Konseyi tarafından veto edilmemek için cumhurbaşkanının dozu düşürmesiyle hafiflemiştir. Ancak seçimleri başarıyla geride bırakan Ruhani, halktan aldığı destekle ülke siyasetinde daha aktif rol oynamak istediğini her açıklamasında net bir şekilde vurgulamıştır. Bu konuda ısrarcı olması durumunda Ruhani’nin Devrim Önderi-Devrim Muhafızları ekseniyle karşı karşıya gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Kaçınılmaz olan diğer bir konu da Ruhani’nin yapısal bir değişim gerçekleştirmek için anayasa reformuna muhtaç olmasıdır. Çünkü mevcut anayasa Ruhani’nin beklentilerini karşılamamakta ve ülkenin genel politikalarını belirleme yetkisini Hamenei’ye vermektedir.

 Ruhani’nin topluma verdiği sözlerin arkasında olduğunu ve bunun halk iradesinin gereği olduğunu vurgulaması Hamenei’yi ve muhafazakâr çevreleri, özellikle gelenekselci din adamlarını kızdırmaktadır. Ruhani bu konuda Hamenei’den sert uyarı almış olsa da geri adım atmamakta kararlı görünmektedir. Geçtiğimiz günlerde devlet erkânını iftar programında bir araya getiren Hamenei, yaptığı açıklamalarda ilginç bir benzetmeyle Ruhani’yi azarlamaktan geri durmadı. Hamenei, Ruhani’yi ülkenin ilk seçilen cumhurbaşkanı olan Ebu’l-Hasan Beni Sadr gibi ülkeyi kutuplaştırmaması yönünde uyardı. Ben-i Sadr benzetmesi birçok açıdan anlamlıdır. Hamenei Ruhani’ye “kiyatsizlikle suçlanabilir ve ülkeyi terk etmek durumunda kalabilirsin” mesajı vermektedir. Zira devrim sonrası İran’ın ilk cumhurbaşkanı olan Beni Sadr’ın bir buçuk yıl süren cumhurbaşkanlığı meclis tarafından gensoruyla düşürülmüştü. Bunun üzerine Beni Sadr Ayetullah Humeyni tarafından azledilmiş ve yurt dışına kaçmak zorunda kalmıştı.

İslamiyet mi cumhuriyet mi?

 Hamenei’nin oldukça açık mesajlar içeren bu söylemleri sürdürmesi İran’ı gerilimli günlerin beklediğinin habercisi olacaktır. Ruhani ise bir adım daha ileri giderek söylemlerine dini meşruiyet kazandırmak amacıyla Hz. Ali’ye yaptığı göndermede bu izlenimi güçlendirmektedir. Ruhani, halkın iradesinin esas olduğunu ispatlamak için Şiilerin ilk imam olarak kabul ettikleri Hz. Ali’nin üçüncü halifeden sonra kendisinden hilafete geçmesini isteyenlere “Benim adalet anlayışım size ağır gelir. Siz en iyisi başka birini seçin ve ben de ona ilk biat edenlerden olayım” şeklindeki cevabını paylaşarak Hz. Ali’nin halkın iradesine duyduğu saygıyı vurgulamaya çalışması egemen ideolojinin temellerini sorgulamaya açmıştır. Ruhani, bununla Hz. Ali’nin halkın iradesine olan inancını göstermeye ve halkın kendisini seçmiş olması itibarıyla verdiği vaatleri yerine getireceğini, halkın kendisine oy vermesinin nedeninin de vaatleri olduğunu belirtmeye çalışarak müesses nizamdan kendisine engel olmamasını istemektedir. Ancak Ruhani’nin bu değerlendirmeleri ülkede önemli bir tartışmaya neden olmuştur. Bu tartışma, devrimden sonra ‘İslamiyet’ ile ‘Cumhuriyet’ kavramlarının sentezlenmesinden doğan İslam Cumhuriyetinin birinci ayağını ‘meşruiyet’, ikinci ayağını ‘makbuliyet’ kavramlarıyla ifade eden siyasal düzenin teorik anlamda aşınmasına neden olabilir. İran Şiiliğinde Velayet-i Fakih’in meşruiyet dayanağı İslamiyet iken, cumhurbaşkanının meşruiyet dayanağı halktır. Yani devrim sonrası tesis edilen anayasal düzen, bu çatışmayı doğal olarak içerisinde barındırmaktadır. Kum’daki ileri gelen müçtehitlerden Ayetullah Mekarim Şirazi cumhurbaşkanını Şiiler nezdinde Kur’an’dan sonra en güvenilir kaynak kabul edilen Nehcü’l Belağa’nın tamamından habersiz olmakla suçlayarak İslam’da devlet başkanının vahiyle atandığını ve demokrasinin batıya uygun rejim modeli olduğunu savunmuştur. Rehberi seçme ve azletme yetkisine sahip tamamı din adamlarından oluşan seksen sekiz üyeli Uzmanlar Meclisi Başkanı Ayetullah Ahmed Cenneti de yayımladığı bildiride cumhurbaşkanını ihtilaf çıkaracak açıklamalardan uzak durması konusunda uyarmıştır.

Temel görüş ayrılıkları

 İran Anayasasına göre Devrim Önderi ya da Veliy-i Fakih denilen merci kayıp olan ve gelmesi beklenen 12. İmam’ın yeryüzündeki naibidir. Meşruiyeti, vahye dayalı olan bu makam ülkedeki mutlak otorite olarak, halk tarafından seçilmiş olan cumhurbaşkanının kendisine mutlak itaatini beklemektedir. Veliy-i Fakih’in mutlak otoritesine vurgu yapan İran Anayasasının elli yedinci maddesi bu beklentinin yasal dayanağını oluşturmaktadır. Uygulamada kaydıhayat esasıyla seçilen Devrim Önderi meclise ya da millete karşı sorumlu tutulmazken, halk tarafından dört yıl için ve üst üste en fazla iki dönem seçilen cumhurbaşkanı devrim önderine, meclise ve millete karşı sorumlu tutulmaktadır. Bu bakımdan cumhurbaşkanlığı makamı rejimin cumhuriyet, Veliy-i Fakih makamı da İslamiyet boyutunu yansıtmaktadır. Ruhani’nin seçim vaatlerine bakıldığında ülkenin demokratikleşmesinden yana olduğu söylenebilir. Ancak İranlı birçok aydın ve düşünüre göre, ülkenin demokratikleşebilmesi için öncelikle dinin inanç boyutuyla iç içe geçmiş siyasetin bu durumdan çıkarılması gerekiyor. Abdul Kerim Suruş gibi dini aydınlar siyaseti dünyevi işlerin bir parçası olarak gören Ehl-i Sünnetin siyaset anlayışının demokratikleşmeye açık olduğunu ancak siyaseti dinin esaslarından sayan Şii inancının İran’ın mevcut rejimi bünyesinde demokratikleşmesinin önündeki en büyük engel olduğunu savunmaktadırlar.

 Cumhurbaşkanı anayasa gereği ekonomi ve sosyal politikalar dâhil ülkenin iç ve dış politikasını belirleme yetkisine sahip değildir. Görevi Devrim Önderi tarafından açıklanan genel politikaları, kanunlaşmasının ardından hayata geçirmektir. Cumhurbaşkanının bu sınırları aşmaya kalkışması Devrim Önderinin yetki alanına girmesi demektir. Her halükârda ikili arasında birçok konuda görüş ayrılığı bulunmaktadır.

 Ruhani devrimden bu yana İran dış politikasını belirleyen ABD karşıtlığını ülkenin ulusal çıkarlarına aykırı bulmakta ve ilişkilerin normalleşmesi gerektiğini düşünmektedir. Ekonomi politikaları konusunda Hamenei ‘Direniş Ekonomisi’ doktrinini savunurken Ruhani küresel sitemle entegre serbest piyasa ekonomisini ve özelleştirmeyi savunmaktadır. Sosyal politikalarda halkın hayatına müdahaleye karşı çıkan Ruhani, Hamenei’nin ahlak polisinin cadde ve meydanlarında kılık kıyafet denetimi yapmasını engelleyememektedir. Güvenlik ve savunma politikaları bağlamında Ruhani, etnik ve mezhepsel unsurların ülke yönetimine katılımlarını, bunların bir tehdit unsuru olmadığını ve ayrımcı politikaların bir kenara bırakılması gerektiğini vurgulamıştır. Küresel ve bölgesel güvenlik konularında diyalog ve iş birliğini savunan Ruhani bu noktada da Hamenei-Devrim Muhafızları ekseni ile zıt düşmektedir. İç politikada yedi yıldır ev hapsinde bulunan reformist liderler Mir Hüseyin Musevi ve Mehdi Kerrubi’nin tecritlerine son verilmesi gerektiğini savunan ve ulusal uzlaşı vurgusu yapan Ruhani, karşısında bu şahsiyetlerin yargılanması durumunda kesin idama çarptırılacağını savunan yargı erkini ve söz konusu liderleri milli güvenlik tehdidi olarak gören müesses nizamın diğer odaklarını bulmaktadır.

Ruhani taviz vermezse...

 Ruhani’nin tutumlarından ödün vermemesi durumunda hükümet ile müesses nizam arasındaki sürtüşmenin siyasi veya askeri bir darbeyle sonuçlanma ihtimali giderek artmaktadır. Hamenei, anayasa gereği cumhurbaşkanını iki şekilde görevden alabilir. Birincisi meclisin cumhurbaşkanının sorumluluklarını yerine getiremediği yönünde oy vermesi; ikincisi ise Yüce Divan tarafından yargılanıp mahkûm edilmesi. Meclis aritmetiğine bakıldığında Ruhani lehinde ve aleyhinde yarı yarıya bir durum söz konusu olduğundan bu riske girilmemesi ve sürecin yargı üzerinden işletilmesi ihtimal dâhilindedir. Bu durumda cumhurbaşkanına yöneltilebilecek suçlamaların başında da ülkenin milli egemenliğini zedeleyici ve dış güçlerin ülkeye yeniden egemen olmalarına neden olacak ödünler vermek ve anayasal düzenin dayandığı temelleri tartışmaya açarak değiştirmeye kalkmak gibi suçlamalar kolaylıkla yöneltilebilecektir. Üçüncü olarak ise, bugüne kadar ülkenin iç ve dış politikası yanı sıra ekonomisine de hâkim olan ve Hamenei’nin direktifleriyle, paralel hükümet gibi hareket eden Devrim Muhafızlarının sahip oldukları imtiyazları yitirmemek için anayasada öngörülen Devrimi Koruma Misyonu kapsamında darbe yapması da olasıdır.

 Tüm bu çatışmaların bir boyutu da ülkenin önümüzdeki 20-30 yılının seyrini belirleyecek olan Hamenei sonrası Devrim Önderliğine kimin getirileceğiyle ilgilidir. Yukarıda da belirtildiği üzere ülkenin kaderi Devrim Önderinin elindedir. Ruhani ve destekçisi reformist-ılımlı koalisyon ülkenin geleceğinin mevcut politikaları sürdürecek bir önder ve ekibin eline geçmesini istememektedirler. Ancak bu konuda karar verici merciler muhafazakârların kontrolündedir. Ruhani ve ekibi seçim sonrası yaptığı açıklamalarda seçmenlerine sadece oy vermekle sorumluluklarının bitmediğini ve taleplerinin tahakkuku için sürekli sahnede kalmaları gerektiğini belirterek seçmen kitlesini mobilize etmeye çalışmaktadır.

 Sonuç itibariyle, Hamenei’nin bütün ısrarlarına rağmen kendisinin de taraf olduğu artışmada ülke giderek derinleşen bir kutuplaşma içerisine girmektedir. Kutbun bir tarafından otuz sekiz yıldır sürdürülen politikaların devam ettirilmesinden yana olan müesses nizam, diğer tarafında ise ülkenin yapısal sorunlarının ancak iç ve dış politikada temel açılımlar yapılarak aşılabileceğini düşünen hükümet ve destekçileri bulunmaktadır.

 Hamenei, 2016 yılında silahlı kuvvetlerin üst düzey komutasında önemli değişiklikler yaparak şahinleri en üst kademelere taşımıştır. Ayrıca DMO’nun bir kolu ve sivil bir örgütlenme olup paramiliter güçlerin organizasyonundan sorumlu olan Besic Teşkilatının başına da DMO’nun ileri gelen komutanlarından Komutan Golam Hüseyin Gayb Perver’in atanması olası halk ayaklanmalarının bastırılmasına yönelik mesajlar içermektedir. Nitekim görevi devralan Gayb Perver kısa bir süre sonra Tahran’da Besic Teşkilatına şehir ayaklanmalarını bastırma tatbikatı yaptırmaya başlamıştır. İran adım adım derin bir iç siyasi krize doğru yol almaktadır. Orta Doğu krizinin de vekâlet savaşlarından doğrudan taraflar arası çatışmaya kaydığı bir ortamda İran’da meydana gelebilecek bir iç karışıklık bölgedeki bütün dengeleri altüst edebilir.

[email protected]