MİT Müsteşarlığı ve milletvekillerinin yargılanması meselesi

Doç. Dr. Cengiz Gül Erciyes Üniversitesi Hukuk fakültesi
2.09.2017

MİT Müsteşarlığı’nın Cumhurbaşkanına Bağlanması: Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilip 25 Ağustos 2017 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 694 sayılı KHK’de öne çıkan konulardan birisi olarak, MİT Müsteşarlığı’nın, artık Başbakan’a değil de Cumhurbaşkanı’na bağlanması hakkındaki eleştirel söylemler, bir süre daha kamuoyunu meşgul edecek gibi durmaktadır.


MİT Müsteşarlığı ve milletvekillerinin yargılanması meselesi

MİT Müsteşarlığı’nın Cumhurbaşkanı’na bağlanmasının, istihbarat hizmetlerini “milli” olmaktan çıkaracağı, yönetim sistemini de iyice tek adamlığa götüreceği türünden pek çok itiraz ve karalamanın hukuken ve siyaseten yerinde olmadığı açıktır. MİT öncelikle, Cumhurbaşkanına bağlanmakla “milli” olma vasfını kaybetmeyecek, belki bu niteliğini daha da belirgin biçimde gösterme imkanına kavuşmuş olacaktır. Şöyle ki, önceki modelde seçilmiş bir yasama organı (TBMM) içinden cumhurbaşkanı tarafından atanan bir başbakana bağlı iken “milli” olma vasfı tartışılmayan MİT’in, yeni sistemde doğrudan halk tarafından ve mutlak çoğunlukla seçilen Cumhurbaşkanına bağlanması ile “milli” olma özelliğini yitireceğini ileri sürmenin, içi boş iddialardan öteye hiçbir değeri yoktur. Tam tersine, yeni sistemde MİT daha da “milli ve yerli” olacaktır. 1982 Anayasası m. 104/1’de, Cumhurbaşkanı’nın görev ve yetkileri arasında “Türk milletinin birliğini temsil eder” hükmü ile milli birlik ve beraberliğin sembolü olan ve bu Türk milletinin geçerli oylarının en az yarısından bir fazlasını alarak, yani mutlak çoğunlukla seçilmesi anayasal açıdan öngörülen Cumhurbaşkanlığı makamının ‘milli’lik derecesinin, herhalde, Meclis içinden atanan ve doğrudan milletin değil de milletin temsilcilerinin güvenine dayanan başbakandan daha fazla olduğu şüphesizdir. O halde, bu aşamada MİT için, milli miydi değil miydi polemiklerini sürdürmenin gereksizliği de ortaya çıkmaktadır. 

Cumhurbaşkanlığı Sistemine uyum

MİT Müsteşarlığı’nın Cumhurbaşkanı’na bağlanmasını, tek adamlığa ve otoritarizme gidiş olarak yorumlamanın da aslında bir temeli yoktur. Günümüz modern demokratik ülkelerinde istihbarat birim ve teşkilatlarının, o devletin yönetim modeli çerçevesinde, hukuken etkin ve icrai karar alma yetkileriyle donatılan yürütme birimine bağlanması, gayet olağan bir uygulama olarak karşımıza çıkmaktadır. İki başlı yürütme uygulamalarında, yürütmenin hangi başının etkin ve icrai olduğu ülkeden ülkeye değişkenlik göstermektedir. Yürütmesi tek başlı olan, başkanlık sistemini benimsemiş ülkelerde ise zaten işin doğası gereği, istihbarat teşkilatları monist yürütmeyi oluşturan başkana bağlıdır. Türkiye’de de, 16 Nisan 2017 tarihli referandumla kabul edilen Anayasa değişikliği sonrasında, asıl uygulamasına Kasım 2019’da geçilecek olsa da, hükümet sistemi değiştirilmiş ve Türkiye’de artık başkanlık sisteminin bir türevi olan Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçilmekle, yürütme organı iki başlı olmaktan çıkarak tek başlı hale dönüştürülmüştür.

Yani yeni hükümet sisteminde başbakan ve bakanlar kurulu gibi kavram ve kurumlar bundan böyle olmayacaktır. Bu çerçevede başbakanlık, halihazırda son dönemini yaşamaktadır. Cumhurbaşkanlığı Sistemi uygulamasına geçilince, MİT’in, anayasal planda kalkacak olan başbakanlıktan alınıp Cumhurbaşkanlığına bağlanmasının, aslında hükümet sisteminin bir gereği ve şartı olduğu açık ve nettir. Bu konuda illa bir itiraz yapılacaksa da, bu düzenlemenin Kasım 2019’dan sonra yapılmasının daha uygun olacağı söylenebilirdi. Ancak bu düzenlemenin şimdi yapılmasının, hem yeni hükümet sistemine bir hazırlık olduğu, hem de halihazırdaki yarı-başkanlık uygulamamız içinde yürütme organının etkin ve icrai kanadı olarak Cumhurbaşkanlığı öne çıktığı için, siyaset teorisi ve pratiğine uygun olduğu söylenebilir.

Yasama dokunulmazlığı kalkıyor mu?

694 sayılı KHK ile getirilen düzenlemeler arasında en çok tartışma konusu yapılan hususlardan birisi de, milletvekili dokunulmazlıkları kapsamında olup, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Cumhuriyet savcısının görev ve yetkilerini düzenleyen m. 161’e şu fıkranın eklenmesi olmuştur: “Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen milletvekili hakkında soruşturma ve kovuşturma yapma yetkisi, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ve bu yer ağır ceza mahkemesine aittir. Soruşturmayı Cumhuriyet Başsavcısı veya görevlendireceği vekili bizzat yapar. Başsavcı veya vekili, suçun işlendiği yer Cumhuriyet savcısından soruşturmanın kısmen veya tamamen yapılmasını isteyebilir. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde suçun işlendiği yer Cumhuriyet savcısı zorunlu olan delilleri toplar ve gerekmesi halinde alınacak kararlar bakımından bulunduğu yer sulh ceza hakimliğinden talepte bulunur.” CMK’nın ilgili maddesine yapılan bu ekleme ile milletvekillerini, işledikleri suçlar sebebiyle soruşturma ve kovuşturmanın, suçun işlendiği yer savcılığı ve mahkemesince değil de Ankara Başsavcılığı ve Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yürütüleceği hükmü getirilmektedir. Görüldüğü üzere KHK ile getirilen bu düzenlemeyle, 1982 Anayasası’nın m. 83/2’de düzenlenen yasama dokunulmazlığı müessesesini kaldırması veya değiştirmesi gibi bir durum kesinlikle söz konusu değildir ve olamaz. Bir kanun veya KHK ile (OHAL KHK’si olsa bile) bir anayasa kuralının kaldırılması, değiştirilmesi veya etkisiz kılınması hukuken mümkün değildir. Böyle bir yola tevessül edilmesi ise tümüyle bir anayasaya aykırılık sorunu oluşturur ve konu iptal ve itiraz başvurusuyla Anayasa Mahkemesi’nin görev alanına girer.

Tabii hakim ilkesi zarar görmez

694 sayılı KHK, anayasal temeli olan milletvekili dokunulmazlığını kaldırıcı, değiştirici veya etkisiz hale getirici bir hüküm getirmemektedir. Bu KHK ile sadece, seçimden önce veya sonra suç işleyen bir milletvekiline karşı, suç soruşturması ve kovuşturmasının, suçun işlendiği yerde değil de, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ve Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yürütüleceği öngörülmektedir. Milletvekillerinin suç sebebiyle soruşturma ve kovuşturmasının Ankara’ya alınmasının arkasında ise, milletvekillerinin mensubu oldukları TBMM’nin Ankara’da bulunması gösterilmektedir. Milletvekillerinin, suçu başka yerlerde işlemiş olsalar da, üyesi oldukları yasama organının bulunduğu yerde sorgulanıp yargılanabilmesi, özelde adil yargılanma ilkesi, genelde ise devletin hukuk devleti niteliğine aykırı bir tarafı bulunmamaktadır. Burada aranması gereken asıl şey, tabii yargı yolu veya anayasal ifadesiyle kanuni hakim ilkesine uyulup uyulmadığıdır. Bir suçun işlenmesinden önce, kişiyi yargılayacak mahkemenin kanunen var olması, yetki ve görevinin belirgin olması anlamıyla tabii yargı yolunun, bu KHK düzenlemesiyle ihlal edildiği söylenemez. Suç işleyen milletvekilinin nerede ve nasıl hangi mahkeme tarafından yargılanacağı, önceden olduğu gibi yine bellidir ve o mahkeme de, CMK’na eklenen hükümle Ankara Ağır Ceza Mahkemesidir. Bu konudaki KHK düzenlemesinin, ülkedeki herkesi kapsamadığı, sadece suç işleyen milletvekillerini içine aldığını da önemle belirtmek gerekir. Ayrıca yukarıda da yer verilen KHK düzenlemesine bakıldığında, soruşturmayı yürütecek Ankara Cumhuriyet Başsavcısı veya görevlendireceği vekilinin, “suçun işlendiği yer Cumhuriyet savcısından soruşturmanın kısmen veya tamamen yapılmasını isteyebilir” yönündeki hükümle de, soruşturmayı yürütme noktasında, yine suçun işlendiği yer Cumhuriyet savcısına müracaat edilmesine kapıyı her daim açık bıraktığı görülmektedir.

Özetle, KHK ile getirilen bu hükmün arkasında; Meclis üyelerinin, ülkenin değişik yerlerinde işlemiş oldukları suçların, bu vekillerin üyesi oldukları TBMM’nin bulunduğu yer olarak tek bir merkezden, yani Ankara’dan, suçun işlendiği yer savcılığından da alınacak kısmi veya tam bir destekle, soruşturulup kovuşturularak, sürecin hem hızlandırılması hem de hukuk içtihadına istikrar ve güven sağlanması amacının yattığı söylenebilir.

Yanı sıra; OHAL Kanun Hükmünde Kararnameleri, konu bakımından sınırlandırılmamış olsalar da, 1982 Anayasası m. 121/3’e göre OHAL KHK’leri, “…olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda,…” çıkarılması gerektiğine, yani bu hükmü mefhumu muhalifinden okursak, olağanüstü halin gerekli kılmadığı konularda OHAL KHK’sinin çıkarılamayacağına ilişkin bir sınır öngörülmüştür. Bu anayasal hüküm gözardı edilmeden KHK düzenlemelerinin yapılması, OHAL KHK’lerinin sıhhat ve güvenilirliğini daha da artıracaktır.

[email protected]