10 Ekim seçim ayarlı bomba mı?

Dr. Murat Yılmaz / SDE Siy. Araşt. Koor.
17.10.2015

Türkiye’nin başkentinde ve en hassas dönemde yapılan bombalamayla ülkenin demokrasiyle yönetilemeyeceği ve devlet kapasitesinin çöktüğü kanaatinin oluşturulması ana amaçtır. Bu amaç özellikle Türkiye’nin siyasi merkezini teşkil eden ve oyunun demokrasi kuralları içinde çözülmesinde az çok mutabık olan iki ana parti; yani AK Parti ve CHP bombanın siyasi hedefidir.


10 Ekim seçim ayarlı  bomba mı?

Türkiye 1 Kasım 2015’te genel seçimlere giderken tarihinin en aşırı terör eylemine tanık oldu. Bu eylem ve sonrasında kimi iç ve dış aktörlerin tavırları, 1 Kasım seçimlerinin normal siyasi parti rekabetinin dışındaki yol ve yöntemlerle rayından çıkarılmaya çalışıldığını gösteriyor. Seçim, bir şeyleri tercih etmek ve aynı zamanda da bir şeyleri tercih etmemek anlamına geliyor. Siyasi seçimler de bundan farklı değil. Seçmenler bir partiyi tercih ederken diğerlerini tercih etmeyecek. 1 Kasım 2015 seçimleri de bu bağlamda, seçmenlerin tercih ettiklerinin ve tercih etmediklerinin bir toplamı olacak. Ancak seçimlerdeki toplama, seçim sistemleri ve hükümet sistemleri itibarıyla basit bir oy toplamı olmayacak. Seçmenlerin bir kısmı, bu durumun farkında oldukları için kendi tercihlerinin ötesinde bir değerlendirme yaparak, verdikleri oyların muhtemel siyasi sonuçlarını dikkate alarak stratejik amaçla oy kullanabiliyorlar. Stratejik oy kullanan seçmen kitlesi sadece inandığı görüş ve partiyi dikkate almadan, seçimin sonuçlarının kendi görüş ve tercihlerini dikkate alarak birinci tercihine değil, anlamlı sonuç üretebilecek ikinci tercihine hatta neredeyse hiç tercih etmeyeceği bir siyasi partiye yönelebiliyor. Buradaki temel amaç, sadece istediği partinin iktidara gelmesi değil istemediği parti veya partilerin iktidara gelmesini engellemek de olabiliyor. Stratejik amaçla oy kullanan seçmen kitlesinin tercihi, siyasi yelpazedeki dağınıklık, seçim sistemi veya hükümet sistemi sebebiyle son derece etkili siyasi sonuçlar doğurabiliyor.

Yeni normlara intibak

7 Haziran 2015 seçimleri tam da böyle, stratejik oy kullanan seçmenlerin sonucu tayin ettiği bir seçim oldu. Muhtemelen 1 Kasım 2015 genel seçimleri de yine stratejik amaçla oy kullanan seçmenlerin sonuçları tayin ettiği bir sonuç olacaktır. Ancak arada ciddi bir fark olacaktır. 7 Haziran seçim sonuçlarını ve sonrasında yaşanan siyasi gelişmeleri, yani tek başına iktidar olmamasının yarattığı riskleri ve muhtemel koalisyon senaryolarının güçlüğünü gören birçok seçmen şimdi stratejik amaçla oy kullanan seçmenlere dönüşmüş olabilir. 7 Haziran seçimlerinde stratejik amaçla oy kullanan seçmenlerin ciddi bir kısmı için stratejik öncelik ve hedefler değişmiş olabilir. 1 Kasım seçimleri bu nitelikteki seçmenlerin yaptığı yeni değerlendirmelerle kullanacakları stratejik oylarla şekillenecektir.

Seçimler sadece seçmenlerin stratejik öncelik ve hedeflerini değil, siyasi parti, kurmaylar ve liderlerin de stratejik öncelik ve hedeflerini gözden geçirmelerine, hatta değiştirmelerine yol açabilir. Bunu başarıyla yapan siyasi partiler, diğerlerinden daha başarılı olabilirler. Siyasi partilerin bunu ne ölçüde yaptıklarını lider veya parti yönetimindeki değişimler, seçim beyannameleri ve siyasi söylemlerdeki değişimler ve aday listelerindeki değişimden takip etmek mümkündür.

Türkiye’deki siyaset, bir yönüyle vesayet sistemi yıkılıp resmi ideoloji etkisizleştikçe siyasi partilerin, siyasi söylem ve kadroların tartışıldığı normalleşme parametrelerinde seyrediyor. Bu siyasetin demokratik hukuk devleti standartlarında normlar kazanması ve bu bağlamda yeniden yapılanması anlamına gelmektedir. Ancak Türkiye’deki siyasetin bu normlara ve normalleşmeye direnen güçlü bir damarı da mevcut. Bu damar, sadece vesayet sisteminin ve resmi ideolojinin reaksiyoner aktörlerinden ibaret değildir.

Yeni normlara intibak edemeyeceğini veya açıkça bu normlara karşı olduğunu düşünen muhalif çevreleri de içine almaktadır. Bu cephenin içinde yeni normların karşı olmasa da, bu normları ihdas edecek yeni aktörlere geleneksel olarak husumet besleyen çevreler de dahil olmaktadır.

Bu cephenin gücünü arttıran şey, Türkiye’nin içerideki değişimin Türkiye’nin etrafındaki büyük alt üst oluşa denk gelmesidir. Türkiye’nin içerideki norm değişikliği, Ortadoğu’daki norm değişikliği mücadelesiyle çakışmış ve Türkiye bu vadide küresel ve bölgesel aktörlerle ters düşmüştür. Türkiye’nin milli sınırları aşan normalleşme talebi, küresel ve bölgesel aktörleri rahatsız etmekte ve Türkiye kendi sınırları içinde bir norm tartışmasına sıkıştırılmak istenmektedir. Türkiye’nin sıkıştırılmasına etnik ve mezhebi sebeplerin yanında, ideolojik sebeplerle destek olan Türkiyeli aktörler de vardır. Bu Türkiyeli aktörler, küresel ve bölgesel ittifaklarla Türkiye’yi Suriyeleştirme, Kobanileştirme, Rojavalaştırma, Hizbullahlaşma, darbe ve iç savaş tehditleriyle demokratik yönetimini ve devlet kapasitesini felç etmeye çalışmaktadırlar.

Türkiye’nin değişim ve demokratik hukuk devleti istikametinde normalleşme sürecine anormal bir reaksiyoner cephenin direndiğini görüyoruz. Bu cephenin seçimlerle ortaya çıkan çoğunluk iktidarına karşı bir tür egemenlik mücadelesi verdiği görülüyor. Kısaca hatırlarsak darbe teşebbüsleri, tehditleri, Anayasa Mahkemesi üzerinden kapatma davası, siyasi cinayetler,  sokak hareketleri, Gezi olayları, 17-25 Aralık soruşturmalarıyla siyaseti düzenleme çalışmaları, 6-8 Ekim sokak kıyımları, PKK’nın müzakere sürecini bitirerek yeniden silahlı mücadeleye başlaması, DHKP-C’nin, MLKPC’nin terör faaliyetleri ve DEAŞ’ın bombalı saldırıları...

Anormalleşme baskısı

Türkiye bu normalleşme ve anormalleşme baskıları arasında 1 Kasım seçimlerine gidiyor. 7 Haziran seçimleri de bu dinamikler üzerinde gelişmişti. 7 Haziran seçimlerine ve sonrasına bakınca Türkiye siyasetinin demokratik yönetim ve devlet kapasitesi bakımından risk ve fırsatların bir dökümünü de görmek mümkündür. Türkiye’de siyasi merkezin dağılmasıyla siyasi merkezin güçlenmesiyle demokratik yönetim ve devlet kapasitesinin güçlendirilmesi arasındaki cepheleşme 7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan siyasi tablonun ifadesidir. Bu siyasi tablonun oluşması için meşru siyasi rekabet kurallarının dışında gayrimeşru yol ve yöntemler de kullanılabiliyor. Bu tablonun ortaya çıkabilmesi için yurt içi ve yurt dışından medyatik yönlendirmeler, silahlı tehdit, baskı, şantajlar, silahlı saldırı ve bombalama gibi terörist faaliyetler de yürütüldü. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da seçmen ve siyasi partiler PKK’nın silahlı baskısını hissetti, yüzlerce sandıkta HDP’nin yüzde 100 oy aldığı görüldü. Bu dönemden en akılda kalıcı olan 4 Haziran’da HDP’nin Diyarbakır mitinginin bombalanmasıydı. Dr. Çağdaş Şirin ve Doç. Dr. Koray Çalışkan’ın yaptığı araştırmaya göre bu bombalamanın yaşandığı son haftada HDP yüzde 4.4 nispetinde oyunu arttırdı (Cumhuriyet, 11 Haziran 2015). Hatırlanacaktır 27 Nisan bildirisinin 22 Temmuz 2007 genel seçimlerine etkisi tartışılırken, Genelkurmay İkinci Başkanı Ergin Saygun e- muhtıranın AK Parti’nin oy oranını azalttığını iddia etmişti. Dolayısıyla meşru siyasi rekabetin dışındaki yol ve yöntemlerle, yani terör ve tehditle seçim sonuçlarının etkilenmesi mümkün veya en azından böyle bir imkanın olduğunu düşünen aktörler var.  Bu bakımdan 10 Ekim’de Ankara”da HDP ve onu destekleyen STK’karın mitinginin bombalanması ve 100’e yakın kişinin ölümü, 200’ün üzerinde insanın öldürülmesi eyleminin de seçime tesir amacı taşıması ciddi bir ihtimal olarak kaydedilmeli.

Siyasete meydan okuma

10 Ekim bombası, 1 Kasım’da genel seçimlere giden ve 7 Haziran’da kimlik eksenli partilerin ağırlık kazandığı siyasi kompozisyonu kimlik problemlerini özgürlükler, yönetim problemlerini demokratikleşme, ekonomik ve sosyal problemleri ekonomiyi siyasileştirerek ve sosyalleştirerek aşmaya çalışan Türkiye siyasi merkezine yönelik terör eylemidir. Elbette 10 Ekim bombalamasının bir çok hedefi ve harekete geçirmeye çalıştığı fay hattı vardır ancak ana sıklet merkezi Türkiye’deki siyasi merkezi dağıtmak ve merkez kaç güçlerin önünü açmaktır. Türkiye’nin başkentinde ve en hassas dönemde yapılan bombalamayla ülkenin demokrasiyle yönetilemeyeceği ve devlet kapasitesinin çöktüğü kanaatinin oluşturulması ana amaçtır. Bu amaç özellikle Türkiye’nin siyasi merkezini teşkil eden ve oyunun demokrasi kuralları içinde çözülmesinde az çok mutabık olan iki ana parti; yani AK Parti ve CHP bombanın siyasi hedefi arasındadır.

İki ana parti dışındaki iki büyük partinin performansları Türkiye’de demokrasinin geleceği açısından umut kırıcı... MHP bütün siyasi işbirliği ve çözüm yollarını reddederek ve sıkıyönetim isteyerek Türkiye’nin demokratik olarak yönetilemeyeceği ve devlet kapasitesinin demokratik olarak harekete geçirilemeyeceği anlayışını temsil etmektedir. HDP ise PKK’nın terör yoluyla yapmaya çalıştığı “demokratik özerklik” ve “öz savunma” adındaki egemenlik paylaşımı kabul edilmezse ya iç savaş çıkar veya darbe olur teziyle siyasetin seçeneklerinin önünü kapatmıştır. 10 Ekim bombasından sonra HDP Eşbaşkanı Demirtaş’ın bomba eyleminin faili olarak devleti ilan etmesi ve Başbakan Davutoğlu’nun kelepçeleneceğini açıklaması, böylece Erdoğan ve AK Parti karşıtlığını “devlet düşmanlığı” boyutuna taşıması siyasi bir çözüm aramadıklarının göstergesidir.

1 Kasım 2015 seçimlerini bombalama gibi seçmeni ve siyasi elitleri korkutma ve yıldırma yöntemiyle yönlendireceklerini düşünenler, daha önceki birçok siyasi mühendislik çalışmasında olduğu gibi seçmenlerin, siyasilerin, devlet kapasitesinin ve Türkiye demokrasisinin öğrenme ve cevap verme kabiliyetini küçümsüyorlar. Türkiye 1 Kasım’da 10 Ekim’deki bombalamaya bir cevap verecek...

[email protected] (Dr. Murat Yılmaz / SDE Siyaset Araştırmaları Koordinatörü)