Kütüphanelerin değeri ve Türkiye’de durum

Doç. Dr. Erol Yılmaz
28.03.2015

Kütüphaneler konusundaki bu karanlık tablonun rengârenk bir duruma getirilmesi, ülkeler bazında devler ligine girişimizin anahtarlarından biri olacaktır. Deneyelim ve görelim...


Kütüphanelerin değeri ve Türkiye’de durum
Takvimler mart ayının son pazartesi günüyle başlayan haftayı işaretlediğinde Kütüphane Haftası başlar ülkemizde, fakat resmî anlamda yurt genelinde kutlansa da, ülke kamuoyunun gündemine girmeksizin... Medyamız, bir türlü siyaset, futbol ve magazin odaklı gündeminden başını kaldırıp da, bu konuyu sahneye çıkarmaz. Çünkü kütüphanelerin gündeme girebilmesi için Türk medyası nezdinde adam köpeği ısırmalıdır.
 
Kütüphanecilik camiası şapkasını önüne koymalı. Şu soru iyi bir başlangıç noktası olabilir; “Acaba, amacı kütüphaneler ve kütüphane hizmetleri bağlamında farkındalık yaratmak ve/veya farkındalığın düzeyini yükseltmek olan Kütüphane Haftası kutlamalarında halkı etkinliklerin aktörü yapacak programlar hazırlayabiliyor muyuz?” 
 
Türkiye’de karşılığı yok
 
Ana türleri milli kütüphane, üniversite kütüphanesi, halk kütüphanesi, özel kütüphane, çocuk kütüphanesi ve okul kütüphanesi olan kütüphanelerin gelişmiş ülkelerdeki yüksek kabul düzeyinin, Türkiye bağlamında karşılığı yoktur.  Bu kütüphane türlerine kısaca bakıldığında bile, devletin kalkınmasında ve toplumun gelişmesinde ne denli önemli oldukları açıkça görülebilecektir.
 
Milli kütüphaneler; bilim, eğitim, kültür, folklor, sanat ve sair alanlara ait hemen her bilgi nesnesini bulunduran, düzenleyen, koruyan, uygun şartlarda hizmete sunan ve gelecek nesillere aktaran bir kurum olarak, kelimenin tam anlamıyla ülkelerin millî hâfızalarıdır. Üniversite kütüphaneleri, akademik yaşamın merkezinde yer alan birimlerdendir. 
Buyurunuz halk kütüphanelerine: Din, dil, ırk, eğitim, kültür vs. hiçbir fark gözetmeksizin toplumun tüm kesimlerine hizmet vermekle yükümlü bulunan bu kütüphanelerin önemi konusunda, demokrasiyle ilişkisine bakmak yeterlidir. Demokratik toplumun oluşumunda, bireylerin eğitim-kültür düzeylerinin son derece önemli olduğu bilinen ve kabul gören gerçeklerdendir. Böyle olduğu içindir ki, gelişmiş ülkelerde halk kütüphaneleri, bir yaygın eğitim kurumu olarak benimsenmesinin ötesinde, halkın kendi kendini geliştirebildiği temel kurumlardan sayılarak, yıllar öncesinden “halk üniversitesi” unvanıyla taçlandırılmış ve bu düzeyde kabul görmüştür. Eşitleme rolü oynayan bu kütüphaneler, toplumsal katmanlar arasındaki bilgi uçurumunun ortadan kaldırılması için hayatî değerdeki bilgi, eğitim ve kültür kurumlarıdır.
 
Gerek özel sektöre ait kurumlarda, gerekse kamu kurumlarının bünyesinde, ilgili kurumun uzmanlık alan(lar)ı odağında kurulmuş özel kütüphanelere (special library) gelince: Uzmanlıklara ayrılmış kurumlar bünyesinde kurularak; bu kurumların araştırmacıları ile sektörün akademideki ve sahadaki profesyonellerine bilgi hizmeti veren bu kütüphaneler, sundukları hizmetlerle, ilgili sektörün gelişmesine katkı sunmaktadır. 
 
Ve çocuk kütüphaneleri: Çocukları daha ana kucağındayken kucaklayıp, oyuncaklarla birlikte kitap, dergi gibi bilgi materyalleriyle tanıştıran yapılar... Albenili tasarımıyla çocukların içini kıpır kıpır ettiren, resim yapılan ve envai çeşit oyuncakla oynanılabilen bu kütüphaneler, çocuğu gelecekteki kütüphaneli hayata hazırlamaktadır. 
 
Okul kütüphaneleri ise üniversite aşamasına kadarki eğitim-öğretim sisteminin temelinde yer almakta ve öğretim faaliyetlerine sürekli olarak omuz vermektedir. Bunun içindir ki, gelişmiş ülkelerde eğitim-öğretim sisteminin “olmazsa olmaz” unsurudur.
 
Kısacası, söz konusu kütüphaneler, gelişmiş ülkelerin örgün ve yaygın eğitim-öğretim faaliyetleri ile her düzeydeki bilimsel araştırmalarında halkın ve akademik toplumun odağında yer almaktadır.
 
Fakat kütüphane konusunda olumlu bir Türkiye fotoğrafı sunmak mümkün değildir. Her şeyden önce, kütüphaneler, merkezî ve yerel iktidarlar nezdinde, varlığı ve yokluğu arasında fark olmayan kurumlar konumundadır. Tüm zamanlardaki uygulamalara bakıldığında, durum açıkça ortadadır. Son birkaç yıldır, halk kütüphanelerini yerel yönetimlere devretmek için mevzuat hazırlandığı biliniyor.
 
Kütüphaneler anahtardır
 
Milli Kütüphanemiz, tüm zamanlarda, devletten ve akademik camia başta olmak üzere kamuoyundan gerekli destek ve ilgiyi görememiştir. Koleksiyonunu her gün biraz daha genişleterek “ulusal hâfıza” rolünü hakkıyla oynayabilmesi noktasında en büyük dayanağı olan derleme konusunda çok yakın zamanlara kadar büyük bir talihsizlik yaşamıştır. Öyle ki, 1934 tarihli kanun çerçevesinde her türlü bilgi kaynağından bir nüshayı sağlama hakkına sahip olduğu halde, zaman zaman derleme kaçakları %60’lara ulaşmıştır. Böyle olduğu içindir ki, bugün yaklaşık 3-4 milyon civarındaki koleksiyon genişliği, gelişmiş ülkelerdeki ortalama bir halk kütüphanesinin dahi gerisinde kalmıştır. Amerika’nın parlamento ve milli kütüphanesi olan Kongre Kütüphanesi’nde yaklaşık 170 milyon bilgi kaynağının bulunması, başka söze gerek bırakmamaktadır. 
 
Halkın üniversitesi olması gereken halk kütüphanelerinin durumu daha da içler acısıdır. 1118 halk kütüphanesinde görev yapan, üniversitelerin Bilgi ve Belge Yönetimi bölümlerinden mezun kütüphaneci sayısının 400 civarında olduğunu belirtmek epeyce fikir verecektir. Bazı kütüphanelerde birden çok kütüphaneci çalıştığını da ekleyelim ki, Türkiye’ye hiç yakışmayan bu fotoğraf biraz daha belirginleşsin. Ve bu kütüphanelerdeki toplam kitap sayısı 16 milyon civarındayken, bu koleksiyonun, gelişmiş ülkelerde orta üstü bir halk kütüphanesinde bulunduğunu söyleyelim tam olsun.
 
Eğitim-öğretimin “olmazsa olmaz”ı konumundaki okul kütüphaneleri, Türkiye söz konusu olduğunda, “adı var kendi yok” statüsüne gerileyiverir bir anda... Eğer ülkemizdeki okullarda bir kütüphaneden söz edilecekse, okulun neredeyse en erişilmez noktasındaki bir oda ve içerisindeki 10-15 rafta yer alan, evlerden atılma 1000 civarında kitap ve gazete promosyonu ansiklopedi ile devlet yayınlarını kastettiğimizi önemle belirtelim. Ve hiçbirinde Bilgi ve Belge Yönetimi bölümü mezunu kütüphanecinin çalışmadığını ekleyiverelim.
 
Bu olumsuz tabloya karşılık, bir tek üniversite kütüphaneleri hakkında olumlu sözler söylemek mümkün olabilir. Ayrıntıda olumsuzluklar bulunsa da, birkaç devlet üniversitesi ile vakıf üniversitesinin yüz ağartıcı kütüphanelere sahip olduğunu ifade edelim. 
 
Kütüphaneler konusundaki bu karanlık tablonun rengârenk bir duruma getirilmesi, ülkeler bazında devler ligine girişimizin anahtarlarından biri olacaktır. Kazancımız; gelişmiş demokrasi, ileri düzeyde ifade özgürlüğü, inovasyon, bilimde uluslararası söz sahipliği ve her gün kendisini geliştiren bir toplum olacaksa, bunun için her kişi ve kurumun üzerine düşeni yapması gerekmez mi? 
 
Kütüphaneler odaklı bu iyileşme, bütün çantalarında kitap bulunan ve hemen her konuşmasının bir yerlerine kitap ve kütüphanelerle ilgili olumlu birkaç cümle sıkıştıran Profesör Başbakan’ın döneminde olmayacaksa, hangi dönemde olabilecektir ki?