Türkeş Leyla Zana ile ne konuştu?

Ramazan Akkır / Siyaset Bilimci-Yazar
8.04.2017

Türkeş’in ifadesiyle “Türkiye’yi dış güçlerin müdahale edebilecekleri bir iç savaş alanı olmaktan çıkarmak” ancak güçlü bir yürütme ile mümkün olabilir. Hayır diyecek olan ülkücüler, vermiş oldukları kararı yeniden gözden geçirmeli. Meral Akşener’i veya Sinan Oğan’ın hayır kararını destekleyen ülkücüler, Türkeş’in perspektifini yeniden hatırlamalı ve kadük hale gelmiş bir sistemi savunmamalı…


Türkeş Leyla Zana ile ne konuştu?

“Bu ülke Türk-Kürt çatışmasıyla bölünür. Kürtlere karşı reaksiyonun ülkücülerden geleceği hesaplanıyor. Ben tabanıma hâkimim ve sözümü geçiriyorum. Siz de tabanınıza hâkim olun. Bu tür çatışmaları elbirliğiyle engelleyelim. Size telefon numaramı veriyorum. Eğer bir olay çıkarsa öncelikle beni arayın. Yirmi dört saat arayabilirsiniz. Bize düşen Türkiye’yi dış güçlerin müdahale edebilecekleri bir iç savaş alanı olmaktan çıkarmaktır.” Bu sözler, Milliyetçi Hareket Partisi lideri Alparslan Türkeş tarafından “kızım” diye hitap ettiği Leyla Zana’ya bizzat söylendi. Neden mi? Kısaca açıklayayım.

Türkiye’nin en kanlı ve karanlık dönemlerinden birisi, 1990’lı yıllardır. Katliamlar, suikastlar, ölümler ve faili meçhuller bu dönemin en karanlık olaylarıdır. Uğur Mumcu, Cem Ersever, Eşref Bitlis, Bahtiyar Aydın, Turgut Özal ve Adnan Kahveci bu dönemin kayıpları arasında. Toplum kutuplaşmanın da ötesinde, bölünmeye doğru gitmektedir. Ekonomi iflasın eşiğinde ve siyaset sorunlara çare üretmekten oldukça uzaktır…

Böylesi bir dönemde, 1992 yılında, Nevruz oldukça olaylı geçer ve siyasi tansiyon iyice yükselir. Kürt siyasal hareketinin o dönemdeki partisi olan Halkın Emek Partisi’ne (HEP) karşı ciddi bir toplumsal muhalefet oluşmaya başlar. Başlangıçta Nevruz kutlamalarına tepki olarak ortaya çıkan kaos, sonraları Türkler ve Kürtler arasında gerginliklerin ateşleyici fitili olur.

Bu gerginliklerden birisi de Muğla’nın Fethiye ilçesinde yaşanır. Çatışmalarda şehit olan bir yüzbaşının cenazesinde çıkan olaylar tansiyonu had safhaya taşır. Bölge, her an patlamaya hazır barut fıçısına dönmüştür. Siyaset bıçak sırtındadır ve iç karışıklık kapıdadır. HEP heyeti yaptığı incelemeler sonucunda, “Türk-Kürt çatışması ihtimaline” dikkat çeken bir rapor hazırlar ve olumsuz gidişatı parti liderleriyle paylaşmaya karar verir. Çünkü “Birileri Türk halkını Kürt halkına, Kürt halkını da Türk halkına düşman edici bir kanlı tuzak kurmaktadır.”

Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel HEP’lilerin görüşme taleplerini reddederken, Erdal İnönü, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan, Mesut Yılmaz ve Alparslan Türkeş kabul eder. HEP heyetinin en ilginç görüşmesi, MHP lideri Alparslan Türkeş ile gerçekleşir. Çünkü o, hem Türk milliyetçiliğinin fikir babasıdır, hem de oldukça kudretli eski bir albay… Türkeş, HEP’lilerle oldukça yakından ilgilenir. Sohbet boyunca, daha çok kızım dediği Leyla Zana’yı muhatap alır ve Türkler ile Kürtlerin kardeşliğine vurgu yapar; “...Biz 900 yıldır kardeşiz. Benim yeğenlerim Kürt’tür. Kız kardeşim Kürt’le evli. Bizim birbirimizden ayrılmamız mümkün değildir” diyerek heyeti rahatlatan bir konuşma yapar. (Faruk Bildirici, Yemin Gecesi, Leyla Zana’nın Yaşamöyküsü, s: 142-143).

Türkeş’in bu olumlu ve sıcak tavrı HEP’lilerde şaşkınlık yaratırken, Türkeş’in heyeti kapıya kadar uğurlaması ise tam bir sürprizdir. Hatta çıkışta kapının iki tarafına sıralanan ülkücü gençler, aralarından geçen Kürt milletvekillerini saygı ile selamlarlar. Bu hayli ilginç görüşmeden sonra Fethiye’de sular durulur ve toplumsal tansiyon düşmeye başlar. Ortak akıl, samimiyet ve çözüm bulma iradesi gerilimi bir anda önler. Bundan dolayı, hep bu toplumda gerçek anlamıyla bir kutuplaşmanın olmadığını ifade etmeye çalışıyorum. Olanlar, çoğunlukla keskinleşen siyasi tercihlerin sonuçlarıdır.

Türkeş’in mesajı hatırlanmalı

Şu dönemde de toplum ve siyaset, sırat köprüsünden geçiyor. Ancak bir kısım milliyetçilerin veya ülkücülerin ve sırtını PKK’ya dayayan HDP’lilerin tavrı, yeni soru işaretleri doğuruyor. Önce MHP lideri Devlet Bahçeli’nin almış olduğu karara itiraz edip cumhurbaşkanlığı sistemine karşı çıkan bir kısım MHP’linin ve ülkücünün durumunu analiz edelim. Cumhurbaşkanlığı sistemi, öncelikle güçlü yürütme ve yasama sistemine dayanmaktadır. Konsolide edilmiş yürütme ve yasama, güçlü devlet olmaya giden işaret taşıdır. Ekonomik istikrar, toplumsal bütünleşme ve siyasal başarı ancak güçlü yürütme ile sağlanabilir. Kendi hinterlandında politikalar üretmek, nüfuz alanını genişletmek, devletin bekasını korumak veya satranç tahtasında şah olmak ancak böylesi bir siyasallık ile mümkün olabilir. Başkanlık sistemine nispetle parlamenter sistemi savunmak; koalisyonları, ekonomik darbeleri, toplumsal bölünmeyi, istikrarsızlığı, terörü ve şiddeti savunmak ile doğru orantılıdır. Unutmayalım ki, bu devleti ve milleti ipotek altına alan ve sorun üreten öncelikle siyasal sistemin kendisidir.

Sorunun kaynağı, kadük hale gelmiş olan parlamenter düzendir. Türkeş’in ifadesiyle “Türkiye’yi dış güçlerin müdahale edebilecekleri bir iç savaş alanı olmaktan çıkarmak” ancak güçlü bir yürütme ile mümkün olabilir. Hayır diyecek olan ülkücüler, vermiş oldukları kararı yeniden gözden geçirmelidir.

12 Eylül sonrasında yapılan anayasa ile parlamenter sistem zaten ucube hale gelmişti. Cumhurbaşkanına yüklenen “rejimi koruma” misyonu ile parlamenter sistemden zaten uzaklaşılmıştır. Meral Akşener’i veya Sinan Oğan’ın hayır kararını destekleyen ülkücüler, Türkeş’in perspektifini yeniden hatırlamalı ve kadük hale gelmiş bir sistemi savunmamalı…

HDP’nin ‘Hayır’ı

Gelgelelim HDP’nin durumuna… 7 Haziran 2015 tarihinden itibaren PKK’nın gölgesinde siyaset yapan HDP ise oldukça ilginç bir pozisyona savrulmuş durumda… Kürtlerin haklarını savunduğunu iddia etmesine rağmen, HDP’nin Kürtleri yıllar yılı yok sayan eski düzeni savunması oldukça manidar. Kürt sorununu çözümsüz hale getiren, Türk-Kürt kardeşliğini dinamitleyen ve bölgeyi şiddet ve terör yuvası haline getiren, hak gasplarını sıradanlaştıran bizatihi parlamenter sistemin hastalıklı ve çözüm üretmeyen yapısıdır. Unutmayalım ki, eski düzenin matematiğinde Kürtlerin reddi, inkârı ve asimilasyonu vardı.

Askerin mücadele etmiş olduğu teröristi yetiştiren bataklık, ancak siyaset ile kurutulabilir. Kürt ve terör sorununu demokratik çerçevede çözecek olan da siyasi iradedir. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerin, terörün ve şiddetin kol gezdiği yerler olduğu da unutulmamalı. Yeni sistem, teröre ve teröre sırtını dayayarak siyaset yapma kurnazlığına da imkân tanımamaktadır. Güçlü yasama ve yürütme sistemi, bölücülüğe ve ayrımcılığa karşı bir Türkiye vaat ediyor. Bölgenin ekonomik kalkınmasının, refah ve istikrarının yolu, Cumhurbaşkanlığı Sistemi’dir. Bu siyasal değişim, PKK’yı ve benzeri terör örgütlerini ortadan kaldıracak ve bölgeyi huzur adasına çevirecek potansiyele sahiptir. Böylece 900 yıldan beri devam eden barış, huzur ve kardeşlik bölgede yeniden inşa edilecektir.

Sonuç olarak; siyasi partiler, halkın talep ve beklentilerini parlamentoya taşıyan ve politik çözüm üretmeye çalışan kurumlardır. Ancak HDP, Kürtlerin meşru ve haklı taleplerini meclise taşımak ve çözüm aramaktan öte, PKK’nın siyasal organına dönüşerek Kandil’in piyonu olmayı tercih etmiştir. Kandil’in emrine girerek siyaset kurumunun doğasına ihanet etmiş ve PKK gibi kanlı bir örgütünü meşrulaştırmaya çalışmıştır. Anlaşılan o ki, Kürt seçmenin aleyhine olan HDP’nin hayır tercihi de PKK’nın bölge üzerindeki hegemonyasını muhafaza içindir.

[email protected]