15 Temmuz: Hepimizin vatanı, istiklali, hürriyeti…

Dr. Murat Yılmaz/ Siyaset Bilimci
14.07.2019

15 Temmuz ile tarih değişmiş, Türk milleti kimliğine, bağımsızlığına ve izzetine yönelik 27 Mayıs darbesini bütün kalıntılarıyla tamamen ortadan kaldırmıştır. Demokrasi, hürriyet, milliyet, vatan, bayrak, devlet, istiklal gibi mefhumların laftan ibaret olmadığını, “yurdumuzun üstündeki her ocakta tüten” milli ve yerli kavramlar olduğunu bütün dünya görmüştür. Büyük güçlerin Türkiye karşıtı bir yerde durması, 15 Temmuz darbecilerini ve onun “pasif darbeci” iç destekçilerini mağlubiyetin sert ve soğuk yüzüyle karşılaşmaktan şimdilik zihnen alıkoyuyor. Ancak fiilen 15 Temmuz darbecileri ağır bir yenilgi aldı, toplum vicdanında açıkça mahkum oldu, hukuken cezalandırılma ve tasfiye süreci devam ediyor.


 15 Temmuz: Hepimizin vatanı, istiklali, hürriyeti…
Şanlı 15 Temmuz destanının üçüncü yılındayız… Zaman geçtikçe 15 Temmuz’un Türkiye, Ortadoğu ve dünya tarihindeki yeri berraklaşıyor, berraklaşacak. Zaman geçtikçe 15 Temmuz’un öncesi ve sonrasıyla kronolojik bir zeminde analitik bir çerçevede illiyet bağlarını anlamak ve anlatmak imkanına daha çok sahip oluyoruz. Ancak bu tarihi, siyasi ve sosyolojik olarak 15 Temmuz’u anlamazdan gelenlerle ve gerçekleşecek olsaydı “pasif darbeci” olarak 15 Temmuz’u destekleyecek olanlarla “anlaşabilmek” anlamına gelmiyor. Çünkü 15 Temmuz darbe teşebbüsü başarısız olsa da 15 Temmuz’u siyasi ve stratejik sebeplerle destekleyen ve yönlendiren büyük güçlerin pozisyonu hala değişmedi. Büyük güçlerin Türkiye karşıtı bir yerde durması, 15 Temmuz darbecilerini ve onun “pasif darbeci” iç destekçilerini mağlubiyetin sert ve soğuk yüzüyle karşılaşmaktan şimdilik zihnen alıkoyuyor. Ancak fiilen 15 Temmuz darbecileri ve darbecilerin örgütü FETÖ net ağır bir yenilgi aldı, toplum vicdanında açıkça mahkum oldu, hukuken cezalandırılma ve tasfiye süreci devam ediyor. 
  
27 Mayıs’tan 15 Temmuz’a 
 
Tarihi, siyasi ve sosyolojik olarak baktığımızda 15 Temmuz darbesi ve darbe örgütü FETÖ mehdilik inancıyla gizli ve kapalı bir örgütlenmeyle devşirilen bir kesimin 27 Mayıs darbesiyle kurulan vesayetçi devlet sisteminin karargahlarına “sızıntı” yaparak ele geçirmesi planıdır. Bu plan orijinal ve yerli değildir. Tıpkı 27 Mayıs gibi Türkiye’nin NATO çerçevesinde ABD eksenli hiyerarşik dünya ve Ortadoğu düzenini kabul ederek kendisine biçilen statüyü, içeride devşirilmiş elitlerin milletin çoğunluğuna vasilik etmesiyle zorla ve propaganda ile kabul ettirilme anlayışına dayanıyordu. Vesayet sisteminin mantığı, egemenliği dışarıda ABD’ye, içeride onunla işbirliği halindeki resmi ideoloji Atatürkçülüğe bağlı elitlere devretmekti. Bu iki alanda doğrudan muhalefet eden hareket ve görüşlerin marjinalleştirilmesi ve kriminalleştirilmesi esastı. 
  
Bütün ideolojik gruplaşmalardan uzak duran milletin çoğunluğu ise bu sisteme uyumlu merkez partileri desteklese dahi vesayet sisteminin tabiatı icabı bu sistemin mantığına tersti ve “millet dahi düşmandı.” Bu bakımdan vesayet sistemine karşı çıkmak için sadece vesayetin iç ayağına yahut sadece dış ayağına karşı çıkmak yeterli değildi. Bu yüzden de böyle bir mücadele tabiatı icabı çok zordu. İçeride çoğunluğu yakalamak yeterli değildi, aynı zamanda dış konjonktürün müsait olması ve dışarıda yeni ittifakların mümkün olması elzemdi. Rahmetli Menderes ve Demokrat Parti’nin başına gelenler, bir daha hiç kimsenin ve hiçbir partinin böyle bir harekete cüret etmemesi için yapılmıştı. Ancak 27 Mayıs’ın bütün tahribat, tahkimat ve tedbirine rağmen milletin çoğunluğu sünni doktrinin devlete isyan etmeden sabırla mücadele prensibiyle direndi, siyasi liderler ve elitler buldukları her fırsatta vesayetin iç ve dış ayaklarıyla mücadele ettiler. Tabii vesayetin iç ve dış ayakları da onlarla mücadele etti. 
 
Sağı parçala, yönet 
 
Milletin ezici çoğunluğunun yüzde 70’e varan bir şekilde sağ blokta toplanması, yüzde 30’luk bir tabanla vesayet sistemini devam ettirmenin zorluklarını beraberinde getirdiğinden, sağı bölmek ve kontrol etmek vesayet sisteminin temel amaçlarından biri haline geldi. Dünya çapında solla mücadele ederken solun fraksiyonlara bölünmesi için yapılan operasyonların bir benzerinin Türkiye’de sağ kesim için de yapıldığı anlaşılıyor. Türk solu, sağı antikomünizmle özdeşleştiren bir narsizmle malul olduğu için, sağın bölünmesi amacıyla yapılanları görmezden geldi. Bu stratejik açıdan solun işine geldiği için beliren bunca alamete rağmen sol, sağa yönelik operasyonlara hala biganedir. 27 Mayıs sonrası, faşist olarak gördükleri Alpaslan Türkeş ve arkadaşlarının henüz MHP’ye girmeden müstakbel darbe ortağı olarak Yön dergisinde bir süre hayırhah bir şekilde değerlendirilmesi açık kapı olarak bırakılan stratejik bir tercihtir. Bunu bugünlerde FETÖ üstelik darbe teşebbüsünde bulunmuşken yapan “sosyalist kültür dergisi”nin bulunması bu damarın sürekliliğini gösteriyor. 
 
 
Tarlanın ayrık otu: FETÖ 
 
Sağı parçalamak ve kontrol etmek amacıyla yapılan Muhsin Yazıcıoğlu’nun ”bizim tarlayı sürmüşler” tespiti çok eski tarihlere kadar götürülebilir. Bunun amacı sağı bölerek bir çoğunluk yönetiminin ortaya çıkmasını engellemek, sağı kontrol etmek, solun ve ABD ile işbirliğini savunan kesimlerin özgül ağırlığını arttırmaktır. Soğuk Savaş’ın bitmesi ve solun zayıflamasıyla güçleneceği anlaşılan sağı, 27 Mayıs’taki Kemalist vesayet sistemiyle kontrol edemeyeceğini anlayanlar, vesayet sisteminin çöküşünü kontrol altına alarak sağ içinde yeniden inşa edebilmek için sürdükleri tarladan çıkan dünyada ABD, Ortadoğu’da İsrail ile uyumlu bir şekilde ve kontrollü olarak yetiştirilmiş ayrık otu Fetullahçılara abandılar. 
 
Fetullahçılar böylece eskimiş vesayet sisteminin parçaları yerine yetiştirilmeye ve yerleştirilmeye başlandı. Vesayet sisteminin yıkılması mücadelesine, kendisine yer açmak ve eski vesayet sisteminin karargahlarını ele geçirmek için katılır gibi görünen Fetullahçıların iç ve dış vesayetin sahiden sona ermesi halinde, ontolojik sebeplerini ve müttefiklerini kaybedecekleri anlaşılıyordu. “Dar kadrocu kapalı kesin inançlılar hareketi” olarak Fetullahçıların gerçek anlamda demokrasi ve açık toplum içinde barınamayacakları açıktır. Türkiye’nin mutedil, tedricen ve evrimci bir şekilde vesayet sistemin yerine demokratik rejimin tesisini engellemek için her siyasi ve kriminal hadiseyi büyük boy krize dönüştüren FETÖ, arkasındaki Batı desteğiyle güvenlik, yargı, medyada ve iktisadi alanda muazzam bir güç elde etti. İstihbarat, komplo, tehdit, şantaj, satınalma ve dış destekle toplumsal tabanıyla mukayese edilmeyecek bir güç elde eden FETÖ yüzde1’i bulmayan toplumsal tabanına rağmen güvenlik ve yargı bürokrasisinin yüzde 60’ını ele geçirebildi. Bu nasıl oldu sorusunu dahi sormayanları ciddiye almamak lazım. Bu güçle geçmişte Kemalist bürokrasinin yaptığını yapmaya yönelen Fetullahçı bürokratik vesayet hareketi, seçilmiş siyasi otorite kendisine teslim olmayınca ABD ve İsrail’in yönlendirmesiyle sonu 15 Temmuz darbesine varacak bir siyasete müdahale sürecini başlattı. Fetullahçıların buradaki modelleri 27 Mayıs darbesi ve 27 Mayıs sonrası vesayet sisteminin pratikleri oldu. 
  
Paradigma değişti 
 
Erdoğan ve AK Parti’nin ABD destekli FETÖ ve ona darbe mekaniğini döktüğü kanla yağlayan PKK’ya karşı sivil, demokratik ve hukuk devleti sınırları içindeki destansı direniş, Türkiye ve dünya demokrasi tarihine altın harflerle geçmiştir. Bu direniş karşısında 1 Kasım 2015 seçimlerindeki net yenilgiyi hazmedemeyen FETÖ ve onun arkasındaki uluslararası güçler son bir hamle olarak 15 Temmuz darbe teşebbüsünü gerçekleştirdiler. Türkiye’de içeride vesayeti sona erdirerek demokratik, dışarıda da egemenliğini eline alan bağımsız bir yönetimden rahatsızlık duyanları Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki doğalgaz ve petrol yataklarının paylaşımında ve Ortadoğu sınırlarının çizilmesinde, 15 Temmuz’da başlayacak bir iç gaile ve hatta iç savaşla denklemden çıkarmak isteyen güçlerin gözlerinin ne kadar karardığı ortadadır. 
 
15 Temmuzda meydanlara çıkarak darbeye engel olanların, bunun bir darbenin ötesinde milli kimliğin, devletin ve ülkenin tasfiyesi teşebbüsü olduğunu derhal idrak etmesi demokratik şuurun yanında milli şuurun gücünü de ortaya koymuştur. 15 Temmuz demokrasi ile bağımsızlığın arasındaki korelasyonu çok net bir şekilde göstermiştir. 15 Temmuz başarısı, Türkiye’deki oyunun kurallarını değiştirerek siyaset ve demokrasi dışındaki bütün yolları kapatmış, ülkedeki tek oyunu demokrasi olarak ilan etmiştir. Bu bakımdan 15 Temmuz bir muharebenin kazanılması değil, savaşın zaferle sonuçlanmasıdır. Türkiye artık demokratik bir şekilde ve bağımsız olarak yönetilecektir. 27 Mayıs darbesiyle egemenliğin içeride ve dışarıda Türk milletinin elinden alınması süreci olan vesayet sistemi sona ermiştir. Yeni sitemim oturması veya tartışılması bahsi diğerdir. Türkiye’nin bu tartışmalara 15 Temmuz’da neleri kaybedebileceği ve neleri kazandığı muhasebesiyle başlaması elzemdir. Bu sadece Türkiye için değil, AK Parti ve hatta Cumhur İttifakı için de geçerlidir. 15 Temmuz’da Türkiye’deki siyaset paradigması tamamen değişmiştir. 15 Temmuz’daki muazzam demokratik ve bağımsızlıkçı başarıyı, ”milleti kurtaran azim ve kararı” görmezden gelemez. 15 Temmuz ile tarih değişmiş, Türk milleti kimliğine, bağımsızlığına ve izzetine yönelik 27 Mayıs darbesini bütün kalıntılarıyla tamamen ortadan kaldırmıştır, tarihe gömmüştür. Demokrasi, hürriyet, milliyet, vatan, bayrak, devlet, istiklal gibi mefhumların birer laftan ibaret olmayan, birkaç kişiye ait olmayan, “yurdumuzun üstündeki her ocakta tüten” milli ve yerli kavramlar olduğunu, herkesin olduğunu bütün dünya görmüştür. Bu muazzam başarının Türkiye’deki herkesi, her hareketi ve her kurumu dönüştürmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla bugün ne derlerse desinler 15 Temmuz, bütün dünyanın Türkiye’ye bakışını değiştirmiş ve özgül ağırlığını her yerde arttırmıştır. 15 Temmuz şehitleri, gazileri, mücahitleri o gece öyle muazzam bir iş yapmışlardır ki, Türk milletinin kıyamete kadar elinden alınamayacak ve kıyamete kadar milletimize yol gösterecek bir kutup yıldızı bırakmışlardır.