Bilincin irfan ocağı: Anadolu pedagojisi

Mehmet Irmak / Yazar
13.12.2014

Temennim Anadolu pedagojisinin yeniden irşad merkezlerinin temel tezi olmasıdır. Aksi takdirde din elitlerinin üretim bandı, İslam dünyasının insan kaynaklarını heba etmeye devam edecek.


 Bilincin irfan ocağı:  Anadolu pedagojisi
Antik Yunanda, eğitim çağına gelmiş çocukların elinden tutup okula, spora götüren kölelere pedagog denirmiş. Pedagojinin eğitim bilimi olarak yerini alması 19. yüzyıldır. Eğitimin diploma ile tamamlanmasının, öğrenmenin önüne konulan bir engel olduğu, öğrenilen şeylerin kullanma süresinin emeklilikle birlikte ölümü bekleyen müzmin bireyler ürettiğini, bilim dünyası 21. yüzyılda görebildi. İşte bu öngörüden sonra “ömür boyu eğitim” projeleri teorik düzeyde konuşulmaya başlandı. Hem mesleki formasyon olarak hem de insan yaşamının yenilenmesi adına eğitimin devam etmesi gerektiği tezi teoriye dönüştü. Oysaki İslam coğrafyasında bu kurum hep vardı. Sivil bir inisiyatif olarak görev alan bu kurum; “Emr-i bil maruf nehyi anil münker” projesidir. Referanslarını dinden alan bu kurum, modern dönemlerde de sosyal psikolojiye yön vermeye devam edince, paradigma değişimine gitti. İslam dünyasındaki cemaat dediğimiz yapılanmaların varlık sebebi, dinin tebliği ve yayılma talebidir. İşte bugün olan şey; değişen paradigmaların sonuçları bizi köken arayışına itiyor. Yani kaybolan “bilinç ocakları” aranıyor.
 
Ebuzeri küstürmeyelim
 
Kendisini bu işe vakfetmiş mürşit dediğimiz kişiler, kadim gelenekte bizzat toplumun onayından geçerdi. Kurumsal düzeydeki ilk değişim, profesyonel cemaatlerin ortaya çıkışı, tamlayanı ise Kuran’ın bir uzmanlık alanı olarak algılanmasıdır. Bu algı, dinin temel saiklerinin anlaşılması için; profesyonel bir yapı ve “özel yetenekleri olan” cemaat liderlerini ortaya çıkardı. Tebliği bir şiir gibi algılayan o gönül erleri gitti, yerine şirket yöneticileri geldi. İnsanları kötülüklerden alıkoymak isteyen yaşam mimarları bu piyasanın satırlı şövalyelerine dönüştü. Tüm bunlar olurken, İslam’ın yaralı bilincini temsil eden “Ebuzerler” annesine küsüp süt içmeyen bebek edasıyla evi terk etti... Sönen bilinç ocakları nöbetçi kefelere dönüşerek bekleyişe geçti. Din-iman piyasasının şirketleri holdingliğe terfi etti. Yaşam boyu eğitimin kültür ocakları, kelle çoğaltmayı görev edinen misyonerlerin karargâhı oluverdi. Oysaki tıpkı felsefi ekollerde olduğu gibi yeşerdikleri coğrafyalarla özdeş hale gelen ekoller hiçbir zaman nöbet tutmaktan vazgeçmezler. Bu ekollerin en önemlilerinden biri “Anadolu aydınlaması” olarak izah edilebilecek “Anadolu Pedagojisi”dir. Anadolu aydınlanmasının coğrafi ve siyasi sınırlarını insan belirler. Yani bu hinterlandın sınırları coğrafyadan değil insandan geçer.
 
Anadolu aydınlanmasından beslenmeyen, bu pedagojiyi ciddiye almayan İslami yapılanmalar ya cinnet geçirdi ya da sırasını bekliyor. Anadolu aydınlanması, genel kabul görmüş evrensel değerleri büyük bir olgunlukla harmanladığı için kültürel yozlaşmayı filtre eden önemli bir duraktır. Çeçenya’dan Afganistan’a, Pakistan, Hindistan, Malezya, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya hatta Kurtuba’ya... İslami tebliğin değişen paradigmaları bu alanda cinayetler işliyor ve gelecek nesillerin omuzlayamayacağı ihanetler bırakıyor. Tüm bu yapıların “Anadolu irfanı”na acilen dönmesinin gerekliliği aşikardır. Bu mirasın üzerinde oturan Türkiyeli Müslümanların bu olgunluğa gelip- gelmediği belki başka bir tartışma konusu ama bu misyonu yerine getirmedikleri taktirde tüm ümmete borçlanacakları bir realitedir. Anadolu’da devlet denen aygıt, bu pedagojinin ürünlerini korumak ve kendi etki alanına taşımakla memurdur. “Anadolu aydınlanması” aynı zamanda bu bölgenin sivil olan anı defteridir. Anadolu aydınlanmasının tabası derin milletin kendisidir. Bu derin milletdeki hafıza resetlenemez yapısıyla her zaman diridir. Gerek duyulduğunda isabetli refleksler göstermesi de bundandır.
 
Yaşam sanatını
 
Anadolu pedagojisinin 17 Aralık’ı değerlendirmesi devam ediyor. Henüz bu malum süreci kavramsal düzeyde cevapladığını düşünmüyorum. Türkiye’nin politize olmuş entelektüel birikimi, olayı sadece siyasi bir ihanet olarak okumakta, asıl derindeki boyutlarıyla fazla ilgilenmemektedir. R.Tayyip Erdoğan’ın siyasi aktörlüğü ve göstermiş olduğu refleksler, 18. yüzyıldan bu tarafa dudak bükülen “Anadolu pedagoji”sinin olgun gülümsemesiyle karşılık buluyor. Siyasi aktörleri de beslemesi gereken derin ruh henüz sahne almış değil. Anadolu irfanının çağdaş varisleri seksen kuşağıdır. Bu kuşak şu anda bu derin hafızanın çevirisiyle meşgul. Bu kuşağın birikiminin kuluçka dönemini tamamladığını ve muhtemel doğumu yakın görüyorum. Sosyolojik devinim “biz ve onlar” ayırımını çoktan yaptı. Sırada “Anadolu Pedagojisi”nin hazmedemediği gereksiz uğraşları kusmaya geldi. Opus deist (ilgili yazıma bakılabilir) ve evanjelist eğilimleri baz alan ama “Anadolu pedagojisi”nin kavramlarını kullanmaya çalışan malum yapılanmalar, bu topraklar için bir yorgunluk olarak kalırsa kazancımız bu olur. Cemaat diye anılan bu şirketler kamu zihninde tasfiye edilmezse, “Anadolu Pedagojisi”nin iki yüz yıllık nöbeti görevi devralmayla sonuçlanmayabilir. Pedagojik formasyonu olmayan merdiven altı diye tabir edilebilecek, grup yada yapılanmalar; insanı ve yaşamı ötelemeye devam ederse İslam coğrafyasının yenilmişliğini gelecek nesillere miras olarak bırakacağız. Batı aydınlanmasının mutedil muhalifi Jean Jacques Rousseau der ki: “Birçok insan matematiğin yasalarını bilir ve güzel sanatların birçoğunda beceri sahibidir. Fakat çoğu insan, yaşamı yöneten yasalarla, yaşama sanatı denen o güç hakkında az şey bilir. Bir insan bir uçak yapabilir ve onunla bütün dünyayı dolaşabilir. Fakat nasıl mutlu, başarılı ve memnun olunacağını öğreten o basit sanatın tamamen cahilidir. Sanatları öğrenirken, listenin en başına ‘yaşama sanatı’nı koymayı unutma...”
 
Din elitleri nasıl yetişir 
 
Anadolu Aydınlanması; eline, diline, beline sahip olmaktır, komşusu açken tok yatmamaktır, hakkı ve hakikati diri tutmaktır, adaleti mülkün temeli kılmaktır, cenneti anaların ayakları altında aramaktır, yaratılanı yaratandan ötürü sevmektir, yaş kesenin baş kesmiş olacağını bilmektir, genel kabul görmüş evrensel değerleri boşlamamaktır. 
Anadolu pedagojisi, yaşam boyu eğitimin muhatabı olan insanlara iyiyi, güzeli insani olanı götürme uğraşıdır. Anadolu pedagojisi adam yetiştirme projesidir.
 
Sanayi devriminin neticesinde şekillenen ve insanları devasa üretim-tüketim makinesine birer dişlisi olarak yetiştirmek üzere kurgulanmış, adına “eğitim” dediğimiz şeyin en anlamsız ve anakronik sürecini yaşamaya devam ediyoruz. İnsanlar adedince çeşitlilik arz etmesi gereken tabii insan yaşamına bu eğitimde yer yok. Bu daracık seçeneklere sığamayanlar, başarısız olarak damgalanıyor. Kendini alabildiğine törpüleyip bu seçeneklerden sağ-salim çıkabilenler ise, geride kalan kısımları ile kendilerine ve topluma faydalı olmaya çalışıyor. İşte günümüzün ‘çözümsüz’ din elitlerinin üretim bandı, kabaca böyle işliyor... 
 
Temennim Anadolu pedagojisinin yeniden irşad merkezlerinin temel tezi olmasıdır. Aksi takdirde din elitlerinin üretim bandı, İslam dünyasının insan kaynaklarını heba etmeye devam edecek.