Venezuela’daki olayların arka planı

Hüsamettin Aslan / Siyasetçi Bilimci/Yazar
12.08.2017

Çoğu insan, ülke rejimi tarafından seçimleri ve hukukun üstünlüğü konusundaki insan hakları meselelerine yoğunlaşsa da, meselenin arka planındaki esas mesele CIA ve desteklediği uyuşturucu kartelleri ile petrol şirketlerinin, Venezuela’daki petrol ve uyuşturucu pazarını kontrol edebilme savaşıdır.


Venezuela’daki olayların arka planı

Venezuela’da dört aydır devam eden şiddetli çatışmalar, son olarak bir grup askerin, ülkenin üçüncü büyük şehri  Valencia’da, ABD destekli bir grup askerin, askeri istihbarat merkezini ve deposunu ele geçirmeye çalışmasıyla farklı bir yöne evrildi. Bugün Venezuela’nın geleceğinde iç savaştan, ABD müdahalesine kadar birçok senaryo konuşuluyor. Hugo Chavez’in ölümünden sonra  Nicolas Maduro’nun iktidarı ele almasıyla Venezuela, tarihinin en büyük ekonomik krizine sürüklendi/ sürükletiliyor.

Venezuela’da yaşananlar petrol piyasası ve küresel dengeler açısından önem taşıyor. Olayların arka planına bakmadan, bugünü anlamlandırmak mümkün olmayacağından, gerilimin tarihsel kırılmaları, ülkenin geleceğine de yön verecektir.

1998 yılında Hugo Chavez, Venezuela’nın geniş petrol zenginliklerini, yoksulluğu ve eşitsizliği azaltmak için kullanacağına dair söz verdi. Chavez’in Cumhurbaşkanı seçilmesiyle, Venezuela anti-ABD’ci bir politika izlemeye başladı. Chavez, ölümüne kadar sürecek başkanlığı sırasında, milyonlarca dönüm araziyi, Exxon Mobil ve Conoco Philips tarafından yürütülen petrol projeleri ve özel sektör ile yabancı mülkiyet haklarını millileştirdi. Bunların büyük kısmı ABD ve Avrupa şirketleriydi.

Chavez, 2004 yılında geçici bir darbeye maruz kaldıktan, kısa bir süre sonra ABD tarafından serbest bırakıldı. İki yıl sonra, Silahlı Kuvvetlerin başına anti-Amerikancı subaylar getirterek, ABD yanlısı subayları tasfiye etti. Yüksek Mahkemeyi etkin bir biçimde ele alarak, ABD karşıtı yargıçlar getirtti. ABD Dışişleri Bakanı Tillerson, Beyaz Saray’da göreve başlamadan önce Venezüella’nın petrolünden istifade eden Exxon Mobil’in CEO’luğunu üstlenmişti. Chavez, Exxon Mobil’in Venezüella tesislerini 2007’de devletleştirdi. Bugün (2017) Şirket ve Bakan, Venezuela petrolüne bir kez daha “dokunmak” için yollar arıyor.

Chavez, gıda ve konut sübvansiyonları ve sosyal hizmetleri genişlettiği için ülkenin yoksulları arasında popüler ve güvenilir kaldı. Venezuela’da yoksulluk oranı seçilmeden önce yüzde 50 iken, 2013’de öldüğünde yüzde 30’a düşmüştü. (Görev süresince ABD ve küresel medyaca diktatör, otoriterlik, İrancılık gibi ithamlarla uğraşmıştı) Hugo Chavez’in kanserden öl(dürül)mesinden sonra ülkeyi, eski Dışişleri Bakanı Maduro yönetmeye başladı. Maduro, ABD destekli sağcı Muhalif lider Henrique Capriles’ı çok az bir farkla geçerek, ülkenin devlet başkanı olmayı başardı (Yüzde 50,61 -  yüzde 49,12).

2014 yılında Venezuela bir yandan petrol fiyatının düşüşüyle sarsılırken, diğer taraftan artan sokak gösteriyle boğuşmak zorunda kaldı. Ülkede var olan siyasal gerilim ekonomiyi de hırpaladı. Diğer bir ifadeyle CIA tarafından oluşturuldu. Kolombiya’ya yakın eyaletler olan Tachira ve Merida’daki güvenlik zafiyetinden doğan protestolar, sağcı ABD’ci muhalefet partilerin de desteğini kazanarak, başkent Caracas’a kadar yayıldı. Şiddet olayında 30’a yakın kişi öldü.

ABD ve CIA, ABD’li şirketlerin ilişkili olduğu gruplar/ortaklıklar aracılığıyla, sağ muhalefet üyelerini işe aldı. Çok sayıda üniversite öğrencisine “gençlik yardımı” adı altında on milyonlarca dolar verdi. Böylelikle üniversite öğrencileri, protesto gösterilerini organize etme ve katılımda aktif rol aldı. Hatta CIA, diğer öğrencileri de teşvik etsin diye Cato Enstitüsü, Milton Friedman Ödülü’nü bir muhalif öğrenci liderine verdi.

2014-15 yıllarında önde gelen muhalif Maria Corina Machado’yı Başkan Maduro ve  Caracas’ın muhalif belediye başkanı Antonio Ledezma, ABD destekli darbe planını yapmakla suçladı. 2015 Aralık ayında -Muhalefetteki Demokratik Birlik koalisyonu, yeni bir sağ-sol, ABD ve AB yanlısı, bir kısım sendikaların da desteğini alan geniş bir koalisyonla parlamento seçimlerinde üçte iki çoğunluk kazandı ve 16 yıllık Sosyalist Parti denetimine son verdi. Diğer bir ifadeyle Maduro hükümeti, parlamentoyu ABD’ye kaybetti. 2016 yılında, Parlamentoyu ele geçiren ABD destekli muhalifler, Maduro’yu iktidardan uzaklaştırmak için referandum kararı aldırmasına rağmen, Maduro, bu kurguları bir şekilde bozmayı başardı. Maduro, 20 yılda devalüasyon ve ilk kez benzinde fiyat artışı da dahil olmak üzere ekonomik krizle mücadele tedbirleri açıkladı. Öte yandan ABD’nin oluşturduğu çeteler başta olmak üzere, CIA destekli eski asker ve muhalifler, Caracas’da protesto gösterileri düzenlemeye devam etti. Chavistalar’ın (Chavez yanlıları) dükkanlarını yağmaladılar.

2017 yılında ise parlamento işlevselliğini yitirip Amerikan politikasına hizmet etmeye başlayınca, Maduro, Meclisin yerini alması için planlanan, bir kurucu meclisin oluşturularak, anayasanın yeniden yazılmasını öngören bir referandum kararı aldı. Katılımın düşük olmasına rağmen, muhaliflerin aday göstermediği bir kurucu kurulu oluşturuldu. Referandum öncesi ve sonrasında birçok protesto gösterisi yapıldı.  Nisan ayında başlayan gösterilerde 121 kişi öldü ve 2 bin kişi yaralandı. Halen, Ramo Verde Hapishanesinde, CIA’ya hizmet eden yüzlerce asker ve sivil tutuklu bulunmakta. Elbette Maduro yönetimin ve askerlerin otoriter tutumundan rahatsız, ciddi ve haklı tepkiler de söz konusu. Bu arada, ülkede bir yandan ekonomik durgunluk da iyice arttı. 

Krizin sebepleri

1-Çin ve Rusya etkisi: Son 10 yılda Rusya, hem Venezuela  hem de Nikaragua ile bazı deniz tatbikatları yapmış ve Venezüella’daki Nicolas Maduro hükümetine askeri ve ekonomik yardımda bulunmuştu. Latin Amerika’daki Çin ticareti 2000 yılından bu yana yaklaşık yüzde 2 bin arttı ve Latin Amerika topluca, şimdi Çin’in dördüncü büyük ticaret ortağı oldu. Çin ve Rusya’nın sahip olduğu petrol çıkarma teknolojisi, Venezuela’ya tahakküm eden ABD teknolojisine olan bağımlılığı da azaltacak/bitirecekti. Rus Rosneft ve PDVSA, 2015 yılında 14 milyar dolar  petrol yatırım anlaşması imzalamıştı. Maduro ve  PDVSA’yı hedefe koyan konulardan biri de PDVSA’ya bağlı ABD merkezli Citgo şirketinin yüzde 49.9 hissesini, Rus petrol şirketi Rosnfet’ten alınan 1.5 milyar dolarlık kredi  karşılığında almıştı. Venezuela, Rosneft’in  Rusya dışındaki en büyük hammadde kaynağına sahip. Rusların ABD petrolünde söz sahibi olacağı endişesi, her geçen artmakta ve ABD’yi rahatsız etmektedir.

Maduro hükümetinin düşmesi durumunda Pekin ve Moskova ciddi zarar görecek.  Maduro olsun ya da olmasın bir darbe ya da müzakere geçişi, ülkede yatırım yapan Washington, Pekin ve Moskova’yı bir şekilde geriyor. Ancak, taraflar bir yandan da yatırım yapmaya, tam gaz devam ediyor. Çin, yüksek fiyatta petrol alımına devam ettiği gibi sadece petrol alışverişi yapmıyor, alt yapı ve bayındırlık hizmetleriyle de ülkenin kalkınmasına katkıda bulunuyor,  petrol karşılığında tarım ürünleriyle takas da yapıyordu. Maduro yönetimi Çin, Rusya, Bolivya, Ekvador ve çeşitli Karayipler ülkelerinde desteğini koruyor. Çin, 2001 yılından bu yana Venezuela’ya 60 milyar dolardan fazla borç verdi. Bu arada Venezuela, Rusya ile ciddi bağlar kurmaya çalıştı. Petrol fiyatlarının 2014’te düşmesinden önce Venezuela, 2025’te Rus askeri teçhizatın en büyük ithalatçısı haline gelecekti. Şubat 2017’de Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Rusya’nın Maduro hükümetine ikili ilişkilerin “yükselişte” olduğunu söyleyerek destek verdiğini teyit etti.

2- PDVSA’nın petrol arama ve yönetme çalışmaları: Petrol şirketi PDVSA’nın (Petroleos de Venezuela) yeraltı kaynaklarını, eski başkan Hugo Chavez başkanlığı döneminde millileştirdi. Venezuela petrolünün yüzde 50’den fazlasını ABD tarafından alınmasına karşın, Chavez, Çin, Rusya ve Brezilya gibi ülkelere de petrol satmaya başladı. Maduro da benzer politikaları benimsedi. Şirket, altyapı alanındaki yetersiz yatırımın ve bütçesel eksiklikler ile eleştirilerin odağında bulunmakta. Küresel petrol fiyatları,  2014 yılında varil başına 120 dolar iken, 2016 yılında varili 28 dolar gibi düşük seviyeleri gördü. ABD, gülünç bir şekilde Venezuela’yı ‘’Ulusal güvenliği tehdit eden ülke’’ olarak ilan etti. Venezuela, 2013 yılından beri -yapılan keşifler sonucunda- dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip ülkesi olarak, Suudi Arabistan’ın 70 yıllık liderliğini devraldı. Bir kıyas yaparsak Türkiye’nin bin 200 yıllık ihtiyacını karşılayabilecek (yaklaşık 300 milyar varil) rezerve sahip. Özellikle Rockefeller’e bağlı şirketlerin ve eski CEO, yeni ABD Bakanı Tillerson’un agresif bir tutumu söz konusu.

3-  Uyuşturucu pazar savaşı: Latin Amerika’da özellikle uyuşturucu kartelleri ile ABD sıkça çatışma halindedir. Venezuela ile Meksika ve Kolombiya arasında ciddi bir uyuşturucu rekabeti ve pazar savaşı bulunmaktadır. Trump, Venezuela Başkan Yardımcısı aynı zamanda bir Turco olan Tareck El Aissami’ye ve işadamı Samark López’e iddia edilen uyuşturucu kaçakçılığı üzerine yaptırımlara izin verdi. Hiç şüphe yok ki ABD’nin Venezuela’ya yönelik düşmanlığının artmasındaki en önemli nedenlerden birincisi Çin ile artan ticari ilişkisi, ikincisi ABD dışında gerçekleştirdiği uyuşturucu dahil diğer ticari ilişkilerdir. Venezuela, 2016 yılında uyuşturucu kaçakçılarının toplam kazancı en kârlı ikinci ülke pazarı oldu (400 milyar dolar ile 650 milyar dolar arasında). Kıtada bu gelir yıllık olarak, 1,15 trilyon dolara kadar yükselebilmekte. Bu, bölgenin GSYİH’sının üçte bir oranına tekabül eder. Bu gelirin en büyük payını Kolombiya ve Meksika’daki organize örgütler kazanır. Yani bu iki ülke 200-300 milyar dolar arasında bir gelir akışından mahrum olabilir/kazabilir. Bu rant, Venezuela krizini direkt ilgilendiriyor. Zaten Maduro, geçen ay  Meksika ve Kolombiya’yı darbe finansörü olarak suçlamıştı bile. Bu nedenle, Venezuela bu geliri korumak için mevcut rejimi korumak zorundadır.

4-ABD’nin nüfuz alanı: ABD Senatosu, Cumhurbaşkanı Donald Trump’ı Venezüella Devlet Başkanı Nicolas Maduro hükümetine karşı önlemler almak için çağıran bir kararı onayladı. Bu hamle, yönetici chavistaları atma ve onları, Amerikan çıkarlarına uyumlu bir sağ kanat rejimi ile değiştirme çabasıydı. ABD, ülkedeki Başkan Yardımcısı Tareck El Aissami’ye karşı benzer tedbirler aldı. ABD, mayıs ayında ülkenin yüksek mahkemesinin sekiz üyesine yaptırım uyguladı. Geçtiğimiz hafta yaptırımları PSUV’nun diğer 13 üst düzey yetkilisini içerecek şekilde genişletti. Trump, John Kelly’yi yeni genel sekreterliğine atadıktan saatler sonra bu yaptırımlar ilan edildi.  Kelly, daha önce Latin Amerika’daki ABD operasyonlarını denetlemekle görevli olan ABD Güney Komutanlığının askeri lideri olarak görev yapıyordu. Kelly’nin yükselişi ve Venezuela’ya karşı hareketi ABD’nin “Latin Amerika’ya dönme” ve Çin’in nüfuzuna meydan okumak için bölgede daha aktif olarak yer alma çabasının bir işaretidir.

Venezuela, petrol satışı yaparken aynı zamanda tarım, makine ve ilaçla da takas yapmaktadır. Bu takas yapılırken şeker, pirinç, süt tozu, yağ, un, mısır gibi temel ihtiyaç maddeleri talep ederken; Yahudi hegemonyasında olan bu besinleri, ABD veya dolaylı bağı olan şirketlerden değil; Çin’den yapmaktadır. ABD, başarısız darbe kalkışmasından sonra Maduro’nun ABD’deki kişisel hesaplarını dondurdu. Maduro, askeri isyanın ardından Miami’yi sorumlu tuttu. Çünkü Miami’de  binlerce ABD yanlısı zengin muhalif yaşıyor. “Maduro Diyeti”, “Eski Şöför’’ gibi lakaplarla uluslararası medyada aşağılanan Maduro, diktatör gibi tanımlamalar ağır bir şekilde eleştiriliyor.

5- İktidar Bürokrasinin yozlaşması: Ülke iki kampa ayrılmış durumda. İspanyol beyaz torunlar, CIA’nın para dağıttığı eski askerler, öğrenciler, muhalifler ve kilise yöneticileri bir yanda. Muvazzaf askerler, işçiler, kırsal yoksullar, işçiler, zengin solcu bürokrasi diğer yanda. 16 yıllık iktidarda özellikle askerler ve yönetici sınıfı çok zenginleşti. Bolivurguesía (Bolivarcı burjuvazi) olarak tanımlanır hale geldiler. Ancak yoksul halk iktidarca bir şeklinde görmezden gelindi. Ülkede özellikle yolsuzluk iddiaları neredeyse inkar bile edilemiyor.

Çoğu insan, ülke rejimi tarafından seçimleri ve hukukun üstünlüğü konusundaki insan hakları meselelerine yoğunlaşsa da, meselenin arka planındaki mesele  CIA ve desteklediği uyuşturucu kartelleri ile petrol şirketlerinin, Venezuela’daki  petrol ve uyuşturucu pazarını kontrol edebilme savaşıdır.

Venezuela işçilerinin yaşam koşulları gittikçe kötüleşti. Venezuela’nın geleceğini halkın belirleyeceği ortadayken, hükümetin de milletin ihtiyaçlara cevap verebilmesi gerekli. IMF göre, ülkenin enflasyon oranı 2016’da yüzde 1,660, 2017 yılında yüzde 2,880 gibi bir seviyeye ulaşacak. Bu rakamlar, bağımsızlık ve küresel savaşın yeni arenası Venezuela’da işlerin zor geçeceğini gösteriyor. Şunu bir kere çok net vurgulamayız. Venezuela krizini, sadece ‘Dış mihraklar ve CIA’ adı altında bir değerlendirmeye teslim edemeyiz. Burada Maduro’nun krizi kötü yönettiğinden de bahsetmek gerek. Hele, darbeler tek bir yerden, yani ABD tarafından isteniyor diye Maduro-Erdoğan karşılaştırılması doğru bir yaklaşım değil. Erdoğan’daki ferasetin ve kabiliyetin binde biri Maduro’da yoktur.

[email protected]