İnişli-çıkışlı Türkiye-ABD ilişkisinde yeni sayfa, yeni soluk: 13 Kasım'da ne oldu?

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney / Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi İİSBF Dekanı- Akdeniz Güvenliği Merkezi/CEMES Başkanı
17.11.2019

13 Kasım, ABD’nin Türkiye’ye oyunu yeniden oynayalım, ilişkileri reset edelim çağrısıydı. Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni sayfa açılması Ankara’yı da mutlu eder, ancak kimse unutmasın Türkiye bu yeni sayfada taviz vermesi gereken taraf olmayacak.


İnişli-çıkışlı Türkiye-ABD ilişkisinde yeni sayfa, yeni soluk: 13 Kasım'da ne oldu?

Uzun bir süredir Türkiye-ABD ilişkilerinin inişli çıkışlı devam ettiğini bilmeyen yok. Bu çerçevede 13 Kasım’da ne olduğunu hala anlamaya çalışanları ve Ankara-Washington DC ilişkilerinde birdenbire nasıl bu şekilde bir iyileşme niyet beyanının gerçekleştiğini kavramak için hala meraklı gözlerle etrafa bakanları görüyoruz. Aslında Osaka’da gerçekleştirilen G-20 zirvesinde ABD başkanının ikili ilişkilerdeki inişli seyri bir önceki Başkan Obama’ya fatura etmesiyle beraber, ki S-400 parçaları kutu kutu Rusya-Türkiye mesafesini kat ediyordu, ABD’nin Ankara’yı kaybetmemek için çaba göstereceği ortaya çıkmıştı. Yine de pek çoğumuz, inişli-çıkışlı ilişkilerin, iniş ibresine yoğunlaştık. Tabii bu yarı-yanılsamanın temelde üç nedeni var. 

İlk neden, diplomasinin değişen niteliğini anlamama inatçılığımızdan geliyor. Oysa bırakın son dönemde yazılanları, postmodernizm yarı-yanılsamalarımızın sübjektif niteliğini yüzümüze vurduğundan beri yani yaklaşık son 30 senedir (Der Derian, On Diplomacy) diplomasinin tek, hakim bir biçimi olmadığını biliyoruz. 

Yeni diplomasi biçimleri

Diplomasinin 15. yüzyıldan beri devam eden kurumsallaşmış çerçevesini tek diplomasi biçimi olarak kabul edip bugünün yeni diplomasi biçimlerini, örneğin liderler arasında birebir, yüz yüze gerçekleşen diplomasiyi görmezden gelmek tabii sadece inatçılığımızdan kaynaklanmıyor. İkili ilişkilerde rasyonel ve realpolitik nedenlerle gerçekleştirilen ani dümen kırışların altındaki gerçekçi nedenleri görmek istemeyenler, çünkü görülürse Türkiye’nin bir süredir yürüttüğü dış politikaya dudak bükmek mümkün olmayacak, “Trump şöyle bir lider, o yüzden Erdoğan’ı anlıyor”, “Putin böyle bir lider, o yüzden Erdoğan ile anlaşabiliyor” argümanlarının tek-boyutluluğuna sığınıyorlar. Sözü çok uzatmadan, yeni dönem diplomaside liderler arasında doğrudan hatlar kurulmasına alışmamız gerektiğini, bu hatların sanıldığının aksine kişisel özelliklerin, dostlukların, sempatilerin ötesinde dünya politikasının rasyonel okunmasına dayandığını söyleyelim. ABD başkanı ve Rusya başkanı, Erdoğan’ın kişiliğinde Türkiye’nin önemini tasdik ediyorlar, bazı yabancı gazetecilerin dikkat çektiği üzere Trump kendini kibar davranmaya, Putin gülümseyip espri yapmaya zorluyor çünkü bugünün jeopolitik konjonktüründe Türkiye’yi kaybetmenin ABD-Rusya mücadelesini hızlandıracağını (belki yeni bir Soğuk Savaş), mücadelenin bu yeni aşamasında kim Ankara’yı kaybetmişse yola dezavantajlı başlayacağını üç lider de biliyor. Şimdilik kimse yeni Soğuk Savaş’ın o günlerini görmek istemediğinden ve şimdilik kimse Ankara’nın kalbini tam çalamadığından her inişin bir çıkışı oluyor. En önemlisi Ankara, her inişin bir çıkışla neticelendiğini caydırıcılığının denendiği her yeni sınamada fark ettikçe, masaya daha güvenli, emin oturuyor çünkü elde ettiklerinin sebebinin sadece Asya’dan Akdeniz’e “bir kısrak başı” gibi uzanan coğrafyasından kaynaklanmadığını, güçlenen askeri, ekonomik, siyasi direnç kapasitesinden ve dış politikada çeşitlendirmeyi bedellere rağmen başarıyla sürdüren diplomasisinden kaynaklandığını biliyor. 

ABD içindeki siyasi savaş

Türkiye-ABD ilişkileri özelinde inişlere, çıkışlardan daha fazla odaklanmamızın ikinci sebebi, ilk sebebi kadar sübjektif değil. Bu sebep, bir süredir ABD’nin kendi içerisinde süren siyasi savaşla, bu savaşa “Türkiye ile ilişkilerin” eklemlenmesiyle ilgili. Son aylarda Trump ve Trump karşıtlığının basitliğine indirgenmiş bu mücadele ABD’yi neredeyse Perikles’den sonraki Atina’ya döndürdü.

Bu teşbih ABD’nin sadece kurumlar arası iç savaşa evirilmiş rekabeti dolayısıyla karar veremez, tutarlı politika üretemez hale gelmesini anlatmıyor, aynı zamanda gücü doruklarda bir devletin güç zehirlenmesi sonrası yaşadığı kayıpları da hatırlatıyor. ABD, Batı dünyasının liderliğini, Trump’ın tüm söylenmelerine rağmen bırakmadığı için de ABD’nin politika üretememe krizi, bir nevi Batı dünyasının hayal kırıklığına dönüşmüş durumda. Aslında, Washington DC’nin tecrübe ettiği güç zehirlenmesi haksız nedenlere de dayanmıyor. 2017’nin son günlerinde Trump’ın kendi imzaladığı ulusal güvenlik strateji belgesinde de belirtildiği üzere ABD, bugünün ekonomik, askeri ve enerji gücü olarak özel bir dönemden geçiyor. Rakiplerine karşı üstünlüğü kâğıt üzerinde çok sorgulanabilir değil. Trump yönetimi, rakiplerin yaratabildiği zorlukları da fark eden bir yönetim idi aynı zamanda. Mesele belki de bu zorlukları aşma yöntemi olarak belirledikleri cezalandırmaya hatta önleyici cezalandırmaya dayalı caydırıcılığın bölgesel düzeyde ve bölge güç dengeleri bazında işlememesi. 

Vietnam sendromu gibi

ABD caydırıcılığının çöküşünün pek çok nedeni var, sırf bu konuda ayrı bir bilimsel makale yazılabilir. Ama sebeplerden kesinlikle biri, Washington DC’nin bölgesel güç dengelerinde bölge güçlerinin askeri ve siyasi var olma gücünü hafifsemesi, göz ardı etmesi. Bu körlük içinde ABD’nin güçsüz devletimsi (PYD) ve çeşitli yönleriyle zayıf devletlerle (Mısır, Suudi Arabistan, Güney Kıbrıs vb) bölge politikasına dalışı, bugün Ortadoğu’da utanç verici bir yenilgi sürecine dönüştü. Bu yenilgi, elbette ABD’nin elindeki tüm araçların etkisizleştiği anlamına gelmiyor. Lübnan ve Irak gibi üzerindeki sis hala muğlak olan yerlerde yaşananları eşelemeden bile görebiliriz bu araçları: Akdeniz’in mavi sularında yol alan 6. Filo ve “Sisi MSB, Netanyahu(?) gibi liderlerin hala iktidarda olması” ve “bitip-gidemeyen Suriye petrolleri lakırdısı” ve her şeye rağmen Suriye’de bırakılan 500-600 ABD askeri ve bölgedeki üstler ve üstlerde askerler ve PYD’nin kalbine muhtemelen Pentagon eliyle serpilen umutlar ve PYD’nin bu boş umutlara kanmak dışında hiçbir seçeneğinin olmaması; listeyi uzatabiliriz. Ama ABD, tüm bu araçlarla ve daha fazlasıyla istediği sonuçları üretebilmiş değil. O nedenle de şimdi, “Ortadoğu’da barış” gibi son derece muğlak, nereye çeksen oraya gelecek bir amacı Trump, Amerika’nın çocuklarını eve döndürme çağrısıyla beraber dillendirip duruyor. Bu tablo ABD’de de adeta yeni bir Vietnam sendromu yarattı. Daha geçtiğimiz günlerde IISS adlı etkili düşünce kuruluşunun yayınladığı bir raporda (Strategic Comments, ediör, Benjamin Rhode) Batı’nın hissettiği Suriye sendromunun izleri çok açık görünüyor. 

“Suriye’de istediğimiz hiçbir şeyi elde etmeden bir telefonla Rusya karşısında geri çekildi ve yenildik” satırlarını okuyoruz. Ey, ilgili okuyucu, bu cümledeki yanlışı bulunuz. Evet bildiniz; telefon Trump’ın Moskova’ya ettiği telefon değildi. ABD ve Rusya açık bir anlaşma ile Suriye mücadelesini noktalamadılar. Edilen telefon Ankara’ylaydı, yapılan Mutabakat Türkiye’yleydi. Zaten bu nedenle, “Rusya’ya karşı yenilgi” Vietnam’dan kaçış hikayeleri gibi anlatılıyor ama Washington’da dost meclislerinde “Asker çekilir ama Ankara ile bir telefonla nasıl, nasıl çekilir ABD gibi bir güç” sorusu hafif şaşkınlık, hafif öfke, hafif saygı hisleriyle yoğurulup soruluyor. Sonra açıklamalar getiriliyor, evet deniyor Türkiye İHA teknolojisinde çok ilerledi, evet deniyor Türkiye çok önemli bir askeri güç, evet deniyor Rusya kartını çok iyi oynadınız. Duymak isteyen kulaklara daha fazlasını da, ABD’nin Suriye ve Irak’ta PYD/PKK politikasının ve Doğu Akdeniz’de Türkiye ve KKTC’yi izole etme politikasının baştan itibaren başarısızlığa mahkûm olduğu başta olmak üzere söylüyoruz. 

13 Kasım ziyareti ve Beyaz Saray’da Erdoğan’ın ziyareti öncesi Türkiye’ye öfke kusan senatörlerin Sayın Erdoğan liderliğindeki Türk heyeti karşısında “Türkiye tabii ki çok önemli bir müttefik”, “ilişkilerimiz iyileşmeli” dedikleri fotoğraf karesi, öfkelerini kızılcık şerbeti gibi içip Türkiye’ye kulak vermek zorunda kalacakların sayısının artacağını gösteriyor. Nitekim, Türk heyeti Ankara yolundayken, Türkiye karşıtlığının yükselen sesi olan Senatör Graham kendi gündeme getirdiği Türkiye karşıtı sözde Ermeni Soykırımı ile ilgili tasarıyı Senato’da, tarih yazmak bizim işimiz değil diye durdurdu. Erdoğan, Beyaz Saray’da ağırlanmasın diye imza toplayanlar, Sayın Erdoğan’ın Beyaz Saray’da doğrudan Amerikan kamuoyuna üstelik terörle mücadelede ABD’nin yapmadıkları üzerinden seslenişini sessiz izlediler. Erdoğan bir kez daha ama bu kez direkt Amerikan hanesine Türkiye’de Kürt-Türk ayrımının olmadığını, PKK’nın da Kürtleri temsil etmediğini; Türkiye’nin DEAŞ mücadelesini ve Suriye’de azınlıkların haklarının korunması için Ankara’nın ne kadar çaba harcadığını anlattı. Avrupalılar, Trump’ın ağzından Türkiye’nin Suriyeli mültecilere ne kadar çok para harcadığını ve tabii yine yeniden Avrupalıların hiçbir şey yapmadığını duydular. Artık Suriye’nin Avrupa kökenli DEAŞ’liler için bir “savaş içerisinde ülke hapishanesine” döndürülmesi hayali zayıfladığından NATO’nun beyin ölümünden, komasından filan bahseden Avrupalı liderler Trump’ın bu sefer NATO’nun öneminden ve Türkiye’nin NATO için öneminden bahsetmesine şahit oldular. Aynı liderler, Rusya kazandı, Rus işgali yakındır diye yaygara kopartan Doğu ve Merkezi Avrupa ülkeleriyle de uğraşmak zorunda üstelik. Yani bu havayla Ankara’nın karşısına Aralık’ta gelecekler ve emin olun NATO’nun sağlıklı, dinç ve çalışkan olduğunu söyleyecekler.  S-400’ler konusunda beklenip duran yaptırımların “y”si bile Trump-Erdoğan basın toplantısında anılmadı. Her iki taraf çözüm bulma konusunda kararlılıklarını belirtti, kısaca S-400’lerin adının bile caydırıcılığı masada yine işledi. Ne tesadüf ki, bazı uluslararası finans kuruluşları Türkiye ekonomisinin istikrar sinyalleri verdiğini, Total ve ENI Türkiye ile sorunlu alanlarda Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetlerinden geri adım attığını açıkladı. İngiliz basınında Doğu Akdeniz’de Türkiye ile kavgaya değmez, İsrail diasporasının en azından bir kısmında Ankara ile ilişkilere ivme verelim seslenişleri duyuluyor. Eh yani, Trump’a karşı öfkenin de bir sınırı var, hele Rusya Akdeniz satranç tahtasında kaleleri almak için beklerken ya da kaleleri almak için beklediği izlenimini Türkiye üzerinden Batı’ya vermişken. Sonuçta Asya’dan Akdeniz’e uzanan kısrak başı, Türkiye, Karadeniz’den Akdeniz’e uzanan en büyük, en donanımlı kale aynı zamanda. 

Bu ilişkide bavul dolu 

İnişli-çıkışlı Türk-Amerikan ilişkilerinde iniş ibresinin dikkate daha çok alınmasının üçüncü nedeni, Türkiye-ABD ilişkilerinde sorunlar bavulunun (talepler bavulu da diyebiliriz) uzun bir süredir dolu olduğunun bilinmesi. PYD’ye verilen ve bugünlerde Ferit Abdi Şahin gibi terör odaklarına sunulan suni teneffüs seviyesine inmiş desteğin en büyük sorunlardan biri olduğu malum. Türkiye, PYD’nin terör devleti kurma projesini ABD ile anlaşarak sona erdirmedi, bu biliniyor. Bu proje ABD’ye rağmen, Türkiye’nin caydırıcılığının sahada ve masada her gün adım adım ilerletilmesiyle çökertildi. Bu proje Mehmetçiğin Suriye’de, Irak’da düzenlenen operasyon ve misyonlarındaki başarısıyla ve tabi ki Rusya ile geliştirilen çok yönlü ilişkilerle Rusya’yı çok zorlu pazarlıklarla bazı konularda ikna ederek çökertildi. Ancak sahada ölen PYD devlet hayalinin ölümünün ilan edilmesi de önemliydi ki bu ilan iki büyük güç ve Türkiye arasındaki ayrı mutabakatlarla oldu. Bugün, Türkiye, bölgeden tüm terör unsurlarının temizlenmediğinin, ölümü ilan edilen projenin orada, oracıkta bırakıldığının farkında. Bu nedenle Ankara’nın askeri çözüm olasılığı rafa kalkmış değil ama amaç askeri operasyon yapmak için operasyon yapmak değil Suriye’de Türkiye’nin almış olduğu güvenlik garantilerinin işletilmesini sağlamak. Hem ABD’nin hem Rusya’nın mırın kırın edeceği, kimi zaman krizlerin çıkacağı, kimi zaman Ankara’nın gönlünü ucuza çeler miyiz sorusunun sorulacağı uzun bir teminat sürecinden bahsediyoruz. Sahada da o yüzden nispeten daha düşük seviyede de olsa hareketlilik sürüyor. Bu noktada gelecekte ortaya çıkabilecek krizlerin sınırını belirleyen 4 ipucundan bahsedebiliriz. 1)- Erdoğan ile yaptığı basın toplantısında Trump Suriye’de Kürtlerle (PYD demek istiyor) nasıl iyi geçindiklerini anlattıktan sonra tabi dedi ve ekledi, Ankara ile ilişkilerimiz daha önemli. 2)- Lavrov, Suriye’de Kürtleri (PYD demek istiyor) istikrarlı davranmaları konusunda uyardı yani Pentagon’un yıldızlı generallerinin tesellisine muhtaç PKK’nın Rusya için “ölü” olduğunu hatırlattı. 3)- Türkiye hem PKK hem DEAŞ’e karşı mücadelesini söylem ve eylemde başarıyla sürdürmekte, bunda kararlı ve yeterli olduğunu gösteriyor. Daha önemlisi bu konuda hem Türkiye’de hem de daha ilginci Suriye’de (New Gallup International Survey in Syria) halk desteğini Ankara askeri operasyonları, hem de Anayasa yazım çalışmaları sürerken, almış görünüyor. 4)- Erdoğan, dönüş yolunda Washington ile ilişkilere çok önem verdiklerini ama Rusya ile de derinleşen ilişkilerden taviz vermeyeceklerini de belirtti. 

İki büyük güç de çok şanslı 

Bu son nokta, sadece Türkiye’nin S-400’lerle ilgili kararının bir pazarlık konusu olursa bu pazarlığın sınırlarını ABD’ye göstermiyor aynı zamanda ABD-Türkiye ilişkilerinde diğer konular nedeniyle (F-35, FETÖ, CATSA, PKK’ya destek vb) bıçak kemiğe dayanırsa Washington’a oyunun tüm kurallarının değişebileceğini de gösteriyor. Şimdilik bıçak kemikte değil; iki büyük güç de çok şanslı, Ankara, farklı bıçak, ok yaralarına, farklı açılardan gelen darbelere karşı kılıcı elinden hiç düşürmeden savaşan eski Türk filmlerinin kahramanlarına benziyor. Bıçak kolay kolay kemiğe dayanmıyor. Oyunun değişmesini istemeyen tüm aktörlerin bu nedenle Ankara ile diyalog kurmak için vakti var. 13 Kasım, ABD’nin Türkiye’ye oyunu yeniden oynayalım, ilişkileri reset edelim çağrısıydı. Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni sayfa açılması Ankara’yı da mutlu eder, ancak kimse unutmasın Türkiye bu yeni sayfada taviz vermesi gereken taraf olmayacak. Yeni sayfa açmak isteyenler, bu yeni sayfaya uygun politika geliştirme inisiyatifini de alacak.  13 Kasım bu çerçevede, Trump Yönetimi’nin, şimdi, şimdilik ikili ilişkilerde ibreyi çıkış yönüne çevirdiği tarih oldu. 

@nursinguney