Yeni Türkiye ve Erdoğan’ın misyonu

Celal Tahir / Yazar
29.10.2016

İnsanlığa ve hatta modern Batı uygarlığının derin mahfillerine, ilahi menşeli asli prensipleri hatırlatacak, anlatacak olan Müslümanlar ve özellikle de Müslüman Türklerdir. Son 10 yıldır Türkiye’nin çok yönlü operasyonlara maruz kalmasının sebebi budur.


Yeni Türkiye ve Erdoğan’ın misyonu

Son 5-6 senede olanları anlamak için, Türkiye’ye asırlık bir perspektiften bakılması gerekmektedir. Ülkeye ciddi, çok yönlü, uluslararası bir müdahalede bulunulduğu hemen hemen herkesin üzerinde ittifak ettiği bir hakikattir; lakin bunu yakın tarihimizde daha önce yaşanan 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat askeri müdahaleleri ile mukayese etmek yanlış olur. Bir asır önce Osmanlı ve İslâm coğrafyasına bir format atılır. Sonrasında modern Batı’nın küresel egemenliği tamamlanmış olur. Anlaşılan odur ki; bugün Osmanlı ve İslâm coğrafyası ve Türkiye, yeni bir formatlama süreci yaşamaktadır.

Bir asır önce küresel ölçekte tahakküm kurmak maksadıyla hareket eden modern dünyanın siyasi patronu Britanya, Osmanlı’nın kontrol altında yaşatılması siyasetinden vazgeçer. Siyasi, idari, zihni ve kültürel dünyamıza bir format atılır. Osmanlı’nın tasfiyesi elzemdir çünkü o, tarihte eşi benzeri görülmemiş ölçüde negatif-dönüştürücü, bozucu-bozguncu, yıkıcı hususiyetleri olan modern Batı uygarlığının ve onun patronu olan Britanya İmparatorluğu’nun önündeki en büyük engeldir. Bu Osmanlı’nın evvela siyaseten sonra da medeniyet olarak, tarih sahnesinden silinme çabasının arka planıdır. Bu yüzden uzun süreli bir uğraştan sonra tasfiye edilir ve yerine Cumhuriyet kurulur. Temelde ve esasta Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’nın mirasçısı ve devamıdır. Cumhuriyet kurucuları, Batılılaşma hedefini benimser. Türkiye toplumuna da bunu türlü yollarla benimsetirler. Geçen bir asırda Batılılaşmada epey mesafe alınır. Neticede Türkiye Batı ile önemli ölçüde iç içedir. BM, NATO, IMF gibi uluslar-üstü kurumlara da üyedir. Ancak bazılarının sandığının aksine Batı adına İslam âleminin arasında bulunuyor değildir. Türkiye her ne kadar bazı açılardan uzaklaşmış görünse de Müslüman- Türk uygarlığının temsilcisi olarak modern Batı uygarlığının içinde ve kurumlarında bulunmaktadır. 

Modern Batı uygarlığı kendini yenilemek zorundadır ve bu gaye ile hareket etmektedir. Çünkü uzun zamandır postulat iddia ve vaadlerinin geçersizliği ve olmazlığı anlaşılmıştır. İnsan aklının bir ilahi kaynağa ihtiyaç duymaksızın, müdana etmeksizin, hem insanı, hem dünyayı, hem kâinatı düzenleyebileceği ve bu şekilde saadeti de bulabileceği modern Batı uygarlığının ana tezidir. Bu tezin geçersizliği iki dünya savaşı bittiğinde anlaşılmıştır. Frankfurt Okulu bunu anlayan ekollerin arasındadır. Nazi Almanya’sı ve Sovyet Rusya komünizmi deneyi ile insanların ilahi üst prensibe dayanmaksızın kendini tanzim etmesiyle insanlık-dışı ve akıldışı sonuçlara ulaşabileceği açıkça görülmüştür. Bu aynı zamanda ütopyaların da distopyalara dönüşme hikâyesidir. Büyük ideolojilerin de çöküşüdür. Bundan sonrasında modern Batı uygarlığı varlığını 90’lı yıllara değin iki kutuplu olarak devam ettirir. Zaten ikilik şirkin tezahürü ve modernitenin karakteridir. Özellikle insanlığın önüne bir söylem ve hedef koyamama durumu ortaya çıktıktan sonra, modernitenin kaotik karakteri hepten gemi azıya alır ve hız kazanır.

Dünyanın yeni nizamı

Modernite ve onun siyasi patronu ve erki, İngiltere, Amerika, Yahudi lobisi ve bunlarla irtibatlı olan küresel devletlerarası oligarşi, dünyaya yeni bir nizam verme niyet, gaye ve gayretindedir. Anacak bu nizamın bir ütopyaya bağlı söyleme tabi olmayacağı açıktır. Şu an Sovyet Rusya ve ABD ikiliğinde ortaya çıkma ihtimali de gözükmemektedir. Bugün insanlığın çok yönlü bir çatışma içinde olacağı öngörülebilir. Modern dünya ve onun patronu İngiliz-Amerikan-Yahudi gücü ve devletler-üstü küresel oligarşi bunu şu yollarla uygulamaya çalışmaktadır.

1- Modern dünyanın egemen zümreleri, kendilerini ilahi menşeli asli prensiplerin dışında, hatta bu prensiplere karşıt konumlandırmaktadır. Bu özelliğinin de yakın zamanda daha fazla tezahür edeceği görülecektir. Özellikle devletler-üstü küresel oligarşinin denetimindeki bazı laboratuarlarda Tanrı’nın rolüne soyunulmaktadır. Bu durum, genetik bilimindeki çalışmalar, klonlama deneyleri ve organ nakliyle beraber düşünüldüğünde, bu kapsamda olduğu anlaşılabilir.

2-Yakın gelecekte insanlığı cidden etkileyecek, bir kısmının aklını alacak bilimsel teknolojik gelişmelerin kitlelere sunulması gündemdedir. Savaş teknolojisinde de çok ciddi gelişmelerin olması mümkündür.

3- Kaotik bir hal alan post-modern toplum, önemli ölçüde sosyal medya üzerinden sevk ve idare olunmaktadır/olunacaktır.

4- Siyasi alanda BM’nin biçim ve mahiyetinin değişmesi ihtimaller arasındadır. Beş daimi üyenin yanına veto hakkı olan ülkeler eklenebilir. Bir silahlı güç ile BM’nin yaptırım gücü arttığı takdirde, bir dünya devleti ve hükümetine bir-iki adım daha yakınlaşılacaktır. 150 - 200 sene evvel ortaya çıkan ulus-devlet modeli, egemen güçler için geçerliliğini kaybetmiştir. Bunun yerine Atina tipi site devletçiklerinin inşa edilmesine zemin hazırlandığı açıktır. Esasen İslam coğrafyasındaki alt-üst oluşun ve mikro milliyetçiliklerin tetiklenme sebebi budur. Sınırları cetvelle, zihin dünyaları ideolojik kodlarla belirlenmiş, iktisadi açıdan da doğrudan Batı dünyasına bağımlı ülkelerdeki yapının, uzun süre devam edemeyeceğini Batı uygarlığının kendisi de bilmektedir.

Tüm bunlara karşı durabilecek siyasi güç ise esasen Türkiye’dir. Çünkü insanlığa ve hatta modern Batı uygarlığının derin mahfillerine, ilahi menşeli asli prensipleri hatırlatacak, anlatacak, anlatabilecek olan Müslümanlar ve özellikle de Müslüman Türklerdir. Türkiye ve Müslüman Türklerin, tarihten gelen hususiyetleri hasletleri vardır. Birincisi milletlerin, toplulukların olumsuz yönlerini ıslah edebilmeleridir. İkincisi de bununla birlikte diğer kültürlerle üst bağlamda bir sentez oluşturmalarıdır. Müslüman Türklerin bu rollerini ve misyonunu tahakkuk ettirmelerinin önüne geçilmek istenmektedir.

Türkiye’nin son 10 senedir çok yönlü operasyonlara maruz kalmasının sebebi, dünya, Batı tarafından yeniden tanzim edilirken buna karşı itiraz etmesidir. Esasen bugün uğraştığımız sorunların evveliyatı asgari 40-50 sene öncesine gitmektedir. PKK ve FETÖ’nün evveliyatı 1960’lı yıllardır. DEAŞ yeni gibi gözükse de Afganistan vs. gibi meseleler akla getirildiğinde onun da mazisi çok gerilere gider. Buradan hareketle, Batı’nın asgari 30-40 sene sonrası için birtakım düzenlemeler ve oyunlar içinde olduğunu düşünmemiz gerekmektedir.

İç savaş hedefi ve Türkiye

2013 yılından ve/veya daha öncesinden beri Türkiye üzerinde böyle bir planın olduğu bir hakikattir. Ergenekon operasyonlarından beri ordu, yargı, MİT, emniyet yani belli başlı bütün devlet kurumlarında ikilik çıkarıldığı, zaafa uğratıldığı açıktır. Gezi olayları ile ikilik toplumsal gruplar arasına ve sokağa indirilmek istenir. Süreç Kobani olaylarıyla devam eder. PKK’nın son bir senedir Güneydoğu’da yürüttüğü şehir-barikat savaşlarının hedefi de budur. Burada önemli bir başarı kazanamadığı ortadadır. PKK yöneticilerinin önemli bir bölümü de, şehir ayaklanmaları ile Türkiye’den il ve ilçelerin koparılamayacağını bilir. Ancak bunun karşılığında PKK’ya, Kuzey Irak ve Suriye’de bir takım imkân ve imtiyazlar tanınacağı, belki de devlet kurma yolunun açılabileceği sözü verilmiş olabilir. FETÖ’nün 15 Temmuz işgal ve terör hamlesi de iç savaşa dönük teşebbüs gibidir. 17-25 Aralık soruşturmaları ve daha öncesinde MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın gözaltına alınmak istenmesi de yine aynı kapsamdadır. Bu sürecin devam edeceğini tahmin etmek gerekir. Türkiye bir iç savaş ihtimaline karşı teyakkuz içinde olmalıdır. Tüm devlet kurumları ve hükümet buna uygun hareket etmek durumundadır. Bundan sonraki süreçte birçok gelişme eş zamanlı olabilir. Uluslararası güçler, sürece bir ekonomik krizin eşlik etmesi için de uğraşabilir. Kontrollü bir iç savaş süreci ile beraber Türkiye’ye bir programın dayatılmak istendiği de açıktır.

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın hedef seçilmesi ve ona karşı çok yönlü saldırılar düzenlenmesinin de sebebi burada aranmalıdır. Erdoğan; Müslüman Türklerin bugünün ve yarının dünyasında oynayacağı/oynaması gereken rolün farkındadır. Bu tarihi misyon için çok yönlü, geceli-gündüzlü bir gayret içerisindedir. Ancak Erdoğan’ın liderliğinde Türkiye Batı’nın bu yıkıcı yönlerini ıslah edecektir. Erdoğan yeni bir dünyanın kurucu unsurlarından biri olan Yeni Türkiye’nin kurucu- lideri olarak tarihe geçecektir.  

[email protected]