Mesihler, Mehdiler ve Risaleler

Şaban Bıyıklı - Çevirmen / Yazar
26.09.2015

Türkiye 17 / 25 Aralık 2013 tarihlerinde “dini cemaat” olarak bilinmekte olan dinsel bir kültün gerçekleşmeye ramak kala atlattığı bir darbe teşebbüsü yaşamasına rağmen akademik çevreler ve Diyanet gibi toplumu aydınlatması gereken kurumların yeterince seslerinin çıkmaması ve bu konuda sorunun “haber” ve “suç” boyutlarıyla ilgilenen basın ve adliye camiasının gerisine düşmeleri oldukça şaşırtıcıdır.


Mesihler, Mehdiler ve Risaleler

Yakın zamanlarda Star Açık Görüş’te Bedri Gencer’in İslamcılık tartışmaları bağlamında “Sünnilik ile İslamcılık arasında Haşşaşilik” başlıklı bir yazısı yayınlandı. Bizce eksene aldığı “Sünnilik / İslamcılık” ayrımıyla bile ufuk açıcı sayılması gereken yazı, yazarının daha sonraki cevabi yazılarından anlaşıldığına göre oldukça “seviyesiz” eleştiri şimşeklerini üstüne çekmişti. Kuşkusuz böyle bir durumla karşılaşmak hangi yazar için olursa olsun üzücüdür. Bununla birlikte, söz konusu eleştirileri yanıtlama sadedinde sonradan yine bu köşede yayınlanan iki yazısından biz Bedri Gencer’in özellikle “Nurculuk ve Said Nursi” hakkındaki görüşlerine ilişkin belirli bir izlenim edinebilmiş olduk. Hemen belirtmek gerekir ki söz konusu yazılar, içerik açısından okura “iyi ki o seviyesiz eleştiriler gelmiş” dedirtecek cinstendi. Çünkü Gencer’in, nurculuk ve Said Nursi özelinde sıraladığı eleştirileri, daha genel bir soruna, ülkemizdeki “dinsel kültler” gerçeğine de zımnen işaret ediyor ve bu bağlamda örneğin, 17 Aralık darbe girişimiyle gün yüzüne çıkan FETÖ’nün fikrî kaynaklarına dair önemli ipuçlarını barındırıyordu.

Burada Gencer’in “Nurculuğun temel problemi, ‘paralel’ hareketleri besleyebilecek... gnostik felsefesidir,” tespiti ile bazı “...ehl-i sünnet büyükleri... Said Nursî’nin... eserlerindeki apokaliptik-mesiyanik iddiaların ehl-i sünnete aykırı olduğunu bildirmişlerdir,” cümlesinin altını çizmek istiyorum. Konuyla ilgilenenler bu satırlarda geçen gnostik ve apokaliptik-mesiyanik terimleri ile Gencer’in Nursi’nin gözüpek ‘’seçilmişlik” iddialarına getirdiği eleştirilerin günümüz Türkiye’sinde önderleri şu veya bu şekilde seçilmişlik iddia eden çok sayıda örgütlü yapıya uygulanabileceğini tahmin edebilirler. Bunlar liderleri açıkça veya zımnen Allah tarafından seçilmiş olduğunu iddia eden ‘dini cemaat’ görünümü altında faaliyette bulunan yapılardır. Türk toplumu onları kâh ‘tarikat şeyhi’, kâh bir ‘sosyal hizmet hareketi’ veya hatta “İsa şu an gökten inse benim partime girerdi diyen” bir minik ‘siyasi parti’ lideri olarak tanımaktadır. İşin ilginç ve konumuzla ilgili tarafı ise bu “seçilmiş” liderler enflasyonundan önemli bir kısmının kendilerini şu veya bu şekilde Said Nursi’ye veya Risale-i Nurlara nispet etmesi yahut en azından ‘misyonları’nın meşruiyetini zaman zaman Risaleler’de arıyor olmalarıdır.

Ahir zaman Mehdileri

Kuşkusuz yukarıda andığım FETÖ, söz konusu organize yapılardan ilk akla gelebilecek olanıdır. Bu örgüt bireyin bireyliğini silen hiyerarşik yapısı, endoktrinasyon yöntemleri ve eleştiri kabul etmez otoriter lideriyle ‘yarı dinsel siyasi bir kült’ün taşıması gereken tüm özellikleri taşımaktadır. FETÖ’nün mesiyanik iddialara sahip olduğu artık iyice gün yüzüne çıkmış bulunan önderinin başında bulunduğu hareketi, Said Nursi’ye nispet ettiği öteden beri bilinmektedir. Kamuoyu, hukuksal belgelere “kainat imamı” kod adıyla geçen FETÖ önderinin bağlılarınca ahir zamanda dönmesi beklenen İsa veya Mehdi olarak kabul edildiğini ise ancak 17 Aralık komplosunun açığa çıkmasından sonra öğrenmiş oldu. Üstelik bu bilginin kaynağı olan bazı eski örgüt / kült mensuplarına inanılacak olursa “kainat imamı” gök gürlemesi ve şimşek çakması gibi bazı tabiat olaylarını bile o andaki kızgınlıklarının bir yansıması olarak görecek kadar kendisini “misyonuna” kaptırmış bulunmaktaydı.

Risale-i Nurların mesiyanik söylemini, liderlerinin ‘kutsal misyonu’ lehine yorumlayan bir diğer organizasyon, FETÖ örgütü kadar büyük olmasa da, başındaki “Hocanın Kedicikleri” dolayısıyla kamuoyunca en az onun kadar tanınmaktadır.  Söz konusu “Hoca”,  her ne kadar “Mehdi olduğumu hiçbir zaman iddia etmeyeceğim” dese de bunu ima yoluyla yaptığına ilişkin kamuoyunda yaygın bir kanaat vardır. Bunun nedenlerinden biri kuşkusuz “Hocanın” başta ayetler ve hadisler olmak üzere aralarında Risale-i Nurların da bulunduğu çeşitli kaynaklara dayanarak veya daha doğrusu bu kaynaklardan elde ettiğini iddia ettiği “Mehdi ile alakalı özelliklerden yüze yakınının kendisine uyduğunu” söylemesidir. Yine Hocanın kendisine ait tv kanalında sıkça risalelere atıfta bulunduğu, kedicikleriyle birlikte Said Nursi’nin mehdi ve ahir zamanla ilgili kehanetlerini yorumladığı bilinen şeylerdir.

Bununla birlikte bu iki seçilmiş adamın’”kudsiyeti’ hakkında daha az bilinen şey, ilkinin “kâinat imamlığı” ikincisinin imalı “mehdilik” kariyerine giden yolların önemli köşe taşlarını, Said Nursi’nin bir dizi kehanetle risalelerde çerçevesini çizdiği ahir zamana (ve mehdinin özelliklerine) ilişkin bir programı gerçekleştirmeye dönük bir strateji izleyerek örmüş olmalarıdır. Bununla, gerek “Kâinat İmamı”nın Türkiye’den başlayarak dünyayı ‘kurtarma’ yolunda Papa ile buluşmasını gerek “Kedisever Hoca”nın müstear isimle kaleme aldığı eserlerde “Darvinizme, Ateizme ve Marksizme” savaş açması gibi kariyerleri açısından stratejik hamleleri risalelerden esinlenerek hayata geçirdiklerini söylemek istiyorum.

Risalenin kehanetleri

Gerçekten de risale okurları Said Nursi’nin, ahir zamanda ortaya çıkacak olan Mehdi ve İsa’nın geldiklerinde yapacakları görevleri ayrıntılarıyla sayacak kadar teferruatlı kehanetlerde bulunduğunu bilirler. Örneğin Said Nursi’ye göre “ahir zamanın o büyük şahsı [Mehdi], Al-i Beytten [yani seyyid] olacaktır” ve Kedisever Hoca son yıllarda seyyid olduğunu tesadüfen öğrendiğini söylemektedir. Onun Darvinizm gibi akımlara savaş açması ise tam ifadesini Said Nursi’nin Mehdi’ye biçtiği görevlerden ilkinde bulur. Bu görev “Bilim ve felsefenin tasallutuyla ve Maddecilik ve Tabiatçılık vebasının insanlık arasında yayılmasından dolayı her şeyden evvel felsefeyi ve maddecilik fikrini tam olarak susturacak bir tarzda insanların imanını kurtarmak”tır. Kâinat İmamına gelince onun da vakti zamanında Papa ile temasa geçip papalığın dinler arası diyalog projesinde görev almak istemesi mehdinin, yine Said Nursi’nin deyişiyle “Hazreti İsâ[nın gerçek dinini], İslâmiyetin hakikatiyle birleştirmeye çalışan... fedakâr bir İsevî cemaati namı altında ve “Müslüman İsevîleri” ünvanına lâyık bir cemiyet”le birleş[mesi] ve Deccal komitesini, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın riyaseti altında öldür”üp insanlığı Allah’ı inkardan kurtarmasından başka bir şey değildir (Mektûbat, s. 425-426).

Bu iki örnek, risalelerin Türkiye’de kamuoyunun yakından tanıdığı iki organize mesiyanik yapılanma üzerindeki etkisini ortaya koymakta, diğer bir deyişle bu yapılarla risaleler arasında bir tür akrabalığın bulunduğunu göstermektedir. Ancak risalelerin mesiyanik söyleminin etkilediği insanlar veya topluluklar sadece bunlarla sınırlı değildir. Bu tür örnekler çoğaltılabilir. Bu durum kuşkusuz neden başkası değil de Said Nursi’nin mesiyanik iddialara sahip insanlar üzerinde böylesine etkili olduğu sorusunu akla getirebilir. Bu sorunun cevabının bizzat Said Nursi’nin kendisine has şahsiyeti ve eseriyle ilgili olduğu açıktır. Bir kere bunu doğrudan ve kişiselleştirerek iddia etmese de Said Nursi de Risalelere atfettiği kutsiyetle (bazı Kuran ayetlerinin, Hz. Ali’nin Abdulkadir Geylani’nin Risaleleri tebşir ettiği iddiasıyla vb.) dolaylı yoldan kendisini seçilmiş biri olarak takdim etmektedir. Buna bağlı olarak bir mektubunda kendi içinde gayet tutarlı bir mantıkla “ben mehdi değilim çünkü seyyit değilim” demesine rağmen, bugün Nurcuların önemli bir kesimi Said Nursi’yi Mehdi kabul etmektedir. Bunlardan aralarında ciddi bilim adamı olarak bildiğimiz Nurcu bir tarih profesörünün Said Nursi’nin  seyyidliğini “belgelere dayanarak” kabul ettirmek ve hatta Nursi’nin pek düşkün olduğu sözde bilim cifri meşrulaştırmak çabası içinde bulunduğu bilinmektedir.

Sakıncalı dini kültler

Söz cifre gelmişken bu sözde bilimin ortaya çıktığı günden beri mesiyanik iddialarla yakından ilgisi olduğunu belirtmek gerekiyor. Öyle ki bu sözde bilim, “Ca’fer es-Sâdık’ın öğrencisi iken ona tanrılık nisbet eden ve bu şekilde dinden çıktığı kabul edilen Ebü’l-Hattâb el-Esedî (ö. 143/760)” tarafından uydurulduktan sonra kutsal metinleri kendilerinin ‘görev’ veya ‘misyon’ları bağlamında yorumlayan, aynı amaçla özellikle dünyanın sonuna ve kendilerinin bu süreçteki konumuna ilişkin kehanetlerde bulunan insanlar için vazgeçilmez araçlardan biri olmuş gibi görünmektedir. Bu bakımdan Said Nursi de gerek kutsal metinleri batıni veya kuralsız yorumlamasıyla, gerekse bu hususta cifre başvurması bakımından kolaylıkla kendisinden önce gelen benzer iddialara sahip ‘Niyazi Mısri’ ve ‘Muhiddin Arabi’ gibi şahıslarla karşılaştırılabilir. Bu iki şahsın da tıpkı Said Nursi gibi kendilerinin ‘seçilmiş’ olduğu iddiasında bulundukları biliniyor. Şu farkla ki gerek Arabi gerekse Mısri belirli bir dinî tahsil görmelerine rağmen, Bedri Gencer’in de vurguladığı gibi, Nursi, ancak seçilmiş olmakla izah edilebilecek bir tarzda on beş yıllık medrese eğitimini on beş günde aldığını iddia etmektedir.

Toparlarsak Batıda olsa kolayca “New Age” veya “Yeni Dini Hareketler” başlığı altında akademik ilgi konusu olabilecek olan bu tarz mesiyanik örgütlerin Türkiye’deki muadillerinin şöyle veya böyle İslami bir kimliğe sahip olması veya bağlılarını İslami cemaatler olarak takdim edebilmeleri şaşırtıcıdır. Fakat Türkiye 17 / 25 Aralık 2013 tarihlerinde “dini cemaat” olarak bilinmekte olan dinsel bir kültün gerçekleşmeye ramak kala atlattığı bir darbe teşebbüsü yaşamasına rağmen akademik çevreler ve Diyanet gibi toplumu aydınlatması gereken kurumların yeterince seslerinin çıkmaması ve bu konuda sorunun “haber” ve “suç” boyutlarıyla ilgilenen basın ve adliye camiasının gerisine düşmeleri daha da şaşırtıcıdır. Gencer’in bir akademisyen olarak eleştirilerinin, FETÖ örneğinde olduğu gibi genelde topluma özelde de inananlara zararlı örgütlerin anlaşılması açısından önemli olduğunu düşünüyorum. FETÖ olayı bir gerçeği, “dinî cemaat”lerle dinî cemaat maskesi altında bireyi liderin maymunu haline getiren “dinî kültleri” birbirinden ayırmak gereğini gözümüzün önüne koydu. Bu anlamda en azından bu açıdan toplumumuzun düzeni ve akıl sağlığına ilişkin umutlu olmak, bir akademisyen ve “içeriden” bir göz olarak Bedri Gencer’in sıraladığı tarzda eleştirilerin yaygınlaşmasına bağlı gibi görünüyor.

[email protected]