Sol örgütler, radikalleşme ve üniversite

Arş. Gör. Ömer Aslan Polis Akademisi Başkanlığı
26.11.2016

Polis Akademisi Başkanlığı, geçtiğimiz hafta içerisinde Ankara’da‘Afganistan: Asya’nın Kalbi, İstanbul Süreci’ bağlamında ‘Üniversite, Radikalleşme ve Terör’ konulu bir seminer düzenledi. İstanbul Süreci’ne dahil ülkelerden yabancı katılımcıların iştirak ettiği seminerde üniversite ve radikalleşme konusu ele alındı.


Sol örgütler, radikalleşme ve üniversite

Her ne kadar radikalleşme ve yabancı savaşçılar konusu, 11 Eylül saldırıları sonrası terör ve terörizm tartışmalarına benzer şekilde, bugün de İslamiyet eksenli tartışılıyor olsa da üniversite ve üniversite kampüsleri radikalleşme ve terör konusunda farklı boyutlarıyla ele alınmayı hak ediyor. Üniversiteler bir yandan dünyanın dört bir yanında terör örgütlerinin yumuşak hedefi, diğer yandan bazı örgütler, üniversiteleri militan kazanma ve radikal ideolojilerinin propagandalarını yapabilecekleri mekanlar olarak görüyor. Yakın dönemde, Taliban’dan kopmuş bir grubun Pakistan’da Bacha Khan Üniversitesi’ne gerçekleştirdiği saldırıda onlarca kişi hayatını kaybederken, grubunun lideri (akabinde ABD’nin drone saldırısında öldürülen) Ömer Mansur, üniversiteleri bilerek hedef aldıklarını, “Bundan böyle Meclisteki parlamenteri,  mahkemedeki hakimi veya kışladaki askeri değil, bu yetkililerin bu görevlere getirilmek üzere yetiştirildikleri eğitim kurumlarını hedef alacaklarını” belirtmişti. Bacha Khan Üniversitesi’ne yapılan saldırıya karşı çıkan Pakistan Talibanı’nın sözcüsü Muhammed Horasani ise “Üniversiteye yapılan saldırıyı kınadıklarını çünkü kendilerinin üniversitelerde okuyan gençleri potansiyel mücahit olarak gördüklerini” ifade etti. Afganistan’da da 2011 yılında El-Kaide’ye bağlı olarak Kabil Üniversitesi’nde yapılanmış bir terör hücresinin ortaya çıkartılmışken, yakın zamanda Kabil’deki Amerikan Üniversitesi’ne bir saldırı gerçekleşti.

Korku atmosferi

Bu söylenenlerden terör örgütleri ile radikalleşme ve üniversite arasındaki ilişkinin yalnızca ‘Doğu’ toplumlarında görülebildiğini düşünmemek gerekir. Kendileriyle konuştuğumuz uzmanlar “Batı Avrupa’da 1970 ve 80’lerde görülmüş olan solcu terörizmin üniversite’ ile yakından bağlantılı olduğunu” söylüyor. Örneğin, Kızıl Tugayların kurucularının Trento Üniversitesi’nde okumuş sosyoloji öğrencileri olduğunu hatırlatıyorlar. Konuştuğumuz bir ETA uzmanıysa “ETA’nın Bask bölgesinde akademisyenleri tehdit ederek onları üniversitelerini terketmeye zorladığını ve önde gelen ETA-karşıtı hareketlerin içinde yer alan üniversite hocalarının da ETA tarafından hedef alındığını” belirtiyor. Bask Bölgesi Üniversitesi’nde bazı üniversite hocalarının hayatına kastedilmesi ve Madrid’in önde gelen üniversitelerinden birinde hukuk profesörü olan Francisco Tomás Valiente’nin öldürülmesini bu duruma örnek olarak veriyorlar. Ayrıca, ETA’yı destekleyenler ve sempatizanlarının diğer üniversite öğrencilerini radikalleştirerek kampüslerde korku ve sindirme atmosferi yarattıklarını da not ediyorlar.

İngiltere bu konuda son yıllarda en ciddi ama aynı zamanda en sorunlu önlemleri alan ülke oldu. Londra Üniversitesi öğrencisi Ömer Faruk Abdulmuttahip’in 2009 yılında gerçekleştirmeye çalıştığı terör saldırısını takip eden yıllarda geliştirdiği PREVENT (Engelle) isimli stratejisi çerçevesinde üniversite yönetimlerine teyakkuzda olma, radikal davranışlar sergileyen ve profile uyan kişileri rapor etme zorunluluğu getirdi. Hükümetlerin uyguladığı bu politika son yıllarda üniversitelerin anlamı, düşünce ve ifade özgürlüğü bağlamında sıkça tartışıldı. Ancak stratejinin ciddi İslamofobik tınıları var ve geniş insan hakları ve özgürlükleri ihlalleriyle biliniyor.

Bu tarihsel tecrübeden ve günümüz gelişmelerinden yola çıkılarak organize edilen ‘Üniversite, Radikalleşme ve Terör’ seminerinde misafir konuşmacılardan Martin Rose, eğitim ve radikalleşme ilişkisine giriş mahiyetinde oldukça dolu bir sunum gerçekleştirdi. Radikalleşme ve cehalet ilişkisinin aksine, Rose, DEAŞ başta olmak üzere radikal terör örgütlerine katılan militanların eğitimli olduklarını ve üst sınıftan geldiklerini hatırlattı. Özellikle de mühendislerin El-Kaide ve DEAŞ terör örgütlerine katıldığını söyleyen Rose, Şark bölgesinde mühendislik eğitiminin elitler için ayrıldığını ancak gerçekte sosyal ve insani bilimler alanlarında sayıca daha fazla öğrenci okuduğunu belirtti. Gerçekliğin tekil olmadığı, belirsizliklerin normal karşılandığı sosyal bilimler alanının DEAŞ ve El-Kaide gibi örgütler için uygun militan devşirme alanları olmadığını söyledi. Rose, Gambetta ve Hertog’un Cihadın Mühendisleri kitabına atıfta bulunarak, mühendislik eğitiminin aksine sosyal bilimler öğrencileri arasında sol radikalizminin daha yaygın olduğunu not etti. Radikalleşmeye karşı eğitimin şart olduğunu ancak bu eğitimin -yakın zamanda FETÖ radikalleşmesinde de daha yakından görüldüğü ve sık sık vurgulandığı üzere- kritik düşünceye, sorgulamaya ve olayları ak ve karadan ibaret göstermeyen bir zihniyete ve yönteme yaslanması gerektiğini belirtti.

Peru’nun Ayacucho bölgesinde San Cristóbal of Huamanga Üniversitesi’nde, üniversite hocası Abimael Guzman liderliğinde Maocu ideolojik radikalleşmenin eseri olarak1960’larla birlikte ortaya çıkan Aydınlık Yol isimli terör örgütünde vücut bulan radikalleşmede üniversitenin rolünü ise Guzman’ın o dönem aynı üniversiteden meşlektaşı, Boston Üniversitesi’nden Prof. Scott Palmer sundu. Ülkenin en elit hocalarının bulunduğu okulun nasıl olup da böyle bir radikal örgütün doğması için kuvöz görevi gördüğünü anlattı. Castro devrimi sonrası Küba’ya davet edilen hocalar ve öğrencilerin nasıl tedricen radikalleştiklerini ve 1968 üniversite seçimlerini Maocu grubun kazanmasıyla birlikte bu üniversitenin, dış müdahaleden uzak bir radikalleşme yuvası olarak işlev gördüğünü anlattı. Seminerde, Pakistan örneğini inceleyen Muhammed Amir Rana ise Pakistan’da gençliğin radikalleşmeye karşı ne kadar korunmasız olduğundan bahsetti. Ayrıca genel iddianın aksine orta ve üst sınıfların da radikalleşmeye açık olduğunu vurguladı.

Türkiye’deki durum

Üniversite, terör ve radikalleşme konusu aslında Türkiye için hiç de yabancı bir konu değil. Türkiye, 90’lı yılların başlarından bu yana terör propagandasına karşı gençliği bilinçlendirme çalışmaları yapıyor. Terör örgütlerinin kıskacına giren gençlerin aileleriyle görüşülerek aslında kapsamlı bir program izlenebiliyor. Ancak okulları radikalleşmeyle mücadele stratejisinin kalıcı sac ayaklarından birisi haline getirmek gerekiyor. 13 Mart 2016’da Ankara Kızılay’da meydana gelen bombalı saldırının faillerinden Seher Çağla Demir’in Balıkesir Üniversitesi’ne kaydını yaptırdıktan sonra kısa süre içerisinde radikalleşti(rildi)ği ve PKK saflarına katıldığı bilinmektedir. Bursa Ulu Camii bombacısına keşif yaptıran kişi Uludağ Üniversitesi’nde okuyan 19 yaşındaki bir öğrenciyken, canlı bomba Eser Çali’nin Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nden (DTCF) 3. sınıfta ayrıldığı ve 2012’de terör örgütü PKK’ya katıldığı biliniyor. Üniversite öğrencilerinin karıştığı bu vakalara benzer birçok vakayı 2016 yılı öncesinde de bulmak mümkün. Güneydoğu’da yürütülen terörle mücadele faaliyetlerinde de terör örgütü adına çatışan teröristlerin ciddi bir kısmının üniversitede okurken örgüte katıldıkları anlaşılmaktadır. Özellikle sınırımızın yanıbaşındaki Ayn el-Arab (Kobani) bu anlamda PKK için Küba’nın Aydınlık Yol terör örgütü adına gördüğü işlevi görmektedir. Kobani’de bomba eğitimi aldıktan sonra Adana’da bombalı araçla saldırı planlayan ve 4 Ekim’de yakalanan 5 PKK’lıdan birisi yine üniversite öğrencisiydi. Kobani’ye savaşmaya giden ve radikalleşmiş çok sayıda Türkiyeli üniversite öğrencisinin varlığı, açık kaynaklardan teyit edilebilecek kadar biliniyor.

Bu durumunda Türkiye’de PKK bağlamında üniversite radikalleşmesinden bahsetmek rahatlıkla mümkündür. Yapılacak çalışmalarla, birçok militan haline gelen öğrencinin üniversite ortamında mı radikalleştiği yoksa üniversiteye zaten radikalleşmiş olarak mı geldiği yapılacak çalışmalarla ortaya konmalıdır. Ayrıca hangi alanlarda okuyan öğrencilerin PKK’nın radikal etnik milliyetçi ideolojisi çerçevesinde radikalleşmeye daha yatkın olduğu ve öğrencilerin okudukları bölümler ve konularla radikalleşmeleri arasında bir bağlantı olup olmadığı da sorgulanmalıdır. Burada ortaya çıkabilecek bir korelasyon dahi bazı sonuçlara varmamıza imkan sağlayabilir. Üniversite ortamında hangi faktörlerin gençlik radikalleşmesini ortaya çıkardığı veya bu faktörlerin ve ağların öğrenciler tarafından lise eğitimi döneminden onlarla birlikte gelip gelmediği de ortaya konmalıdır. 2012 yılında kendisini patlatan bir MLKP intihar bombacısının bu terör örgütüne üyeliğinin lise döneminde başladığı biliniyor. Öğrencileri radikalleştiren ağların ‘üniversite’ adını verdiğimiz sistemin neresinde ortaya çıktığı, hangi alandaki hangi açığı (en önemlisi gençlerin barınma ihtiyacı) kullandığını anlamak çok önemli. Şu kesin olarak söylenebilir ki, PKK belirli üniversitelerde özgürlük havasından faydalanarak düşünce ve ifade özgürlüğü ortamını yıkmaya çalışırken, diğer yandan militan devşirmekte ve radikal ideolojisini yaymaktadır. Bunu da Aydınlık Yol’un aksine Peru’nun ücra köşesindeki bir üniversitede değil, Türkiye’nin en büyük ve merkezi üniversitelerinde yapabilmektedir. Kobani’ye PKK ile birlikte savaşmaya gitmiş ve ölmüş yabancı savaşçıları yücelten birçok eylemin Ankara ve diğer illerdeki merkezi üniversite kampüslerinde kolaylıkla yer bulabildiği medyada sıkça yer almaktadır. Bunun da bilinçli bir stratejinin ürünü olduğunu görmek gerekir. Örneğin, örgüt liderlerinden Murat Karayılan 31 Ekim’de özellikle Kürt gençlerine seslendi ve örgüte katılmaları yönünde konuştu. Batı’da başta Hollanda olmak üzere birçok ülke radikalleşme stratejilerini belediyeler, polis, istihbarat, okullar, yargı, radikallikten arındırma programları gibi bir zincir dahilinde belirliyor. Gündemi oldukça yoğun olan hükümetin, üniversite ve gençlik radikalleşmesi konusuna bir bu zaviyeden eğilmesi ve kaçınılmaz olarak MEB, Diyanet, YÖK, mahalli yönetimler, polis, istihbarat ve üniversite yönetimleri gibi ayakları olan bir stratejiyi hayata geçirmesi gerekiyor.

[email protected]