Yunanistan: Avro’nun aşil tendonu

Prof. Dr. Muhsin Kar / Stratejik Düşünce Enstitüsü Ekonomi Programı Koordinatörü
11.07.2015

Yunanistan’ın Avro Bölgesinden çıkması, domino etkisi yaratacak ve benzer durumda olan sıradaki (Portekiz, İtalya ve İspanya gibi) ülkelerin durumunu da tartışmalı hale getirecektir. AB’nin yumuşak karnı Yunanistan’da 5 Haziran’da yapılan referandum Avro Bölgesi’nin geleceğine olan inancı sarstı ve dağılma ihtimalini ilk defa bu kadar somut bir şekilde gündeme getirdi.


Yunanistan: Avro’nun aşil tendonu

Küresel durgunluk ve Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde yaşanan borç krizleri, Avrupa kıtasında barışın korunması ve istikrarın sağlanması yolunda atılan kararlı adımlarla gerçekleştirilen Avrupa bütünleşmesinin zayıflıklarını gün yüzüne çıkardı. Birliğin bütünleşme karakteristiklerinden ve Avro’nun mimarisinin oluşturulmasından kaynaklanan yapısal sorunlar, üye ülkelerin borç sorunlarını çözmek bir yana, daha da derinleştiriyor. Nitekim, kurumsal ve yasal anlamda sağlam kurgulanmadığı için Yunan ekonomisini borç batağına sürükleyen süreç, sonunda bumerang gibi dönüp Avro’nun geleceğini hayati anlamda tehdit eder hale geldi.

Yunanistan’da uygulanan kemer sıkma politikasının başarısız olması, uygulanan politikalar gösterilen toplumsal tepkilerin iktidar değişikliğine yol açması ve kemer sıkma politikalarına karşıtlığı öne çıkan radikal sol Syriza hükümeti ile borç verenler (kreditörler) arasındaki görüş ayrılıklarının beş aydır giderilememesi ülkenin Avro Bölgesinin dışına çıkma ve iflas bayrağını çekme ihtimallerini artırdı.  Mevcut haliyle Yunanistan, AB’nin ve Avro’un yumuşak karnı ve Aşil (Akhilleus) Tendonu’dur.

Ekonomik bütünleşmenin yıllar içinde derinleşmesine paralel olarak, AB ülkeleri arasında endüstri içi ve endüstrilerarası ticaret oldukça yüksek seviyelere çıktı. Birlik üyesi ekonomilerin iç içe geçmiş durumdadır. Dolayısıyla Yunanistan’nın olası iflasının etkileri, sadece bu ülkeyle sınırlı kalmayacak ve Birliğin merkez ülkelerini (Almanya ve Fransa gibi) de derinden etkileyeceği açıktır. Zira Yunanistan’ın Avro Bölgesinden çıkması, domino etkisi yaratacak ve benzer durumda olan sıradaki (Portekiz, İtalya ve İspanya gibi) ülkelerin durumunu da tartışmalı hale getirecektir. Dolayısıyla, tartışılan sadece Atina’nın kaderi değil, Avro’nun da kaderidir.

Yunan mucizesinin sonu

Yunanistan ekonomisi, 1967-1974 yılları arasında yapılan bir dizi askeri darbenin neden olduğu siyasal istikrarsızlığa rağmen, 1950-1973 arası oldukça iyi performans sergilemiş, 1961-1970 döneminde %8 civarında bir büyüme hızı ile Japonya’dan sonra ikinci ve Avrupa’da birinci sırada yer almış, Avrupa ile arasındaki mesafesi hızla kapatmış ve bu başarısı Yunan Mucizesi olarak adlandırılmıştır. Kişi başına Gayri Safi Yurtiçi Hasıla ise, 1961, 1971 ve 1981 yıllarında sırasıyla yaklaşık 550, 3500 ve 5400 dolar iken, 1990’lı yıllardan itibaren hızla artmaya devam etmiş ve 2008 yılında kişi başına GSYİH’sı 30 bin doları geçmiştir.

Yunanistan’ın oldukça kısa denebilecek bir zaman dilimi içinde böylesi tempolu bir büyüme performansı sergilemesinin ve refah artışı tecrübesinin arka planında birkaç faktörün etkili olduğu görülüyor. İlk olarak, Yunanistan, 1981 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu’na tam üye olarak kabul edildikten sonra, AB’nin yapısal ve bölgesel fonlarından en fazla yararlanan ülkeler sıralamasının ilk üçünde oldu. İkincisi, Yunanistan, 1998 yılında yapılan değerlendirme ile Avrupa Para Birliği’ne girme yeterliliğine sahip olmamış, ancak 2001’de istatistiki verilerle oynayarak Avro Bölgesine dahil olma hakkı elde etmişti. Para Birliği’nin parçası olmanın verdiği güven ve kredibilite ile borçlanma maliyetleri hızla düşmüştür. Farklı ekonomik yapılara sahip olmalarına rağmen, Yunanistan’ın borçlanma maliyetinin Almanya’ya yakınsadığı görülüyor. Bu fırsatı değerlendiren Yunan hükümetleri, maliyeti düşük bu fonlar ile kamu harcamalarında ve özellikle cari ve transfer harcamalarında artışa gittiler ve bu da yüksek büyüme ve refah artışı olarak ortaya çıktı.

Bu süreçte Yunanistan’da kamu borçları hızla artarken, yolsuzluk, karmaşık ve etkin olmayan vergi sistemi ve verimsizlik üzerine kurulu olan ülkede kamu sektörünün ağırlığı daha da öne çıktı ve bütçe disiplini kaybolmaya başladı. Ayrıca Yunanistan’ın istatistiki verilerine duyulan güvensizlik zaman içinde artmış, ancak bu durum göz ardı edilmişti. Yunanistan’ın 2010 yılı Ocak ayında bütçe açıklarının milli gelir içindeki payının % 3,7 yerine % 12,7 olduğunu açıklaması, veri saklama ve yanlış bilgilendirmenin bir iş yapma kültürü olarak devam ettiğini göstermesi, ülke ekonomisine olan güveni sarsmıştır. Bütün bunlara ek olarak, Yunanistan’ın Para Birliğine dahil olması, para politikası otonomisini /bağımsızlığını kaybetmesine ve kur politikasının da rekabet aracı olarak devreden çıkmasına neden oldu. Böyle bir ortamda Almanya, reel ücretleri bastırarak ve verimliliği artırarak rekabetçiliğini korumaya çalışırken; Yunanistan, verimsizliğin yaygın olduğu bir ekonomik yapı içerisinde reel ücretleri hızla artırdı. Büyük ölçüde hizmet sektörüne (lojistik ve turizm gibi) dayanan Yunan ekonomisi uyguladığı ekonomi modeli ile rekabetçiliğini hızla kaybetti ve mucizenin de sonunu getirdi.

Atina’nın kolay seçimi

Avrupa Birliği üyesi ülkeler, para birliğine girilmesiyle birlikte ekonomi ve para politikalarının daha yakından uyumlaştırılmasını, güçlü kamu maliyesine sahip olunmasını ve maliye politikalarının belirlenen yasal çerçevelerde öngörüldüğü şekilde koordine edilmesini, bilgi temelli ekonomisiyle dünyanın en rekabetçi ve dinamik ekonomisinin oluşturularak sürdürülebilir ekonomik büyümenin sağlanacağını ve bağımsız bir Avrupa Merkez Bankasının oluşturulmasını kabul ettiler. Ayrıca Para Birliği dışında kalan ülkelerin de Avro’nun istikrarını bozacak ekonomi politikalarından kaçınacaklarını kayıt altına aldılar. Bu çerçevenin Avro Bölgesi’nin istikrarı için yeterli olduğu öngörülmüştür. Ancak İrlanda’dan başlayarak, Yunanistan, Portekiz, İspanya ve İtalya’da etkisini gösteren kriz Avro Bölgesinin zayıf yanlarını gün yüzüne çıkardı.

IMF, Avrupa Merkez bankası ve Avrupa Komisyonu (Troyka) gözetim ve desteği ile yürütülen kemer sıkma politikaları bu ülkelerde etkili olmuş ve güven sağlayarak büyümeye başlamalarına yol açmıştır. Yunanistan’da uygulanan ekonomi programı ise, siyasal istikrarsızlığında etkisiyle, aradan geçen beş yıla rağmen ekonomik canlanmayı istenilen ölçüde sağlayamamış ve aksine işsizliğin ve yoksulluğun artmasına yol açarak insani bir krize de yol açmıştır.

Bu politikaların başarısızlığı ise, halkın marjinal partilere sempatisini artırmış, nitekim Ocak 2015’de yapılan seçimlerden kemer sıkma politikaları karşıtlığı üzerine bina edilen seçim kampanyası ile radikal sol koalisyon Syriza zafer ile çıkmıştır. Yaklaşık beş aydır Troyka ile yapılan müzakerelerden istediğini alamayan Syriza, 5 Haziran’da referanduma giderek, “kemer sıkma politikalarını kabul edip etmediklerini” halka sordu ve kendilerinin de desteklediği “hayır” kampanyası kazandı.

Atina, düne kadar Avro Bölgesinde olmasının fırsatlarından yararlanırken, aldığı fonları verimsiz bir şekilde kullanarak artırdığı refahın keyfini yaşadı. Syriza, Yunanistan’ın Avro Bölgesinden çıkarılmasının maliyetinin çok fazla olduğunu ve Avrupalı liderlerin bunu göze alamayacakları stratejisi üzerinden bir müzakere geliştirdi. Nitekim, Syriza, dünün kötü ekonomi yönetiminin hesabını ödemekte zorlanan halkı popülizmin sınırlarını zorlayarak “kolay bir seçim” götürdü.

AB’nin zor seçimi

Yaşanan gelişmeleri değerlendirmek ve Avro’nun geleceğini de tehlikeye atmadan bir çözüm bulmak üzere 12 Haziran’da Avrupalı liderler bir araya geliyor. Yunanistan’ın durumu ve tutumu, Avrupa bütünleşmesinin son elli yılının en büyük krizini oluşturuyor. Bütün çabalara rağmen Birlik çapında tam bir dayanışma kültürü geliştirilememiş olması, bütün ülkeleri kamuoyu baskısı altına sokuyor. Ayrıca Avrupa bütünleşmesine duyulan şüphecilik her geçen gün daha da artmakta ve AB karşıtı partilerin ulusal meclislerde ve AB parlamentosundaki temsil kabiliyetleri hızla yükselmektedir. Bu çerçevede, Yunanistan’ın yükünün alınmasının yaratacağı ahlaki tehlike (örneğin; İspanya’da Syriza benzeri politika yapan Podemos’un seçimleri kazanması ve bu ülkenin de borcunun yüklenilmesi) Avro’nun geleceğini hepten tehlikeye atıyor.

AB, borç krizinin yayılma tehlikesine karşı son beş yıl içinde bir dizi önlem almıştır. Avro Bölgesi, 2009 yılına göre bugün düne göre daha güçlü bir kurumsal, yasal ve araçsal altyapıya kavuşmuş ve adeta en kötüye göre hazırlıklarını yapmıştır. AB, Avro’nun imajının sarsılmaması için, Avrupa bütünleşme felsefesi ve pratiğinin gerektirdiği müzakere kültürü ile soruna bir ara çözüm geliştirmek istiyor. Bu çerçevede, AB, Yunanistan’ın benimsediği ekonomik modelinin değişmesi gerektiği ve mevcut haliyle Avro’nun geleceği için bir tehdit oluşturduğu fikrini benimsiyor. Ancak Syriza, Yunanistan’ın AB tarafından gözden çıkarılamayacağı varsayıma dayanarak, coğrafi konumu ile küresel ve bölgesel jeopolitik gelişmelerin yarattığı fırsatları (ekonomik yaptırımlarla izole edilmiş Rusya ziyaretleri) değerlendirme şekliyle durumu anlamış gözükmüyor. Müzakerelerde tam burada bir kördüğüme dönüşüyor. Avrupa bütünleşmesinin yaratıcı ve ara yolcu müzakere kültürü bu kördüğümü nasıl çözecek hep birlikte göreceğiz.

[email protected]