‘Yeni CHP’ için köprüden önceki son çıkış

Doç. Dr. Hamit Emrah Beriş - SDE Uzmanı
21.12.2013

Gerek 2011 seçim süreci gerekse günümüze kadar uzanan dönemde yaşanan gelişmeler Kılıçdaroğlu’na başta açılan kredinin artık sonuna gelindiğine işaret ediyor. Bu nedenle, Kılıçdaroğlu, 30 Mart 2014 seçimleri öncesinde son hamlesini de yaparak tartışılır duruma gelen liderliğini korumaya çalışacak.


 ‘Yeni CHP’ için köprüden önceki son çıkış

2009 yerel seçimlerine CHP, seçimin hemen sonrasında yaşayacağı depremden habersiz girmişti. Ankara’da Karayalçın, MHP adayı Mansur Yavaş’ın aksine, partisinin oylarında hareketlenme sağlayamadı; Kılıçdaroğlu ise İstanbul’da seçimi kaybetmesine rağmen kendi siyasî gücünü artırdı. Tüm bu farklı sonuçlara rağmen, aslında 2009’da CHP’nin izlediği taktik alışıldık olanın konforuna sığınmaktı. Kılıçdaroğlu’nun 2010’da yaşanan malum olay sonrasında CHP’nin başına gelişini, bu çerçevede yorumlamak gerekiyor. Her şeyden önce Kılıçdaroğlu, “yeni CHP’nin mimarı” olmak iddiası (veya beklentisi) ile partinin başına geçmişti. Deniz Baykal döneminde CHP’nin iktidara zaten oynamadığı, Baykal’ın daimî ana muhalefet pozisyonuna razı olduğu algısı bu tür bir değişikliği zorunlu kılıyordu. Kılıçdaroğlu, Genel Başkan sıfatıyla ilk sınavı olan 2010 Anayasa Referandumu tecrübesini aslında başarılı sayılamayacak bir sonuçla atlattığında hâlâ kredisi vardı. Zira hem partinin başına gelmesi üzerinden çok fazla bir zaman geçmemişti hem de referandumda yalnızca iki seçeneğin bulunmasının doğurduğu muğlâk hava, CHP yönetimi tarafından oldukça iyi kullanıldı. Öyle ki kurumsal olarak “hayır” safında bulunan MHP’nin aksine, “ülkücüler”in büyük kısmının “evet” dedikleri yönünde bir hava estirildi ve adeta yüzde 42’nin tamamı CHP’nin hanesine yazıldı.  Böylece Kılıçdaroğlu, ilk sınavında başarılı olamasa da tamamen etkisiz bir görünüm de sergilemedi ve bu havayla 2011 genel seçimlerinin hazırlıklarına başlandı. 

Yeni kimlik, yeni hedef

2011 seçimlerine yönelik aday listeleri hazırlanırken Kılıçdaroğlu’nun ilk sorunlarla karşılaşmaya başladığı söylenebilir. Öncelikle Kılıçdaroğlu’nun gerçekten iktidar alternatifi olabilmek için partisini geniş kesimlere açmasının zorunlu olduğunu gayet iyi gördüğü anlaşılıyor. Bu nedenle, Kılıçdaroğlu, 2011’de parti listelerini farklı toplumsal kesimlerde karşılıkları bulunan isimlere açmaya çalıştı. Ancak bu aşamada attığı adımların mütereddit olduğunu da eklemek gerekiyor. Zira Parti içindeki ulusalcı kanadın tepkileri, muhtemelen Kılıçdaroğlu’nun zihnindeki geniş kapsamlı dönüşümü tam olarak hayata geçirmesi engelledi. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu, partinin ulusalcı kimliğini değiştirmeden bir tür koalisyon oluşturma çabası içine girdi. Ancak 2011 seçimlerinde amaçlanan hedefe ulaşılamadı ve seçimlerde elde edilen % 26’lık oran CHP’nin ileriye doğru adım atamadığını gösterdi. Seçim sonrasında CHP’nin “çözüm süreci” başta olmak üzere pek çok konuda net bir tavır sergileyememesi, söz konusu koalisyonun aslında çok da başarılı bir model olmadığını ortaya koydu. Gerek 2011 seçim süreci gerekse günümüze kadar uzanan dönemde yaşanan gelişmeler ise Kılıçdaroğlu’na en başta açılan kredinin artık sonuna gelindiğine işaret ediyor.  Bu nedenle, Kılıçdaroğlu, 30 Mart 2014 seçimleri öncesinde artık belki son hamlesini yaparak tartışılır duruma gelen liderliğini korumaya çalışacak. Seçimlerde elde edilecek sonucun ne ölçüde başarılı olduğunun göstergesi ise genel oy oranları kadar Ankara, İstanbul ve İzmir’in durumu olacak. 

Bir önceki yerel seçimlerde AK Parti, adaylarının büyük kısmının açıklanmasını resmî bildirim tarihinin son günlerine bırakmıştı. Buna karşılık, CHP, erken tarihlerde adaylarını açıklayarak bunların bir an önce sahaya inmelerini sağlamıştı. Bu kez, tersi oldu. AK Parti, Ankara ve İstanbul’da mevcut başkanlarla seçim yarışına gireceğini; İzmir’de ise Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ı aday göstereceğini açıkladı. CHP ise bu satırların kaleme alındığı güne dek adaylarını resmen ilan edemedi. Ancak CHP’nin özellikle Ankara ve İstanbul ekseninde yaşadığı tartışmalar, aslında Kılıçdaroğlu’nun zihnindeki projenin detaylarını gayet iyi ortaya koyuyor. Bu bakımdan, Kılıçdaroğlu, oylarını artırmak için Parti içinden gelecek tüm tepkileri bilmesine rağmen artık elindeki son kozları oynuyor. 

CHP’nin İstanbul için muhtemel adayı, Mustafa Sarıgül. Sarıgül, Şişli’den bir çıkış arıyor. Daha önce hayata geçirmeye çalıştığı Türkiye Değişim Hareketi (TDH) projesinin Sarıgül’ün istediği etkiyi meydana getirmediği çok açık. Bu bakımdan, Sarıgül’ün ulusal bir siyasî figür haline gelebilmesi için CHP’den aday olması oldukça işlevsel bir araç durumunda. Sarıgül, seçimi kazanamasa da oylarda sağlayacağı nispî artış, muhtemel bir lider arayışı durumunda kendisinin en önemli isim olarak gündeme gelmesini sağlayacak. Kılıçdaroğlu’nun CHP liderliğini elde etmesiyle sonuçlanan sürecin aynı adaylık ile başladığı düşünüldüğünde Sarıgül’ün bu arayışı daha büyük anlam kazanıyor. Bu nedenle, seçimi kaybetse bile oylarda gerileme yaşanmadığı takdirde Sarıgül açısından CHP adaylığının gayet makul bir tercih olduğu görülüyor. Ancak Sarıgül’ün adaylığının gündeme gelmesiyle birlikte parti içinden çok sayıda muhalif ses de yükseldi. Sol kimliğini öne çıkarmaktan daha çok “ortada kalmayı” tercih eden ve eski genel başkan Baykal’a bayrak açan Sarıgül’ün yeniden CHP’ye alınıp aday gösterilmesi, özellikle ulusalcı kanadın yoğun şekilde tepkisini çekiyor.  

Ankara’daki muhtemel aday olan Mansur Yavaş açısından ise CHP yönetimi daha zorlu bir durumla karşı karşıya. 2009 seçimlerinde MHP adayı olan Yavaş, partisinin oylarında yüzde 12’lik bir artış sağlayıp dikkatleri kendi üzerine çekmişti. Bu seçimlerde yeniden MHP’den aday olmak isteyen Yavaş’a partisi kapıları kapattı. Bunun üzerine Yavaş’ın adı, önce Demokrat Parti (DP) ve Büyük Birlik Partisi (BBP) ile anıldı; ancak son durak CHP oldu. Dahası Yavaş, web sitesinde CHP’nin kendisine daha önce de adaylık teklifinde bulunduğunu; ancak DP projesinin gerçekleşmemesi nedeniyle yinelenen teklifi gündeme aldığını belirtti. Kısacası gerçekte bu partiden aday olmaya fazla niyetinin olmadığını; ancak alternatifin kalmaması nedeniyle neredeyse buna mecbur olduğunu ima etti. Ancak Yavaş’a karşı muhalefet, Sarıgül’e yönelik olandan daha güçlü şekilde ortaya çıktı.  

Bir açıdan bakıldığında hem Sarıgül’e hem de Yavaş’a itiraz eden CHP’lilerin yaklaşımlarının kendi içinde tutarlı olduğu söylenebilir. Zira Sarıgül ve Yavaş, CHP’den aday olmak için birtakım özel koşulları bulunduğunu basına sızdırmakta sakınca görmüyorlar. Ayrıca her iki isim de kendilerine davetin CHP’den geldiğinin altını kalınca çiziyor. Böylece kendilerinin adaylık sırasına giren diğer isimlerden farklı ve (daha önemli) figürler olduklarını göstermeye çalışıyorlar. Kaldı ki CHP gibi bir partinin iki büyük şehirdeki aday ihtiyacını transfer yoluyla karşılamaya çalışması parti teşkilatı açısından ciddi özgüven sorunu doğuruyor. 

Kılıçdaroğlu çıkmazı

Öte yandan ‘yeni CHP’ ve Kılıçdaroğlu’nun çıkmazının bu noktada başladığını söylemek yanlış olmayacak. CHP’nin gerçek anlamda iktidar alternatifi olabilmesi için halen yaşandığı gibi oylarını yüzde 25-30 bandında konsolide etmesi yeterli değil. CHP, farklı toplumsal kesimlerden, özellikle “sağ”dan seçmen devşirmek zorunda. Zira solun oylarını tek başına alması bile CHP’nin değil AK Parti’yi geçmesine, bu Partiye yaklaşmasına bile yetmiyor. Üstelik hâlihazırda yapılan kamuoyu araştırmaları, her iki ilde de AK Parti’nin CHP’nin bir hayli önünde olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla CHP, iktidara alternatif olduğunu ortaya koyabilmek için alışılageldik reflekslerinin dışına çıkıp yeni taktikler denemek zorunda. Sarıgül ve Yavaş’ın adaylıkları bu arayışların sonucu olarak görülebilir. Ayrıca bu arayışın Kılıçdaroğlu’nun liderliğinin sürmesi bakımından da bir karşılığının bulunduğunu söylemek gerekiyor. Özellikle büyükşehirlerde yaşanacak birkaç puanlık artış bile partinin ülke çapındaki oy oranını da yükseltme etkisine sahip. Bu bağlamda, Ankara ve İstanbul’daki seçimler kazanılamasa da oy oranındaki artış, bir bakıma CHP Genel Başkanı’nın bir süreliğine de olsa liderliği eksenindeki tartışmaları ertelemesini sağlayacak. Ancak bu durum, özellikle parti içindeki muhalif kanadın tansiyonunu düşürmeyecek. Tam tersine, muhaliflerin parti politikalarının dışına çıkılmasına rağmen “seçim kazanılamaması”nı Kılıçdaroğlu’nun liderliğinin tartışılmasında araç olarak kullanmaları beklenebilecek bir durum. 

2013 seçimleri, CHP’den daha çok Genel Başkan Kılıçdaroğlu için bir milat olacağa benziyor. Sarıgül ve Yavaş gibi isimlerin aday olarak belirlenmesinin Kılıçdaroğlu ve CHP açısından doğru tercihler olduğu söylenebilir. Zira her iki isim de seçimi kazanamasalar bile oylarda artış sağlayabilme potansiyeline sahip. Ancak bu noktada, siyasette “2+2’nin asla 4 etmeyeceğini” tekrar hatırlamak gerekiyor. Bu durum, hem seçim sonuçları hem de Kılıçdaroğlu’nun kişisel pozisyonu için geçerli. Kılıçdaroğlu’nun oylarda sağlayabileceği bir artış AK Parti’nin ciddi oranlarla gerisinde kalması durumunda bir anlam ifade etmeyecek. Zira artık mümkün olan her türlü yöntemin denenmiş, ancak sonuç alınamamış olması CHP’nin yeni bir liderle yola devam etmesi yaklaşımını devreye sokacak. Göreve geldiği günden itibaren değişimden bahseden Kılıçdaroğlu’nun bunu başarmaktan uzak olduğuna yönelik tezler güçlenecek. Üstelik parti içindeki parçalı yapı, bir koalisyon yönetiyor görüntüsü çizen Kılıçdaroğlu’nun işini daha da zorlaştıracak. Bu nedenle, 2014 yerel seçimlerinin belki sonuçlardan da bağımsız şekilde, CHP içerisinde yeni bir liderlik tartışması üreteceğini söylemek çok da yanlış olmayacak.  

[email protected]