Mescid-i Aksa direnişi imkan değil iman meselesi

Dr. İsmail Numan Telci
29.07.2017

İİT’nin Filistin konusunda daha somut adımlar atması, İsrail’in politikalarının meşruiyetinin sorgulanmasına ve Tel-Aviv üzerinde baskıya neden olacaktır. Filistin mücadelesinde daha aktif rol oynamak isteyen Türkiye’nin Filistinlilerin haklarını savunmada müttefikler bulması ve bu ajandayı küresel ölçekte yürütmesi önemlidir.


Mescid-i Aksa direnişi imkan değil iman meselesi

İsrail yönetiminin Mescid-i Aksa’nın girişlerine metal dedektörler koyma kararı Filistin’de halihazırda kırılgan olan durumun daha da gergin hale gelmesine neden oldu. Onbinlerce Filistinli İsrail’in tutumuna karşı ayaklanırken, ülkede şiddetli çatışmalar yaşandı. Filistinli liderler ve kanaat önderlerinin İsrail’in metal dedektörleri kaldırana kadar Mescid-i Aksa’da ibadet etmeyi reddetmesi ve gerginliğin İsrail açısından tehlikeli boyutlara ulaşmasının ardından Tel-Aviv yönetimi geri adım atarak, Mescid-i Aksa’daki ibadet uygulamasını olağan duruma çevirerek krizin sona ermesini sağladı.

İsrail’i geri adım atmaya zorlayan en önemli unsur olarak Filistinlilerin kararlı direnişi gösterilebilir. Nitekim son dönemde baskıcı ve keyfi politikalarını ağırlaştıran İsrail yönetiminin, tüm İslam aleminin kutsal mekanlarından sayılan Mescid-i Aksa’ya yönelik bu tutumuyla “kırmızı çizgiyi aştığı” kabul edilmiştir. Filistin tarafından tüm kesimlerin İsrail’e karşı tavır alması ve üçüncü intifadanın başlayabileceğine dair işaretlerin ortaya çıkması ise Tel-Aviv yönetimini ciddi anlamda endişelendirmiştir. Bu nedenle her anlamda Filistin tarafından güçlü olan İsrail, zoraki de olsa geri adım atarak 14 Temmuz öncesi statükoyu tekrar kabullenmek durumunda kalmıştır. 

Türkiye’nin bölge politikası

Bununla birlikte 1967 yılından bu yana ilk kez Cuma namazının kılınamadığı Mescid-i Aksa’ya yönelik İsrail’in bu tutumuna İslam coğrafyasından yeteri kadar tepki gelmemesi dikkat çeken bir nokta olarak görülmektedir. Her ne kadar İsrail’le ilişkilerini son dönemde normalleştirse de Tel-Aviv yönetimine en ciddi tepki Türkiye’den gelmiştir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yaptığı açıklamada “İsrail’in Müslümanların Mescid-i Aksa’da ibadet etme hürriyetini kısıtlamasının kabul edilemeyeceğini belirtmiş ve Tel-Aviv yönetimine derhal bu tutumunu sonlandırması çağrısında” bulunmuştur. Erdoğan, dünyadaki tüm Müslümanlara Mescid-i Aksa’yı ziyaret etme çağrısı yaparak İsrail’e yönelik tepkinin küresel bir boyut kazanmasını amaçlamıştır.

Erdoğan’ın İsrail’in Mescid-i Aksa ve Filistinlilere yönelik politikalarına sert eleştiriler getirmesi geçirdiği tüm sarsıntılara rağmen Türkiye’nin Ortadoğu politikasında uzun süredir devam ettirdiği yörüngede herhangi bir sapma olmadığını da teyit etmiştir. Bölgedeki en güçlü aktörlerden olan İsrail ile 2008’den bu yana gerginlikler yaşayan Ankara, Tel-Aviv yönetiminin Filistin politikasına karşı sessiz kalmamaya devam edeceğini göstermiştir.

Daha açık biçimde ifade etmek gerekirse Erdoğan yönetiminin bu tutumunun arkasındaki üç temel amaçtan bahsedilebilir. Bunlardan ilki İsrail’in Filistin’deki şiddet politikalarına hem bölgesel hem de küresel düzeyde sessiz kalan uluslararası kamuoyunun aksine Türkiye’nin Filistinlilerin haklarını savunmaya devam edeceğini göstermektir. İkinci amaç ise İslam coğrafyasında giderek daha az destek gören Filistin mücadelesinde önderlik pozisyonunu üstlenerek bölgesel düzeyde Türkiye’nin liderliğini pekiştirmektir. Son olarak Ankara İsrail’e karşı tutumunu sertleştirerek son dönemde gerek iç gerekse de dış gelişmelerin etkisi ile 2011 öncesi aktivizminden uzak bir görüntü sergileyen Türk dış politikasını bölgesel düzeyde yeniden ofansif bir zemine oturtabilmeyi hedeflemektedir.

Osmanlı hatırlatması

Erdoğan’ın açıklamalarının İsrail’de geniş yankı bulmasının arkasında biraz da bu unsurların olduğu belirtilmelidir. Nitekim açıklamalar üzerine İsrail Dışişleri Bakanlığı twitter hesabı üzerinden Cumhurbaşkanı Erdoğan’a cevap vermiştir. “Osmanlı günleri geride kaldı. Kudüs, Yahudilerin başkentidir ve böyle olmaya devam edecektir” şeklindeki açıklama, İsrail yönetiminin Türkiye’yi hangi bağlamda değerlendirdiğinin de bir yansıması olarak görülebilir. Bu tweet 1948’den itibaren Filistin topraklarını kademeli olarak işgal altında tutan İsrail devletinin agresif politikalarının arkasında yatan nedenlerden birisinin geçmişiyle bağlarını koparmamış ve Arap coğrafyası ile gönül birlikteliğini devam ettiren Türkiye olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Uzun yıllar Osmanlı geçmişinden kopuk bir dış politika çizgisi benimseyen Türkiye, AK Parti’nin iktidara gelişinin ardından bu anlamda bir dönüşüm yaşamıştır. Balkanlar’daki ülkelerle ilişkilerini artıran Türkiye, 2000’lerin ikinci yarısından itibaren dış politikada Ortadoğu coğrafyasına çok daha fazla önem atfetmiştir. Lübnan, Suriye ve Ürdün gibi ülkelerle vizeleri kaldırarak fiziki sınırları zihinlerde yok etmeyi amaçlayan AK Parti liderliği Arap devrimleri süreciyle bu trendi devam ettirmeyi amaçlamıştır. Öyle ki Mısır’da 2012’de seçimlerle işbaşına gelen Muhammed Mursi AK Parti kongresine katılmış ve burada yaptığı konuşmada “Türkiye ve Mısır’ın kaderlerinin ortak olduğunu” belirtmiş ve “iki ülkenin gelecek dönemde dış politikada birlikte hareket edeceklerini” açıklamıştır. Tüm bu gelişmeler bölgede Türkiye’nin en büyük rakibi olarak görülen İsrail’i endişelendirmiş ve Tel-Aviv yönetimi AK Parti liderliğindeki Türkiye’ye karşı hem bölgesel hem de küresel bir mücadele başlatmıştır. Özellikle ABD siyasetindeki etkisini kullanan İsrail, BAE gibi bölge ülkelerini de yanına alarak Ankara’nın bölge siyasetinde güç kazanmasını engellemiş, Filistin meselesine de katkısının minimum düzeyde kalmasını sağlamıştır.

Buradan hareketle Türkiye’nin İsrail’e karşı net bir tavır takınmasının ve Filistinlilere yapılan haksızlıklara karşı duracağını açıklamasının Tel-Aviv’i durdurmaya yetmeyeceği de görülmektedir. Nitekim Ortadoğu’da halihazırda mevcut olan siyasi ortam İsrail’i Filistin politikalarında daha da sert bir tutum almasına imkan tanımaktadır. Bu bağlamda İsrail’in böylesine rahat hareket edebilmesinin arkasında bir kaç nedenden bahsedilebilir.

Arap Baharı ve İsrail’in güvenliği

Bunlardan ilki İslam dünyasının en güçlü ülkelerinden kabul edilen Mısır ve Suudi Arabistan’ın günümüzde İsrail yönetimiyle açıktan ya da örtülü biçimde iyi ilişkilerinin olmasıdır. Bu durum özellikle Mısır için geçerlidir. Nitekim 2013’teki askeri darbeden sonra göreve gelen Abdülfettah El-Sisi yönetimindeki Mısır, İsrail ile ilişkilerini hızlı biçimde normalleştirmiş ve Tel-Aviv’le stratejik işbirliklerine girmiştir. Sisi döneminde İsrail ile Mısır arasındaki ilişkilerin Hüsnü Mübarek dönemine kıyasla daha iyi bir durumda olduğu belirtilmekte, bu durumun gelecek dönemde ekonomiden dış politikaya, kültürden istihbarata birçok alanda yaşanacak yakınlaşmayla devam edeceği tahmin edilmektedir. Öte yandan her ne kadar resmi düzeyde İsrail ile ilişkileri olmasa da Suudi Arabistan’ın son dönemde Tel-Aviv’e karşı sessizliğini koruması dikkat çekmektedir. Bu durumun arkasında Suudi Arabistan’da yönetimde olan Kral Selman ve ikinci veliaht prens olarak atanan oğlu Muhammed bin Selman’ın İsrail’deki siyaset çevreleri ile çıkar birlikteliğinin olduğu tahmin edilmektedir.

Bu anlamda ikinci bir neden 2010 yılında Tunus’ta başlayan ve daha sonra Mısır, Suriye, Libya ve Yemen’de devam eden Arap devrimleri gösterilerinin Ortadoğu’daki siyasi gündemin öncelikli unsuru haline gelmesidir. Bu süreçte genel anlamda düşük profilli bir siyaset izleyen İsrail özellikle Mısır’daki gelişmelere kayıtsız kalmamış, 2012’de iktidara gelen Müslüman Kardeşler hareketinin 2013 yılında askeri bir darbe ile bertaraf edilmesi sürecine destek olmuştur. İzleyen dönemde Tel-Aviv, Sisi’nin liderliğindeki Mısır yönetiminin Hamas’a karşı izlediği sert politikalara destek olarak bu sürecin kendi lehine olması konusunda çaba göstermiştir. Bölgesel ve küresel aktörlerin de farklı biçimlerde Arap ülkelerinde yaşanan bu isyan hareketlerine odaklanmaları Filistin meselesinin arka planda kalmasına neden olmuş ve bu durum da İsrail’in işgal politikalarını ağırlaştırmasına yol açmıştır.

İsrail’i Filistin konusunda daha sert politikalar izlemeye iten bir başka neden de İslam coğrafyasındaki güç boşluğudur. Mısır’ın ekonomik ve siyasi istikrarsızlıklarla mücadele etmesi, Suriye, Libya ve Yemen gibi ülkelerdeki iç savaşların devam etmesi, Irak’ın ABD müdahalesi sonrası halen istikrarı sağlayamamış olması, Afrika’daki Müslüman ülkelerin siyasi krizlerle ve ekonomik sorunlarla uğraşması, Asya’daki ülkelerin Filistin meselesiyle ilgili etki ve ilgilerinin sınırlı olması ve son

olarak Körfez ülkeleri arasında yaşanan siyasi kriz gibi nedenler İsrail’in Filistin politikasını kademeli olarak sertleştirmesine zemin hazırlamıştır.

Ortadoğu’daki istikrarsız ortamın devam etmesi ve Mısır ile Suudi Arabistan gibi bölgesel güçlerin İsrail’in politikaları karşısındaki sessizliğini korumaları Filistin meselesinin çözümünü engelleyen en önemli unsurlardır. Bu noktada İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Filistin konusunda daha somut adımlar atması, İsrail’in politikalarının meşruiyetinin sorgulanmasına neden olacak ve Tel-Aviv üzerinde baskı unsuru oluşturacaktır. Bununla birlikte Filistin mücadelesinde daha aktif rol oynamak isteyen Türkiye’nin de Filistinlilerin haklarını savunmada müttefikler bulması ve bu ajandayı küresel bir ölçekte yürütmesi gerekmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kudüs savunmasını “İmkan değil iman meselesi” olarak adlandırması tüm Müslümanlar nezdinde uyarıcı olmuştur.

[email protected]

Dr. İsmail Numan Telci / Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü