Türkiye'nin pro-Filistin politikası kimleri rahatsız etti?

Prof. Dr. Metin Aksoy/ Selçuk Üniversitesi Rektörü
19.04.2024

Ak Parti iktidarının Filistin davasına sahip çıkmadığı yalanının kullanılmasının amacı açıktır: Filistin davasına koşulsuz destek veren Ak Parti iktidarının içeriden sarsılması. İran nezdinde ise temel hedef İslam dünyasının ve ümmetin birincil aktörü olarak öne çıkan Türkiye'nin bu konumunun tasfiye edilmesi.


Türkiye'nin pro-Filistin politikası kimleri rahatsız etti?

Terör devleti İsrail'in Gazze'de gerçekleştirdiği soykırım uluslararası aktörler için bir nevi turnusol kâğıdı vazifesi görmektedir. Nitekim Batılı devletlerin İsrail'e olan koşulsuz desteği yalnızca bu devletlerin iki yüzlü siyasetini değil aynı zamanda II. Dünya Savaşı sonrasında tesis edilen Batı menşeli uluslararası sistemin tarafgirliğini ve işlevsizliğini de gözler önüne sermiştir. Buna karşılık Türkiye ve birkaç devlet dışında İslam dünyasının da İsrail mezalimine karşı sessizliği yine bu devletlerin başarısızlığı kadar İslam dünyasının alternatif bir dünya paradigması inşa etme gücünden şimdilik uzak olduğunu ortaya koymuştur. Zira tam da İslam dünyasının kalbinde yaşanan ve soykırıma varan bir mezalimi sona erdirme kabiliyeti bulunmayan bir medeniyetin bütün bir dünya için sahip olduğu potansiyel anlamsızlaşmıştır. Ortaya çıkan sonuç 6 aylık süreçte terör devleti İsrail'in saldırıları ve geri kalan dünyanın sessizliğiyle katledilen 33 bini aşkın Filistinlidir.

Türkiye ise bu süreçte Batı ve İslam dünyasının yerine getirmesi gereken sorumlulukları tek başına ve çok yönlü dış politikasıyla yerine getirmeye çalışan normatif bir güç olarak hareket etmiştir. İsrail'e karşı Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde açılan davaya deliller sunması, Filistinlilere gönderilen insani yardımda BAE ile başı çekmesi, uluslararası toplumun İsrail mezalimine tepki göstermesi gerekliliğini sürekli ve üst perdeden vurgulaması gibi örnekler bu gerçeği teyit etmektedir. Bu durumun bir diğer sonucu uluslararası sistemdeki özgül ağırlığı artan Türkiye'nin "İslam dünyasının ve ümmetin umudu" olarak öne çıkmış olmasıdır. Bahse konu bu öne çıkış özellikle iki uluslararası aktörün (İsrail ve İran) Türkiye'yi hedef almasına sebebiyet vermiştir. Bir başka deyişle bu iki devlet Türkiye'nin genelde uluslararası sistemdeki özelde ise İslam dünyasındaki yükselişini engelleme hususunda ortak paydada buluşmaktadır.

Sosyal medya ile güçlendirilmiş Goebbels tekniği

İsrail ve İran'ın söz konusu amaca ulaşmada araçsallaştırdığı unsur ise eskimeyen bir yöntem olan ve şimdi yeni araçlarla etkinliği daha da arttırılan Goebbels tekniğidir. Hitler döneminde Propaganda Bakanı olan Joseph Goebbels, Nazi Almanyası'nın işgallerinin hızlı bir şekilde başarıya ulaşması için "Büyük Yalan" adını verdiği bir teknik geliştirmiştir. Bu tekniğin temelinde gazete ve radyo gibi iletişim araçları kullanılarak yalanların tekrarlanması, böylece hedef kitle nezdinde yalanın doğru ile yer değiştirmesi ve toplumun büyük bir bölümünün yalanın doğru olduğu yönünde ikna olması yatmaktadır. Aslında toplumu ikna eden husus kitlelerin hiçbir gücün yalanı sürekli bir şekilde kamuoyunda yayamayacağı düşüncesine sahip olmasıdır. Bir başka deyişle, "bu kadar sık tekrarlanıyorsa herhalde doğrudur" algısının kitleler nezdinde yerleşikleşmesi bu tekniğin başarılı olmasını sağlamaktadır.

Goebbels radyo, gazete ve poster gibi geleneksel iletişim ve medya araçlarını kullanırken, günümüzde -geleneksel araçlara ek olarak- sosyal medya platformları da Büyük Yalan tekniğinde önemli bir işlevselliğe sahiptir. Çünkü bu platformlar büyük yalanların yayılması ve toplumların algısının istenilen hedefe doğru yönlendirilmesinde yeni fırsatlar ortaya çıkarmıştır. Her şeyden önce sosyal medya platformları, geleneksel iletişim ve medya araçlarına kıyasla daha düşük bir maliyetle Büyük Yalan tekniğinin uygulanmasına olanak tanımaktadır. İkinci olarak, sosyal medya platformları yanlış bilgi ve haberlerin hızlı bir şekilde yayılmasını ve sürekli tekrarlanmasını sağlayarak, Büyük Yalan tekniğinin başarı şansını yükseltmektedir. Üçüncü olarak, sosyal medya platformlarında kullanılan algoritmalar yalan bilgi ve haberleri, hedeflenen grupların algılarına göre düzenleyerek ikna düzeyini arttırmaktadır.

Söz konusu algoritmalar toplumsal grupların benzer fikir ve düşüncelere maruz kalmasına neden olarak yayılan yanlış bilgi ve haberlerin sorgulanma olasılığının düşmesine ve Büyük Yalan tekniğinin başarılı olmasına olanak sağlamaktadır. Dördüncü olarak, sosyal medya platformlarında viral olan paylaşımların geleneksel iletişim ve medya araçlarında gösterilmesi Büyük Yalan tekniğinin başarısına zemin hazırlamaktadır. Tüm bu sebeplerle sosyal medya platformları Büyük Yalan tekniğinin başarısında kullanılacak önemli bir araç haline gelmiş, bu durum devletlerin ve istihbarat örgütlerinin istedikleri hedeflere ulaşabilmeleri amacıyla sosyal medya platformlarıyla güçlendirilmiş Büyük Yalan tekniğini daha yoğun kullanmalarına sebebiyet vermiştir. Nitekim günümüzde Türkiye uluslararası sistemdeki ve İslam dünyasındaki özgül ağırlığının artması ve terör devleti İsrail'e karşı uzlaşmaz tutumu sebebiyle Büyük Yalan tekniği üzerinden gerçekleştirilen saldırıların hedefi haline gelmiştir.

Saldırının failleri

7 Ekim'de yeniden hareketlenen İsrail-Filistin ihtilafında Türkiye'nin Filistin'e yönelik dış politika ana hattı İsrail mezaliminin durdurulması olarak belirlenmiştir. Bu kapsamda Türkiye taraflara yönelik ilk olarak itidalli olma çağrısında bulunmuş, daha sonra ise arabuluculuk teklifi yapmıştır. Arabuluculuk teklifini reddeden İsrail'in Filistinlilere yönelik mezalimini arttırması üzerine Türkiye bu saldırının sona erdirilmesi için çok yönlü diplomasi uygulayarak hem bölge ülkeleri hem de Batılı devletler ile görüşmeler gerçekleştirmiştir. Söz konusu görüşmelerde Türkiye, İsrail'in Gazze'de gerçekleştirdiği insan hakları, uluslararası hukuk ve savaş hukuku ihlallerini vurgulayarak, uluslararası toplumda İsrail'in baskılanmasını hızlandırmayı hedeflemiştir. Yine Türkiye, İsrail mezaliminin meşru müdafaa kapsamında değerlendirilemeyeceğini ve İsrail ile onu destekleyen ülkelerin söylemlerinin geçersiz olduğunu ortaya koymuştur.

Türkiye diplomatik alandaki girişimlerine ek olarak insani yardımda da Gazze'ye en fazla yardım gönderen ikinci ülke konumundadır. İsrail'e destek veren firmaların ve İsrail menşeli ürünlerin boykot edilmesi hareketini destekleyen Türkiye, TRT gibi kamu yayıncıları vasıtasıyla boykotu ulusal ve uluslararası alanda yaymaya çabalamıştır. Son olarak Türkiye, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı ve Anadolu Ajansı gibi kurumlar vasıtasıyla İsrail'in ve İsrail'i destekleyen ülkelerin kara propaganda ve yalan haberlerini çürütmeye çalışmıştır. Türkiye'nin Filistin halkının yanında konumlanan bu duruşunu kendi ülkesel ve bölgesel çıkarları noktasında tehdit olarak gören devletler söz konusu yükselişin mimarı olan siyasi iradeyi yani Ak Parti'yi mümkün olan her yolla baskılamak istemektedir. Bu yolla Türkiye'nin normatif ve sınır aşan gücünün engellenmesi ve Türkiye'nin kendi sınırları içerisine hapsolan bir güç olması hedeflenmektedir.

Bu doğrultuda Türkiye'nin Filistin yanlısı tutumundan rahatsız olan uluslararası aktörlerin sosyal medya ile kuvvetlendirilmiş Goebbels tekniğine yani Büyük Yalan tekniğine başvurdukları gözlemlenmektedir. Hatta bu tekniğin 31 Mart 2024 tarihli yerel seçimler öncesinden başlatıldığı ve amacın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile iktidarına yönelik halk desteğini aşındırmak olduğu açıktır. Nitekim yerel seçim öncesi ve seçim süreci boyunca İsrail ve İran'ın Türkiye'deki siyasi uzantıları Ak Parti iktidarının Filistin davasına sahip çıkmadığı yalanını neredeyse her gün dillendirmiş ve bazı siyasi partiler de bütün bir seçim süreçlerini bu yalan üzerine temellendirmiştir. İsrail'in lehine büyük yalan tekniğinin kullanılmasının amacı açıktır: Filistin davasına koşulsuz destek veren Ak Parti iktidarının içeriden sarsılması. İran nezdinde ise temel hedef İslam dünyasının ve ümmetin birincil aktörü olarak öne çıkan Türkiye'nin bu konumunun tasfiye edilmesi.

İki önemli gelişme İsrail ve İran'ın Filistin meselesi özelinde ve ortak bir şekilde Türkiye'nin Filistin yanlısı politikasını sekteye uğratmak amacında olduğunu ortaya koymuştur. İlk olarak yerel seçim sonuçlarının hemen akabinde İsrail Dışişleri Bakanı Israel Katz sosyal medya hesabı X üzerinden bir paylaşım yapmış, Türkiye'de yerel seçimlerin Erdoğan için yenilgiyle sonuçlandığını belirterek Ekrem İmamoğlu ile Mansur Yavaş'ı tebrik etmiştir. Söz konusu iki siyasinin İsrail Dışişleri Bakanına hak ettiği tepkiyi göstermemesinden daha vahim olan ise söz konusu paylaşımda bu seçimlerin İsrail'e saldıran Erdoğan için açık bir mesaj olduğunun vurgulanması ve Erdoğan'ın İsrail dışında saldıracak yeni merkezler bulmasının gerekli olduğunun belirtilmesidir. Görüldüğü üzere terör devleti İsrail için yerel seçimlerin anlamı Erdoğan'ın Filistin yanlısı ve İsrail karşıtı politikasının az da olsa sekteye uğrayacağı umududur.

İsrail ile İran'ın Filistin davası özelinde Türkiye'nin Filistin halkının yanında saf tutan pozisyonunu bertaraf etmeye çalıştıklarını yani söz konusu "düşman kardeş" iki devletin Türkiye karşıtlığında buluştuğunu tescil eden ikinci gelişme ise İran'ın İsrail'e yönelik drone saldırısıdır. Öyle ki Türkiye'nin diplomatik girişimleri ile Batı dünyasının halkları ve bir kısım Batılı devlet İsrail'in Gazze soykırımını eleştirmeye başlamışken İran'ın neredeyse hiçbir zaiyat verdirmeyen ve yapılacağı bangır bangır ilan edilen bu drone saldırısı ile Batılı devletler ve kamuoyu yeniden İsrail'in arkasında saf tutmuştur. Görüldüğü üzere bir kez daha İsrail'in varlığı ve agresif politikasının "meşruiyeti" İran'ın varlığı ve agresif politikası üzerinden tesis edilmiştir. Bunun tam tersinin de geçerli olduğu asla unutulmamalıdır. Öyle ki İran "İslam dünyasının lehine" bir şekilde Şii Hilali oluşturma politikasının "meşru" temeli olarak da İsrail'in varlığını göstermektedir.

İran ve İsrail ortak hareket ediyor

Dolayısıyla İsrail ile İran'ın Türkiye'nin Filistin politikasını sekteye uğratmak adına ortak hareket ettiğinin açık göstergeleri bunlar iken Türkiye'ye yönelik büyük yalan tekniği üzerine kurulu saldırının da bu iki devletin uzantılarından geldiğini belirtmek boşuna değildir. Bahse konu büyük yalanın temel sac ayaklarını değerlendirmek gerekirse; ilk olarak Ekim-Aralık 2023 döneminde Türkiye'nin İsrail'e yönelik ihracatının "hız kesmeden devam ettiği" ve "1 milyar doları aştığı" yalanı sosyal medya üzerinden yayılmıştır. Oysa TUİK verilerine göre Türkiye'nin Ekim-Aralık 2022 döneminde İsrail'e yönelik ihracatı 1,67 milyar dolar ve ithalatı 762 milyon dolar iken, Ekim-Aralık 2023 döneminde ihracat 1,1 milyar dolara, ithalat ise 322 milyon dolara gerilemiştir. Bir başka anlatımla 2022 ile 2023 yılının Ekim-Aralık dönemi karşılaştırıldığında, İsrail'e yönelik ihracat yüzde 34 oranında, ithalatın ise yüzde 58 oranında düştüğü görülmektedir.

İkinci olarak, Türkiye'nin İsrail savaş uçaklarına jet yakıtı sattığı yalan haberi tedavüle sokulmuştur. Ancak Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'nın Türkiye'nin İsrail savaş uçaklarına jet yakıt satmadığını ve sadece Türkiye'de bulunan İsrail'e ait yolcu uçaklarına jet yakıtı verildiğini açıklaması, bahse konu iddianın kara propaganda ve manipülasyon amaçlı üretildiğini ortaya koymuştur. Üçüncü olarak Gazze'de ateşkes ilan edilene ve İsrail Gazze Şeridi'ne yeterli miktarda insani yardım akışına izin verinceye kadar Türkiye'nin İsrail'e yönelik aldığı ihracat kısıtlama kararını uygulamadığı iddia edilmiştir. Ticaret Bakanlığı ise kararın yürürlüğe girdiği 9 Nisan 2024 tarihi saat 09.00'dan itibaren yasak konusu olan 54 ürün grubuna ait malların ihracat beyanname tesciline izin verilmediğini açıklamıştır. Bu yalanın sahiplerinin göz ardı etikleri bir diğer husus Türkiye'nin İsrail ile olan ticaretini kısıtlama kararını kendisinin vermiş olmasıdır.

Bir başka anlatımla Türkiye -örneğin Batı dünyasının Rusya'ya ya da İran'a yaptırım kararlarının aksine- aldığı bu kararla kendisini kendi isteğiyle kısıtlamaktadır. Dolayısıyla İsrail'e yönelik uluslararası bir yaptırım kararı yokken Türkiye'nin kendisini kendi aldığı kısıtlama kararı ile bağlaması Filistin yanlısı politik tutumunu yansıtmaktadır. Herhalde Türkiye gibi vizyoner bir devlet uymayacağı yaptırım kararlarını kendi kendine ilan etmek gibi bir tutarsızlığı da göstermezdi. Özetlemek gerekirse Türkiye yerel seçimler öncesinden başlamak üzere ve günümüzde de yoğunlaştığı haliyle büyük yalan tekniği saldırısının hedefi konumundadır. Yukarıda bahse konu saldırının İsrail ve İran ile bu devletlerin Türkiye'deki siyasi ve istihbari uzantıları vasıtasıyla yürütüldüğü, bunun da iki önemli gelişme ile -İsrail Dışişleri Bakanının açıklaması ve İran'ın drone saldırısı- tescil edildiği vurgulanmıştı.

İsrail ile İran'ın Türkiye'nin Filistin yanlısı politikası nezdinde duyduğu rahatsızlık ve buna yönelik büyük yalan tekniği saldırıları nezdinde ortaklaştıklarını gösteren bir başka husus oldukça derin ve anlamlıdır. Siyonizm'in Nazizm'in 21. yüzyıldaki muadili olduğunu ve Netenyahu'nun Hitler'in ruhunu taşıyan bir katil olduğunu geçmiş yazılarımda defaatle vurgulamıştım. Ancak İran'ın da İslam dünyasının kalbine saplanan ikinci bir hançer olduğu unutulmamalıdır. Nitekim "İran" sözcüğünün kökeni etimolojik olarak Sanskritçe "Aryan" sözcüğünden gelir. Bununla birlikte her iki devlette de ülke içi fundamental muhalefetin kaynağı benzerdir. Öyle ki İsrail'deki fundamentalist Yahudiler İsa Mesih henüz yeryüzüne gelmediği için İsrail devletinin kurulamayacağını, İran'daki fundamentalist Şiiler ise 12. imam kayıpken bir İslam devleti kurulamayacağını temel alarak kendi devletlerinin varlığını sorgulamaktadır.

İma ettiğim ve örnekleri arttırılabilecek olan bu tarihsel ve teokratik ortaklığın güncel zemininin Filistin meselesine sahip çıktığı için Erdoğan ve Ak Parti düşmanlığında kendisini yeniden gösterdiğini düşünüyorum. Dolayısıyla İsrail'in Şam'daki İran Büyükelçiliği saldırısı, İsrail'in Filistin'deki mezaliminin meşruiyetinin Batılı devletler nezdinde yeniden tesis edilmesini sağlayacak bir İran karşı saldırısını öngörülerek yapılmıştır. Bu meşruiyeti sağladıktan sonra her iki devletin de hedefi Türkiye'deki uzantıları üzerinden Erdoğan'ın Filistin davasındaki tutumunu yalan haberlerle boşa çıkarmak şeklindedir. O halde Türk devletine düşen görev sahada ve diplomaside gösterdiği karşı duruşu sosyal medya platformları üzerinden de göstermek ve büyük yalan tekniği saldırısını boşa çıkarmaktır.