Üç zirvenin hikâyesi : ŞİÖ, G7 ve Singapur

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney / Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi İİSBF Dekanı
16.06.2018

Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen üç önemli zirve üç kıssadan hisse çıkarmamızı sağladı. 1) Nükleer silahlar işe yarar; 2) Nükleer silahsızlanma/KİS karşıtı rejimlerin yaşaması bugün ucuz zafer gösterileriyle sağlanabilir; 3) Derdi daha güçlenmek, zenginleşmek ve yayılmak olan dengesiz bir dostunuz varsa, bu dostunuz dost/düşman/rakip tanımlarını her gün değiştiriyorsa, müttefikliğin içi boşalmıştır. Böyle bir dünyada dengeleme tek kuraldır.


Üç zirvenin hikâyesi : ŞİÖ, G7 ve Singapur

‘Eski Dünya’nın bir köşesinde oturmuş, ABD Başkanı Trump’ın Kim Jong Un ile yaptığı tarihi zirve sonrası basın toplantısını izliyorum. Trump oldukça keyifli görünüyor. Art arda espriler yapıyor; neredeyse 2-3 ay önce “büyük düğmeye” basarak yok etmekle tehdit ettiği ve “çok, çok, çok kötü biri olarak tanımladığı” liderle buluşmamışçasına neşeli. Gerçi sözlerinden artık “Kim” e güvendiğini, “Kim’in de” ona güvendiğini anlıyoruz. Singapur’da ABD ve Kuzey Kore Liderleri bir araya gelip, İran Nükleer Anlaşmasından bile “kötü”, “zayıf”, “belirsiz” bir mutabakat olarak değerlendirilen dört maddelik kararı imzaladılar. Singapur mutabakatının sonuçlarından endişe duyan uzmanlar bu Trump-Kim güvendaşlığı karşısında rahatlayabilirler. Gerçi, hatırladığımız kadarıyla Kim Jong Un, üvey kardeşini kimyasal bir suikastla öldürtmekle suçlanıyordu. Trump konusundaki suçlamalar da malum. Ancak şimdi Skripal hadisesiyle bir kaşık suda Rusya’yı boğanlara da Trump’ın nasıl ABD başkanı olabildiğini düşünenlere de susmak ve “barış kokan” bu tabloyu selamlamak düşer. Sonuçta Singapur Zirvesi her yönüyle tarihi bir zirveydi. Öyle ki Kore Yarımadası’nın nükleer silahsızlanması gibi ciddi bir meselede Trump, soru sormak isteyen gazetecileri saç tuvaletlerinin güzelliğine göre seçip, insan hakları ihlalleri olsun, verification yani nükleer silahsızlanmanın denetlenmesi olsun, ciddi meselelerle ilgili soruları, “canım yaptırımları kaldırmıyoruz ki” eli çabukluğuyla geçiştiriverdi. ABD üniversitelerinde, Washington DC hengamesinde dirsek çürütenler hiç endişe etmesinler; Trump aklındaki formülün işlediğine, işleyeceğine inanıyor.

Aslında Trump, Singapur’a gelmeden önce Rusya’ya G8 kartını sunarken, Singapur’da da İran’a selam çakarken, aklındaki formülü bir kez daha dillendirdi. Düşmanları önce yaptırımlarla boğacak, sonra dövecek, sonra kaynatacak, en son artık düşmandan geriye nasıl bir posa kaldıysa onunla masaya oturacak, el sıkışacak, esprilerin havada uçuştuğu, içi boş anlaşmaların imzalandığı cici basın toplantıları düzenleyecek. Nasılsa yarın anlaşmalardan vazgeçilebilir, yaptırımlar daha güçlü gelebilir, hatta yaptırımsız, vergisiz, duvarsız, gümrüksüz bir dünya asla gelmeyebilir. Düşmana bu sunulurken, dosta ne sunulduğunu da G7 zirvesinin ağızda kekremsi tat bırakan finalinden gördük. Avrupa devletlerinin Kanada Başbakanı Trudeau’yu tüm bağıra basma, gönlünü alma çabalarına hatta Amerikan muhafazakarlarının “Bu sefer biraz kantarın topuzu kaçtı, Trump kaba davranmış olabilir” eleştirilerine rağmen Amerikan Başkanı zengin dostlara vermiş olduğu mesajdan gayet mutlu görünüyor. Trump, söz konusu “ABD işçilerine karşı Kanadalı işçilerin hakları”, “ABD yatırımlarına karşı diğerlerinin yatırımları”, “vergiye karşı vergi/gümrüğe karşı gümrük” olduğunda, yani mesele “para, para, para” olduğunda popülerliğini sarı ördek baskılı çoraplara, Hindistan’da yaptığı danslara ve tabii medeni kibarlığına borçlu olan bir siyasetçiye ağzının payını nasıl verebileceğini gösterdi. Öyle ki, bu tür saldırılara karşı doğal olarak bağışıklığı varmış gibi duran Merkel dahi, Trump’a karşı direnen dostların fotoğrafını kamuoyuna servis etmek durumunda kaldı. Bu fotoğraflarda görülen ve hissedilen duygu, zenginin zengine, Batı’nın Batı’ya, dostun dosta karşıtlığı ne kadar güçlüyse Trump’ın ekranlarda yaptığı açıklamalarda o kadar güçlü: “ABD’yi bir domuz kumbarası sanıp, soyuyorlar! Artık yapamayacaklar!”.

 Sahnelenen birlik ruhu

Geçen hafta yapılan üç önemli zirvede dünya gündemi şekillenirken, Trump hem Kanada’da hem de Singapur’da Batı müttefikliğini parayı zikrederek pare pare sökmeyi başardı. Trans-Atlantik dünya için zor ve üzücü günler, çünkü aynı anda Doğu’nun zenginleriyle, daha az zenginlerini bir araya getiren Şangay İşbirliği Örgütü Zirvesi (ŞİÖ/SCO) Çin’de başka bir resmi dünyaya duyuruyordu. Aralarında kimi zaman kan, kimi zaman toprak davası olan ve tarihsel olarak da çok dost kategorisinde sayılamayacak ülkeler, ŞİÖ’de uyumlu bir birliktelik ve dostluk tablosu sergilemeye özen gösterdi. ABD’nin mezara gömdüğünü düşündüğü “yükselen bölgeler” fikrinin, Batı bu haldeyken farklı biçimlerde küllerinden doğduğunu gösteren bir tabloydu. Demek ki Amerikan kumbarasını doldurmak için giderek acımasızlaşacağı düşünülen ABD yönetiminin yaratacağı istikrarsızlıktan korkuluyor ve dengeleyici mekanizmaların istikrar yaratıcı etkisini Hindistan gibi ABD ile iyi geçinenler dahi göstermekten çekinmiyorlar.

G7 Zirvesi’nden Trump, ABD’li diplomatlara sonuç metnini imzalamama emri vererek erken ayrıldığında, Singapur’a uçarken de Trudeau’ya hakaretamiz cevapları twitter üzerinden yayınladığında, yani Rusya, İran, Trans-Atlantik birlik, G7 Ruhu vb konularda dünyaya mesaj vermesi gereken zirve Batı’nın bölünmesi ile sonuçlandığında TheAtlantic ‘de çıkan bir yorumu okuyordum. Sonuçta yorumcu müttefiklerin de belli konularda haklı olduğunu söylüyor, Trump’ın özellikle Rusya ve İran (şimdi Kuzey Kore’yi de listeye ekleyelim) gibi önemli konularda tek başına, üstelik pek çok zikzağın ardından karar almasını çok şık bulmuyordu. Bütün bu “başkanın nevi şahsına münhasır” yönetim sitilini (ki kimileri Mad Man yani Deli Adam taktiği diyorlar) rahatsız edici bulmakla beraber şu soruyu soruyordu yorumcu: Dostlarımız ne yapabilirler ki? Daha iyi bir alternatifleri mi var? Bu soruya, üstün körü, düşünmeden yanıt verdiğimizde ABD ile müttefikleri arasındaki ilişkiyi tek pencereden görebiliriz. Nitekim Batı İttifakı bizzat Trump tarafından parçalanırken dahi, dün İngiltere, Fransa, bugün İtalya, ABD Orta Doğu’dan aslan payını aldıktan sonra kendilerine ne kalır diye bakıyorlar. Fırat’ın doğusuna asker gönderip ABD’nin YPG stratejisine destek vermek, pare pare kalmış Batı ittifakında paranın hala önemli bir motivasyon kaynağı olduğunu gösteriyor. Ancak ABD’nin Deli Adam taktiğine dayandırdığı tek taraflılık, bulanıklık, tehdit ve ekonomik saldırı stratejisinin yaratacağı kargaşa bu parasal motivasyona da zarar verebilir. Bu tehlikeyi hissedenler ABD yönetimini uyarmaktan geri kalmıyor.

Örneğin deneyimli bir diplomat olan Nicolas Burns, Avrupa-Atlantik Dünya’sının içinde bulunduğu durumu açıklarken “Batı tarihindeki en kötü zaman” tanımlamasını kullanıyor. Burns, ABD’nin değirmenine su taşıyan düzenin, bu düzeni destekleyen Almanya’nın birleşmesi, Bosna/Kosova Barış Anlaşmaları ve İran Nükleer Anlaşması gibi diplomatik başarıların tek başına ABD’nin marifeti olmadığını, müttefiklerin desteği ile sağlandığını hatırlatıyor. Burns, Kuzey Kore nükleer krizini çözmek için Singapur’da masaya oturanlar arasında Güney Kore ve Japonya’nın olmadığının farkında. Acaba takvimi belli olmayan, denetleme takvimi ve mekanizmaları belirlenmemiş nükleer silahlardan arınma sözü Washington kadar Seul ve Tokyo’yu da ikna etti mi? Trump, tek başına (basın toplantısında nükleer silahlardan arındırılma konusunda pek çok bilimsel çalışma okuduğunu söyledi) ikna olduğu bu muğlak süreç için Pasifik’te nükleer caydırıcılık ve teminat sağladığı ülkelere çok güven vermeyecek jestler yapmaya başladı bile. Kim ile el sıkışmasının üzerinden kısa süre geçmişti ki ABD yönetimi Güney Kore ile ortak gerçekleştirecekleri askeri tatbikatı durdurdu. Trump, gerçekten ucuza gelen bir zafer kazandığını düşünüyor olmalı. Ancak müttefikleri kaybetmek ABD’ne sanıldığından pahalıya patlayabilir. Nitekim ABD’de bazı çevreler, küçük nükleer silahlara sahip düşmanlara ABD’nin nasıl davrandığını gören, tedirgin ve küskün dostların ellerindeki alternatifi fark etmelerinden korkuyor. Tokyo ve Seul, hatta Berlin, birden düşünülmezi düşünmeye ve kendi küçük nükleer bombalarını hayal etmeye başlayabilirler.

Trump, Amerika’ya, Amerika’nın içindeki Amerika’ya (Yeni Muhafazakar Evangelist akla) inanıyor. O nedenle Soğuk Savaş sonrası Batı zaferi olarak görülecek bir çuval inciri mahvetti. O nedenle hiçbir müttefikine danışmadan Ortadoğu’da İsrail’in peşine takıldı, daha kötü bir nükleer anlaşma yaparken daha iyi bir nükleer anlaşmayı yırtıp attı, bir gün önce yaptırım koyduğu Rusya’yı kimseye sormadan G7/8’e çağırdı. ABD yönetiminin öngörülmez büyük beyaz cezalandırıcı rolüne kendisini kaptırdığını gören müttefikleri en nihayetinde başka tehlikeler kadar ABD’den de kendilerini korumak için o son nihai caydırıcı adımı atmayı düşünebilir. Üstüne üstük G7 zirvesi bize gösterdi ki globalist dünyadan çok uzağız. 19. -20. Yüzyıl milliyetçiliği ya da korumacılığı değil söz konusu olan ama farklı bir milliyetçilik çağındayız. 

Singapur Zirvesi

Kuzey Kore nükleer meselesiyle ilgili uzmanlarının ortak fikri, 12 Haziran Singapur Anlaşması’nın Kuzey-Kore’nin nükleer silahlardan arındırılması konusunda hiçbir yenilik getirmediği. Konunun uzmanlarından Mark Fitzpatrick, Singapur anlaşması yeni bir şey getirmedi derken, Trump-Kim uzlaşmasında ortaya çıkan metnin aslında bundan önceki 1992, 1993, 1994, 2000,2005 ve 2007 Anlaşmaların oldukça gerisinde kaldığını ortaya koyuyor. Sonra da Fitzpatrick,Trump’ın İran Nükleer Anlaşmasını yırtıp atarken dillendirdiği nükleer silahsızlanmanın peşinde olduğu iddiasının samimi olmadığını söylüyor. Orta Doğulular için Fitzpatrick’in iddialarında yeni bir şey yok. Trump yönetimi çifte standartlı, ikircikli ve Batılı uzmanların değerlendirmesine göre ikiyüzlü davranıyor. Anlaşıldığı kadarıyla Batı ve Avrupa düşünce kuruluşlarında çalışan, İran Anlaşması için, bundan önce Kore Yarımadasındaki çözümler için, 6 Taraflı Görüşmeler ve nükleer silahsızlanma konusunda ikincil diplomasi için ter akıtmış uzmanlar ve diplomatlar kendi çabalarını berbat diye nitelendiren ABD liderinin yaklaşımından alınmışlar. Aslında haklılar da, zira Singapur mutabakatı ABD’nin tek taraflı olarak çekildiği 2015 İran Nükleer Anlaşması’ndan içerik olarak oldukça geri bir anlaşma.

Şimdilik Kuzey Kore’nin yaramazlık yapmasını engelleyecek tek güç Pyongyong’un kafasının üzerinde sallanan Amerikan yaptırımları olacak. Yalnız, Trump’ın Kuzey Kore ile İran, Kuzey Kore’ye karşı yaptırımlar ve İran’a karşı yaptırımlar arasında kurduğu koşutluk yanıltıcı. Trump bu yanıltmayı bile isteye yapıyor ama Kuzey Kore’nin çoktan nükleer silah sahibi bir devlet olduğu, kolay kolay da bu gücü elinden bırakmayacağı, yaptırımlara dayalı caydırıcılığın Kuzey Kore konusunda çoktan sınıfta kaldığı, üstelik ABD-Kuzey Kore ticaret hacminin son derece düşük olduğu, bu yüzden ABD’nin Güney Kore ve Japonya ile (şimdi iptal edilen) ortak tatbikatlar gibi önlemleri aldığı unutulmamalı. Bugün Singapur diplomasisi, ABD’ye ucuz bir zafer getirdiği için kıymetli, çünkü ABD’nin özellikle İran Nükleer Anlaşmasını yırtıp attıktan sonra bu tür bir ucuz zafer gösterisine ihtiyacı vardı.

Üç kıssadan hisse

Trump yönetimi, son G7 zirvesinde komşu kavgasına dönüşen iktisadi saldırganlığını uzun bir süredir sürdürüyor. ABD, Amerikan kumbarasına uzanan dost parmaklara/ellere karşı orantısız bir kuvvetle vurmakta. Sorun, üstelik sadece, ABD sopasını yiyen eller değil, ABD mali ve ticari sistemdeki kural koyucu gücünü kural bozucu şekilde işleterek kumbaraya daha çok para akmasını da sağlıyor. ABD’nin saldırgan askeri gücü de yerli yerindeyken, post modern bir milliyetçilik çağından geçerken askeri rekabet ve nükleer silahlanma ile ilgili düşünceler dost ve müttefik ülkelerin zihinlerinde dahi doğabilir. Bu konuda nükleer silahsızlanma rejimini güçlendiren adımlardan biri olan İran Nükleer Anlaşmasından da ABD (Tel Aviv istedi diye) çekildi. Elinde insan gücü, stratejik savunma kapasitesi ve para olan dostları nükleer silah elde etmekten nasıl caydıracağız, silahsızlanmaya dostları nasıl ikna edeceğiz, hala global idealler varmış gibi davranmalarını nasıl sağlayacağız? Yeni Muhafazakar Evangelist akıl müthiş bir çözümle geldi: Kuzey Kore ile muğlak bir anlaşma yapalım. ABD için gerçekten de ucuz bir zafer. Başta saydığımız sebepler dışında iptal edilen tatbikatlarla ABD ne kadar çok para tasarruf etti. İsrail kadar değerli görülmedikleri için Güney Kore ve Japonya’da üzülenler varsa, Kanada Başbakanının başına gelenlere bakıp avunabilirler.

Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen üç önemli zirve üç kıssadan hisse çıkarmamızı sağladı. 1) Nükleer silahlar işe yarar; 2) Nükleer silahsızlanma /KİS karşıtı rejimlerin yaşaması bugün ucuz zafer gösterileriyle sağlanabilir; 3) Derdi daha güçlenmek, zenginleşmek ve yayılmak olan dengesiz bir dostunuz varsa, bu dostunuz dost/düşman/rakip tanımlarını her gün değiştiriyorsa, müttefikliğin içi boşalmıştır. Böyle bir dünyada dengeleme tek kuraldır.

@nursinguney