Acem oyunu

Dr. Hülya Bulut/ Yazar
15.04.2024

İran neden; saatte 180 km hızla giden, saatler sonra İsrail'e ulaşacak olan, hiçbir hasar kabiliyeti bulunmayan, hatta başlığında mühimmat taşıyıp taşımadığını bile bilinmeyen, tabiri caizse gürleyen ama yağmayan düşük nitelikli saldırı araçlarını kullandı? Bu saldırı araçlarının teknik nitelikleri hakkında önceden bilgi vererek İsrail'i uyardı? Hava taaruzunda kullandığı 331 adet farklı türdeki saldırı araçlarından 7 tanesini İsrail demir kubbesinden geçirebildi de, diğerlerinin İsrail tarafından düşürülmesine izin verdi? Peşin bir ‘yenilgi' yaşamayı kabul ederek böyle teatral bir hava saldırısını gerçekleştirdi?


Acem oyunu

Birleşik Krallık'ın (UK) eski başbakanı, şimdiki Dışişleri Bakanı David Cameron İran'ın İsrail'e saldırısının hemen ardından şöyle bir açıklama yaptı: "İran'ın İsrail'e yönelik pervasız saldırıları Ortadoğu'daki gerilimi daha da artıracaktır. İngiltere, İran rejimini kimsenin çıkarına olmayan bu ciddi gerilimi durdurmaya çağırıyor." Cameron'a göre her şeyin sorumlusu İran. Yani; İsrail'e pervasızca saldırarak Ortadoğu'daki gerilimi daha fazla alevlendiren de, kimsenin çıkarına olmayan bu ciddi çıkışı yapan da İran. Ama, arabulucu rolüne soyunan ve dünya barışını temsil eden taraf ise İngiltere!

Birleşik Krallık, en kritik zamanlarda Ortadoğu'daki gerilimin en önemli kaynağı olan ve uluslararası hukuku yok sayan İsrail'in Filistin halkına uyguladığı soykırımı durdurmak için çaba sarf etmiş de, İsrail ve diğer tüm ülkelere eşit mesafedeymiş gibi böbürleniyor ve 1 Nisan'da İsrail yanlısı lobiciler lehine İran'ın Şam'daki büyükelçilik yerleşkesindeki konsolosluk binasına düzenlenen hava saldırısı taktiksel değilmiş gibi davranıyor.

Birleşik Krallık, halifeliğin kaldırılmasından elde ettiği kazanımlar yetmezmiş gibi, İran'a yaşatılan 1979 devriminin(!) hemen ardından 1980-87 İran-Irak savaşı ile Müslüman dünyasını bölmek için verdiği desteği sürdürüyor. Hatta, nedense İran tarafından İsrail'in her defasında ve her nasılsa kendi avantajına dönüştürmeye çalıştığı tahriklere karşılık vermesine kayıtsızmış gibi bir algı oluşturuyor.

Yani Birleşik Krallık dünyanın gözü önünde olup bitenler için, dünyanın gözünün içine baka baka kendi tarihine leke sürmeyecek şekilde ikiyüzlülüğüne ve küstahlığına devam ediyor. Vallahi, güler misin ağlar mısın misali...

Erdoğan haklı

Samimiyetsiz olan sadece Birleşik Krallık değil ki. Birleşmiş Milletler'e ne demeli peki? Erdoğan'ın haklı olduğu bir kere daha ortaya çıkmadı mı sizce? Dünya gerçekten beşten büyüktür, büyük olmasına ama bu durumun adalet, eşitlik, insan hakları ve demokrasi açısından pratikte bir karşılığı var mı Allah aşkına? Baksanıza, dünyanın dört bir tarafından gelen baskılara dayanamayan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi, İsrail'in Gazze'de işlediği savaş suçlarından sorumlu olmasını öngören bir karar tasarısını kabul etti de, ne oldu? Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Gazze'de acilen insani ateşkes talebinde bulunan karar tasarısını 23 çekimser (UK bu gruptaydı), 10 hayır (İsrail ve ABD bu gruptaydı) oyuna karşın, 153 oyla kabul etti de, ne oldu? Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi defalarca toplandı da, ne oldu?

Şimdi de, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi İran'ın İsrail'e yönelik hava saldırıları ile ilgili olarak toplanıyor. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres İran'ı kınanırken, ne Ortadoğu'nun ne de dünyanın yeni bir savaşı kaldıramayacağını söyledi. Peki ne değişecek? Kritik nokta ne yazık ki Birleşmiş Milletler'in aldığı kararlarının pek de ehemmiyetinin olmadığı ve uygulanmadığı bir dünyada yaşıyor olmanın tuhaflığı!

Şer cephesi tiyatrosu

Buna karşın, tüm dikkatlerin Netenyahu'nun İsrail'in savaş kabilesini toplamasına ve buradan çıkan sonuca odaklanacak olması da, ayrıca düşünülmesi gereken kritik bir nokta bence. Bakalım, bu defa Amerika ile İsrail arasındaki şirke bulaşmış garip teolojik ve fizyolojik ilişkiler ağı, kendisini dünyanın patronu olarak gören Amerika'nın küresel ekonomik ve siyasi çıkarlarına zarar verecek boyuta ulaşacak mı? Bakalım, merak edilen üçüncü/dördüncü dünya savaşı resmen patlak verdi mi/ verecek mi?

Yani konvansiyonel olmayan savaşlar, dünya genelinde konvansiyonel hale evrilecek mi? Bu soruyu sorma sebebim de İran'ın kendi toprak ve askeri mühimmatı ile doğrudan İsrail'e saldırmış olması. Ancak, bu noktada düşünülmesi gereken başka sorular da var: İran neden;

(I) Saatte 180 km hızla giden, saatler sonra İsrail'e ulaşacak olan, hiçbir hasar kabiliyeti bulunmayan, hatta başlığında mühimmat taşıyıp taşımadığını bile bilinmeyen, tabiri caizse gürleyen ama yağmayan düşük nitelikli saldırı araçlarını kullandı?

(II) Bu saldırı araçlarının teknik nitelikleri hakkında önceden bilgi vererek İsrail'i uyardı?

(III) Hava taaruzunda kullandığı 331 adet farklı türdeki saldırı araçlarından 7 tanesini (sadece yüzde 2'sini) İsrail demir kubbesinden geçirebildi de, diğerlerinin İsrail tarafından düşürülmesine izin verdi?

(IV) Peşin bir 'yenilgi' yaşamayı kabul ederek böyle teatral bir hava saldırısını gerçekleştirdi?

İran, acaba;

(a) Kendisine misyon edindiği şekilde Sünni-Şii ayırımcılığı ile İslam dünyasını bölmek ve ittifak kurduğu İsrail ve ABD'e vaad edilmiş toprakları altın tepside sunmak için mi didiniyor?

(b) Daha öncesinde Irak'ın, Afganistan'ın ve Suriye'nin parçalanmasında olduğu gibi bu defa da İsrail'e mütekabiliyet hakkı vererek dün geceden sonra Lübnan'a saldırmak ve kritik askeri noktalarını yok etmek için mi çabalıyor?

(c) Kaşıkçı cinayeti ile Türkiye'yi uluslararası alanda zor duruma düşürmek isteyen Suudi Arabistan gibi, İran'ın da özünde Amerika'nın stratejik ortağı olması ve her ikisin de nükleer bakımdan güçlendirilmiş/desteklenmiş yapılanmalar ile Amerika'ya göbekten bağlı olması mı anlaşılamıyor?

(d) Türkiye-Pakistan hattının güçlenmesi yoluyla Türkiye'nin nükleer bakımdan daha güçlü konuma gelmesi göz önünde bulundurulduğunda, vaad edilmiş topraklar hayalini suya düşürecek ve hilafet sancağının manevi temsilcisi olan tek ülke olduğu için mi Türkiye sürekli operasyona maruz kalıyor?

Türkiye'yi parçalamak!

Allah fırsat vermesin, ama onların amaçlarına ulaşabilmesi için geriye kalan tek şey Türkiye'nin parçalanması. Bu nedenle, PKK ve benzeri terör örgütleri ile yapamadıklarını, Gezi Olayları ve 15 Temmuz ile yapmaya çalıştılar. Bunlarla da olmayınca demokrasi kisvesi altında, önce Atatürk'ün kurduğu partinin içini boşaltarak, PKK terör örgütünün uzantısı olan siyasi partiler ile milliyetçi kanadın bir kesimini bir araya getirerek ve Müslümanları bölerek bunu yapmaya çalıştılar.

Üstelik, kendisini ait olduğu toplumdan 'Alevi' ve 'Dersimli' olarak ayrıştıran Kemal Kılıçdaroğlu bastığı yeri bilmezken, tatilci, unutkan ve çakma imam Ekrem İmamoğlu her şeye okay iken ve Kürtlere alerjik taşra politikacısı Mansur Yavaş doğru düzgün konuşamazken yaşandı tüm bunlar. Televizyon dizileriyle, 'sanatçı'larla, her türlü medya aracı ile pek çok kavramın içi boşaltılırken yaşandı tüm bunlar.

Daha geçenlerde, teröristlere verilen tavizlerle İBB'de çok sayıda sandalye elde eden ve karar verici konuma gelen PKK yani DEM parti ile birlikte yerel seçim zaferi sarhoşluğu yaşayan CHP bundan gocunmazken, terör seviciler ve onların uzantıları aracılığıyla bir kere daha Türkiye'nin İHA-SİHA'sına, BAYKAR'a, Haluk ve Selçuk Bayraktar kardeşlere dil uzatma cesareti gösterebildiler.

Aslında burada yaşadığımız da, pek çok alanda olduğu gibi bir tür 'hibrit savaş' taktiği idi. Hibrit savaşlarda, düşük yoğunluklu çatışmalar sosyal medya ile desteklenir. Bunun nedeni ise algı yönetimi kapsamında değerlendirilen bu tarz savaşların halkın ve uluslararası toplumun psikolojik algısını değiştirmek üzerine kurulu olmasıdır.

Böylelikle kamuoyunu etkilemek, halkın, devlet yetkilileri ile ana akım medyanın görüşlerini değiştirmek amacıyla kasıtlı yalan bilgi, sözde (!) muhalefet baskısı gibi yollarla terör eylemlerinin gerçekleştirilmesine ve operasyonlar düzenlenmesine uygun zemin oluşturulması sağlanır.

Kırmızı Çizgimiz

Böyle bir ateş çemberinin içinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin bütünlüğünü koruması için yukarıda bahsetmeye çalıştığım nükleer güce erişiyor olmak tek başına elbette bir anlam taşımaz. Türkiye'nin tüm teknoloji ve altyapısında olduğu gibi, know-how ve yeteneklerini de sürekli olarak geliştirmesi ve koruması elzemdir. İşte bu nedenle, hava platformları, pil ve güç sistemleri, elektronik ve yazılım, bilgi teknolojileri kara platformları, deniz platformları, roket füze mühimmatı gibi tüm bileşenleri ile Türk savunma sanayisi hepimizin gözbebeği. 2023 yılı itibarıyla, İHA-SİHA gibi ürünleri de kapsayan hava platformları ihracatında ülkemizi dünyadaki ilk 15 ülke arasında taşıyan ve 2,8 milyar dolar ihracat getirisi sağlayan BAYKAR'ın pozitif etkisini, bu bakımdan da anlamak çok önemli.

Eğer muhalefetimiz 2028 genel seçimlerinde başarılı olursa, maalesef hemen şimdi yapmaya başladıkları gibi TAİ, TUSAŞ, TUBİTAK UZAY, ASELSAN, HAVELSAN...vb. Türk savunma sanayiinin en etkili ve gözde kamu kurum ve kuruluşlarına her türlü zararı verebilecek potansiyeldedir. Özellikle Atatürk'ün kurduğu parti olan CHP'nin PKK'yı desteklemek için siyasi nefret söylemi üzerinden İHA-SİHA'lar aracılığıyla BAYKAR'ı hedef göstermesi Türkiye'nin gururuna, güvencesine ve yarınlarının teminatına saldırmak demektir. Zaten, Babacan ve İmamoğlu gibi kendilerini aday gösterenlere ve seçilmelerini sağlayanlara ödemeyi kabul ettikleri diyetlerden biri de budur. Halktan sakladıkları tüm kirli pazarlıklar şimdi teker teker gün yüzüne çıkadursun, en acı olanı da bazılarının bunları görmemekteki ısrarı ve yereli ulusaldan farklı zannetmesidir.

Ancak, bilinmelidir ki, BAYKAR'ın da içinde bulunduğu Türk Savunma Sanayi Türk milletinin kırmızı çizgisidir.

[email protected]