Sosyal bilimlerin İslamofobisi

Prof. Dr. Ergün Yıldırım / Yıldız Teknik Üniv. Sos. Böl.
17.01.2015

12 kişiyi katleden kurşunlar, Avrupa ve İslam arasındaki barış ilişkilerini de hedefledi. Hamas’ı kabule yönelen ve Filistin’i devlet olarak tanımaya çalışan Avrupa iradesine sıkıldı bu kurşunlar. İslamofobya yeniden Avrupa ve İslami ilişkileri esir almaya başladı.


 Sosyal bilimlerin İslamofobisi
Avrupalılar, düşünce tarihi içinde oryantalizm aracılığıyla tek Doğu ve tek İslam anlayışını ikame ettiler. Buna bağlı olarak Doğu ve İslam dünyası ile daha kolay ve hegemonyaya daha açık ilişkiler geliştirdiler. Buna göre İslam toplumları geriydi, durgundu ve uygarlığa karşıydı. Hegel’den Marx’a ve Weber’den Habermas’a kadar bütün Avrupa düşünürlerinde bu İslam algısıyla karşılaşıyoruz. Bundan dolayı silahlı bir hareket ya da bir terör örgütü ortaya çıktığı zaman bilinç altındaki tekil İslam anlayışı hemen ayaklanıverir. Kılıç dini, savaş peygamberi ve doğu despotizmi yargıları piyasaya servis edilir. 
 
Avrupa düşünürlerinin İslami hareketlere bakışı da buna uygun bir biçimde İslamizm, siyasal İslam ve fundamentalizm biçiminde varlığını sürdürdü. Osmanlının çöküş yüzyılında ortaya çıkan İslami hareketlere İslamist adını verdiler. Bu hareketlerin Hıristiyanları katletmeyi normal gördüğü, cihat adıyla bütün gayri-Müslimlere savaş açtıkları ve ortaçağ dönemini geriye getirmek istediklerini ileri sürdüler. 1980’lerden sonra İslamizm kavramı yerini fundamentalizm’e bırakmaktadır.  Soğuk Savaş’ın bitiş yıllarının başında İslam fundamentalizmi kavramı yoğun bir biçimde kullanılmaya başlanır. İran İslam devrimi, Sudan İslam devleti, Enver Sedat’ın öldürülmesi, Kabe baskını, Cezayir’deki FIS’in çalışmaları ve Mısır’daki Müslüman Kardeşlerin çalışmaları İslam fundamentalizmi kavramıyla tanımlanır. Bütün İslami hareketler bu kavramın içine dahil edilir. Hatta Türkiye’de Şerif Mardin de bu kervana katılır. 1992 yılında Fundemantalism adıyla hazırlanan ortak bir çalışmada Türkiye’de fundamentalizmini ele alırken bu anlatının temeline Nakşibendiliği koyar. Üstat, Şah Veliyullah ve İmam-ı Rabbani başta olmak üzere bütün Nakşibendilik ekolünü fundamentalizmin tarihi ve kökensel temeli olarak gösterir. Türkiye’de Milli Görüş ve radikal İslami anlayışlar da yine burayla temellendirilir.
 
Avrupalı ünlü sosyolog E. Castells, İslam’ı bir bütün olarak fundemantalist kavramıyla tanımlar. Ağ toplum teorisiyle küresel toplumların kimliklerini, ekonomilerini, siyasetlerini ve dini hareketlerini araştıran Castells, İslami hareketleri fundemantalist yaklaşımıyla tanımlar ve önemli yanılgılar içine girer. Bütün İslami hareketleri, tek kalıp fundemantalizmin içinde yoğurur. Hatta NAHDA’nın lideri ve baştan beri demokrasiyi savunan Raşid El-Ğannuşi’yi bile fundemantalist bir yazar olarak değerlendirir. Çağın Marx’ı olduğu söylenen Castells, ne yazık ki küresel çoğulculuğun İslami hareketlerdeki karşılığını okuyamamaktadır. Yeni sosyal hareketlerin çoğulculuk gerçekliğini İslami hareketler konusunda düşünmez.
 
İndirgemeci bakış
 
11 Eylül ile beraber fundamentalizm kavramı yerini tekrar İslamizme bırakır. Bütün Batılı sosyologları, siyaset bilimcileri ve teologlar yeniden İslamizmden bahsetmeye başlarlar. Siyasal İslam ve ideolojik İslam kavramları etrafında yeniden İslami hareketler ve onların faaliyetleri analiz edilmeye başlanır. Analizler kadar, bu hareketleri ve faaliyetleri tanımlamaya, çarpıtmaya ve yönlendirmeye yönelik çeşitli stratejik bilgiler de geliştirilmeye çalışılır. Siyasal İslam, ideolojik İslam ya da İslamizm okumasının en büyük handikabı bütün İslami hareketleri ve faaliyetleri tekil, türdeş ve indirgemeci bir bakışla ele almasıdır. El-Kaidenin sürdürdüğü terör saldırıları karşısında bütün İslami hareketleri terörist görme paranoyasına yönelen Bush siyasetine, Batılı sosyal teorisyenler de eşlik eder. Pratik tarihsel koşullar ve siyasal projeler, bilimi yeniden kendi hizmetkarı yapar. Soğuk savaş döneminde Sovyetik siyasete karşı bir tarzla yapılanan Batılı siyaset bilimi ve sosyoloji şimdi de aynı tutumu İslam toplumlarına ve İslami hareketlere karşı gösteriyor. Soğuk savaş propagandasının bilimsel temellerini oluşturan sosyal teoriler, şimdi de aynı şey için İslam için harekete geçmiş bulunmakta. 
 
Soğuk savaş döneminde anti-komünizm için seferber olan araştırma merkezleri, araştırma projeleri ve sosyal bilimler dünyası şimdi aynı şeyi İslam toplumlarında ortaya çıkan İslami hareketler için yapmaktadır. Balkanlardan Orta Asya’ya, Uzak Asya’dan Afrika’ya kadar gelişen bütün İslami hareketlere ilişkin araştırmalar sürdürülmektedir. Ancak bütün bu çalışmalar büyük ölçüde fundemantalizm, siyasal İslam ve ideolojik İslam tehdidini önceleyerek yapılmaktadır. Sorun Avrupa ve ABD’nin ana yönelimlerinin kökeninde yükselen, var olmaya yönelen, toplum meselelerini çözüm olmaya çalışan bütün İslami hareketleri tek etiketle damgalamaya çalışmalarıdır. 
 
İslami hareketler
 
Avrupa düzeninin uluslararası hegemonyasına karşı çıkan, onu eleştiren ve onunla çatışmaya giren bütün İslami hareketler ötekileştirilerek bahsettiğimiz kavramlarla tanımlanıyor. Bu hareketlerin şiddet, reform ve demokrasi ile kurdukları ilişkilerin onlar için çok büyük bir önemi yok. İkinci olarak siyasal taleplerde bulunan ve toplumlarındaki baskıcı, otoriter, elitist, mezhepçi vs. siyasetlere karşı alternatif olan İslami hareketlere topluca söz konusu etiketler yapıştırılmaktadır. Örneğin bütün tarihinde şiddetle arasına mesafe koymasına rağmen İhvan-ı Müslimin terör listesine dahil edilir. Oysa bu hareketler, kendi toplumsal dünyalarındaki siyasetlerin eşitsiz, adaletsiz ve baskıcı varlıklarına karşı direnç gösteriyorlar. Siyaseti daha adil, katılımcı, geniş temsile ve toplumsal alana çekiyorlar. Bunu yaparken dini bir perspektiften hareket ediyorlar. Çünkü toplum, dinsel bir dil ile egemen siyasetleri tartışmakta ve yine onlara alternatif çözümler aramaktadır. Toplumdan kaynaklanan bu dinamikler nedeniyle İslami hareketlerin tarihleri oldukça uzundur. Aniden ve konjonktüre göre ortaya çıkan ya da bir darbe ürünü olan yapılar değillerdir. Bu açıdan kimi İslami hareketlerin tarihleri çoğu ulus devletin tarihinden daha uzundur. Bu da söz konusu hareketlerin sosyolojik derinliğini anlatmaktadır. Örneğin İhvan-ı Müslim’in 1928’de, Nahdatul Ulema ve Muhammediyyun 1926 yılında kuruldular. Bu hareketler Irak, Ürdün, Lübnan ve Suriye gibi çoğu ulus devletlerin tarihinde daha uzun bir tarihlerleri bulunmaktadır.
 
Filistin’e sıkılan kurşunlar
 
İslami hareketler, çoğulcu bir toplumsal varlığa tekabül ediyorlar. Tek ve türdeş bir yapıları bulunmamaktadır. Şiddet, reform, demokrasi ve ulusal mücadele gibi çeşitli yöntemlerle karşımıza çıkmaktadırlar. Buna bağlı olarak siyasal parti, tarikat ve cemaat gibi yapılar olarak örgütlenirler. Bundan dolayı siyasetle bile farklı ilişkiler kuran ve farklı yöntemlerle mücadelelerini sürdüren İslami hareketleri tek kalıpla açıklamak hiçbir bilimsel gerçeklikle bağdaşmamaktadır. IŞİD ve El-Kaide gibi şiddeti yöntem olarak benimseyip eylemlerde bulunanlar olduğu gibi barışı temel siyaset olarak benimseyip her çeşit şiddet faaliyetlerden uzak duranlar da bulunmaktadır. En genel biçimiyle barışçıl ve şiddet yanlıları diye iki genel karakteristik farklılıklarla karşılaşıyoruz.
 
Özellikle Avrupa’da son zamanlarda Filistin ve Hamas ile ilgili ortaya çıkan gelişmeler, Avrupa ve İslami hareketler ilişkisinin değişimi konusunda umut verici işaretler verdiğini de hatırlatmamız gerekir. Örneğin Avrupa Adalet Divanı’nın, AB’nin Hamas’ı terör listesinde tutma kararını iptal etmesi, Avrupa Parlamentosu’nun Filistin Devletini tanıyan ilkeyi onaylayacağını açıklaması ve daha önce İsveç’in aynı tutumu göstermesi bunların somut göstergeleridir. Son tahlilde Avrupa’nın İslami hareketlerin İslam toplumlarının sosyolojik ve siyasal gerçeklikleri olduğunu görmesi gerekir. Ancak bütün bu umutlu gelişmelerle beraber Paris’te yapılan katliamla beraber yeniden İslami hareketlerin şiddet çizgisi öne çıkmaya başladı. Barış, diyalog ve uzlaşma arayışlarına dayalı İslam ve Avrupa ilişkisini kurşunladı. Bundan dolayı 12 kişiyi katleden kurşunlar, daha fazla Avrupa ve İslam arasındaki barış ilişkilerini hedefledi. Hamas’ı tanımaya yönelen ve Filistin’i devlet olarak tanımaya çalışan Avrupa iradesine sıkıldı bu kurşunlar. İslamofobya yeniden Avrupa ve İslami ilişkileri esir almaya başladı.
 
Batı sosyal teorisi, yeniden İslamofobya etrafında harekete geçiyor. Fundamentalizm yerine İslamofobya teorisi inşa edilmeye başlanıyor. İslam tarihi, peygamberi, normları, sembolleri, minareleri ve ezanları sosyal bilimler tarafından islamofobya perspektifiyle bütünleşerek yorumlanıyor. İslam, soğuk savaş bilim anlayışıyla değerlendiriliyor.