100 yıl sonra Balkan felâketine bakmak

Doç. Dr. NECMETTİN ALKAN/Karadeniz Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi
13.10.2012

“Sultan II. Abdülhamid döneminde Türkiye hâlen korkulan yaşlı bir aslandı ve onun döneminde bir Türk alayının firar etmesi mümkün değildi. Fakat siyaset yapanlar için hürriyet vatanın büyüklüğünden çok daha önemliydi. Şimdi ise, hem hürriyetlerini hem de vatanlarını kayıp ediyorlar.” Osmanlı Ordusu’nda görevli bir Alman subayı


100 yıl sonra Balkan felâketine bakmak

Doç. Dr. NECMETTİN ALKAN/Karadeniz Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi

Ekim ayının ilk günleri, tam olarak 8 Ekim, Balkan Savaşı’nın başlangıcının 100. Yıl dönümüne tekabül etmektedir. Bundan 100 yıl öncesinde cereyan eden bir savaş bizim için neden önemlidir veya günümüz için neyi ifade etmektedir? 

Bu sualin cevabı için çok fazla düşünmeye hâcet yok. Zira Balkan Harbi, Osmanlı siyasî ve askerî tarihinde cereyan etmiş çok ama çok önemli gelişmelerden bir tanesidir. Gerek bu hâdisenin öncesinde, gerek sırasında ve gerekse sonrasında yaşananlarla; kısacası her şeyi ile Balkan Savaşı yakın tarihimize damgasını vurmuş; yakın tarihimizi belirlemiştir. Özellikle de Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden çekilmesine yol açan sondan bir önceki gelişme olmasından dolayı da, ayrı bir ehemmiyete haizdir.

Bu savaşla birlikte Osmanlı’nın Avrupa’daki 500 yıllık son mirası tasfiye edilmiş; devlet tekrar Anadolu’ya geri çekilmiştir. Osmanlı coğrafyasının ve Türkiye’nin en batısındaki sınırları bu savaşla belirlenmiştir. Bu yapılırken, her yaştan ve cinsten milyonlarca vatandaşı mağdur edilmiş; öldürülmüş, katledilmiş, sürülmüş, tecavüze uğramış vesaire. Yakın tarihin en geniş çaplı katliamlarından ve zulümlerinden biri bu savaşlar sırasında yapılmıştır. Sadece bir mukayese olsun diye 1992-1995 Bosna Savaşı’nı bir hatırlayın. Daha dün gözlerimizin önünde cereyan eden ve bizlerin de şahit olduğu Bosna Savaşı’nda neler yaşanmışsa, 1912-1913 Balkan Savaşı’nda aynı şeyler çok daha geniş coğrafyada ve daha fazlasıyla cereyan etmiştir. Bundan hareketle, Balkan Harbi’nde neler yaşandığını, varın siz tahayyül edin.

Osmanlı bakiyesi

Bu arada Balkan Harbi’ni ilginç kılan farklı bir özelliği ise, Türkiye’nin güneyindeki Arap coğrafyasında sınırların yeniden şekillendiği veya çizildiği şu sıralar, Balkan Savaşı’nın 100. yıl dönümü denk gelmesidir. İlginç bir tesadüf mü, yoksa başka bir şey mi, bilmiyoruz. Bundan 100 sene evvel Osmanlı’nın elinde kalan 500 yıllık son Avrupa topraklarının kaderi belirlenirken ve yeni sınırlar çizilirken; şimdi tam 100 yıl sonra bu kez Osmanlı’nın bâkiyesi güneydeki Arap devletleri ve toprakları yeniden dizayn edilmektedir. Bunlar arasında bir mukayese yapılabilir mi? Sadece hatırlatmak istedik.

Balkan Harbi’nin askerî mağlubiyetten öte bir felâkete ve hezimete dönüşmenin ardındaki asıl neden/nedenler nelerdir, bunları gündeme getirmek arzusundayız.

Bu sualin Osmanlı’ya ve Avrupa’ya; yani içe ve dışa bakan iki ana nedeninin olduğunu düşünüyoruz. Dış nedeni, yani 1878 Berlin Kongresi’yle başlayan yeni diplomatik düzen ve İngiltere, Fransa ve Rusya gibi Avrupalı Büyük Devletlerin Osmanlı’ya/Türk’e/İslâm’a klasik yaklaşımları olarak tespit ederek ayrı bir yazıya bırakıyoruz. Bugün ilk olarak projektörü içe çevirmek istiyoruz. 

Savaşı neden kaybettik?

Bize göre, 1912-1913 Balkan Savaşı’nın kaybedilmesinde etkili olan askerî, siyasî ve psikolojik içe dönük nedenlerin asıl zeminini, 1908 Jön Türk İhtilâli’yle başlayan yeni süreç belirlemiştir. Bu tespiti şöyle izah edebiliriz:

1908 Jön Türk ihtilâli, Osmanlı Devleti’nin yönetim biçimini mutlakıyetten yeniden meşrutiyete çevirmekle kalmamış, bu yönetimi taşıyacak yeni aktörleri de ortaya çıkarmıştır. Jön Türk Hareketi’nin sivil ve askerî kanadını teşkil eden aydınlar ve subaylar, Sultan II. Abdülhamid’e karşı yaptıkları mücadeleyi kazanarak, meşrutî yönetimin yeniden ilan edilmesini sağlamanın kendilerine sağladığı imkânlardan sonuna kadar istifade ederek devleti yönetmeye talip olmuşlardı. Bunu yapabilmek için hem bürokrasideki hem de askerîyedeki yerleşik yapıyla ve düzenle oynamışlardı. Bu şekilde devletin daha iyi yönetileceğini ve istikrarın sağlanabileceğini düşünüyorlardı. Fakat devamındaki gelişmeler maalesef tam aksine cereyan etmiştir. İşte yeni dönemle başlayan bu sürecin neden olduğu olumsuz gelişmeler, Balkan Savaşı’nda alınan mağlubiyetin içe dönük askerî, siyasî, sosyal ve psikolojik nedenlerini oluşturmuştur.  

Balkan hezimetine yol açan bu nedenleri birer cümle ile hatırlatmak gerekirse; birinci sırada Jön Türklerin Sultan Hamid’in bürokraside ve askerîyede tesis ettiği istikrarı bozmasını ve bunun yerini alacak yeni bir istikrarı sağlayamamalarını zikretmek gerekiyor. “Abdülhamidî mutlakî yönetim”i çözen Jön Türkler, bu kez onun yerini alan belli bir elit gurubun üstlendiği “jön türkî/ittihâdçı mutlakî meşrutî yönetim” kurmuşlardı. Eskiden tek adamlı mutlakî bir yönetim varken, şimdi ise çok başlı elit bir gurubun “meşrutî mutlakî” yönetimi vardı. Şöyle ki, 1908’le başlayan meşrutî yönetimde, meşru hükümet gerçek anlamda yönetime sahip değildi. Geri plan kalan İttihâd ve Terakkî Cemiyeti’nin ileri gelenleri hükümeti yönlendirmeye çalışıyorlardı. Bu durum ister istemez ciddî sorunların ve çatışmaların yaşanmasına neden oluyordu. 

İkinci olarak ise, Abdülhamid istikrarının sivil ve askerî aktörlerinin tasfiye edilmesini belirtmek gerekiyor. Sultan Hamid döneminin yöneticisi oldukları iddiasıyla tasfiye edilen birçok sivil ve askerî yöneticilerle birlikte bunların birikimleri de bir kenara bırakılmıştı. Jön Türklerin sivil ve askerî kanadı devlet yönetiminde gerekli bilgiye ve tecrübeye sahip olmadıkları için, görevden aldıklarının yerini gerçek anlamda bir türlü dolduramamışlardı. 

Burada asıl itibarıyla Jön Türklerin vatanperver olduklarını ve devletin yüksek menfaatlerini düşündüklerini belirtebiliriz. Hüsnü zan gereğince, yaptıkları bu hamlelerde iyi niyetli oldukları söylememiz gerekiyor. Fakat buna rağmen devlet yönetiminde sadece iyi niyete sahip olmak kâfi gelmiyor. Bunun yanı sıra gerekli bilgi birikimine ve tecrübeye de sahip olunmalıdır. Bunlardan yoksun olanlar, iyi niyetlerine rağmen hata yaparlar. Ve hatalarının bedelini sadece kendileri değil, masum milyonlarca insan çok daha fazlasıyla ödemek zorunda kalır. İşte Balkan Harbi sürecinde ve sonrasında bunlar yaşanmıştır. 

Jön Türklerin etkisi

1908 Jön Türk İhtilâli ile birlikte Osmanlı toplumundaki siyasallaşma çok abartılı bir şekilde devletin ve toplumun en alt tabakalarına kadar inmesi; içteki siyasî ayrışmanın ve çatışmanın tetiklenmesi, üçüncü neden olarak zikredilebilir. Özellikle de İttihâd ve Terakkî Cemiyeti’nin kendi dışındaki her oluşumu rakip ve düşman görerek, bunları tasfiye etmeye gayret etmesi, Osmanlı toplumundaki ayrışmayı derinleştirmiştir. Bu ayrışma sonuna kadar devam etmiştir.

Dördüncü neden ise, askerin siyasete sokulmasıdır. Jön Türk Hareketi’ne mensup subayların, İttihâd ve Terakkî Cemiyeti’nin iktidarı yolunda bir araç olarak kullanılmak istenmesi bütün bu gelişmelerin tuzu ve biberi olmuştur. Jön Türk genç subaylar, asıl görevlerini unutarak devletin subayı olmaktan daha ziyade cemiyetin silahlı bir kolu gibi hareket etmişlerdi. Muhaliflerin sindirilmesi bir tarafa, gerekli durumlarda meclise dahi müdahale etmekten kaçınmamışlardı. Bu durum, iç siyaseti istikrarsızlaştırdığı gibi, ordu içindeki birliği ve uyumu zedelemiştir.

Bütün bu tespitlerin yerli yerine oturması için, Balkan Savaşı’nın kaybedilmesiyle alakalı olarak ilgili çalışmalarda gündeme gelen belli başlı nedenleri kısaca hatırlatmakta fayda görüyoruz:

‘Abdülhamidî mutlakî’

Diplomasi olarak Balkan devletlerinin ittifakına engel olunamaması. Savaşlar sırasında denge olabilecek Arnavutların desteğinin kayıp edilmesi. Ordudaki tasfiyeden dolayı hâsıl olan subay eksikliği, eskilerin yerine gelenlerin genç ve tecrübesiz olması. Var olan subaylar arasındaki siyasî rekabet, bunun cephede devam etmesi ve bundan dolayı subayların birbirlerine karşı duydukları itimatsızlıklar. Askerlerin savaştan önce terhis edilmesi ve savaşın başlayacağı sırada seferberlik ilan edilse de askerin toplanmasındaki zorluklar. Bölünmüşlük ve yılgınlık hâlinin topluma hâkim olması vesaire. Dikkat edilirse, bütün bunlar yukarıdaki satırlarda ele alınan dört ana maddeyle doğrudan bağlantılıdır.

Toparlamak gerekirse, Jön Türkler devleti “Abdülhamidî mutlakî” yönetimden kurtarıp, meşrutî yönetime kavuşturulması bakımından çok önemli bir işe imza atmışlardır. Fakat bu başarılarıyla yetinmeyip, sivil ve askerî aktörleriyle yerleşik yönetime müdahale ederek “Jön Türkî meşrutî mutlakî” yönetimi tesis etmek suretiyle, Sultan Hamid tarafından takriben 30 yılda tesis edilen denge alt üst edilmiş ve daha önemlisi devlet içinde çatışmaya ve ayrışmaya neden olmuşlardır. Bu durum Osmanlı ordusuna kadar sirayet etmişti. Böylece gelinen nokta, Osmanlı Devleti’nin pek de hayrına olmamış; aksine bu durum, devletin tasfiye sürecini hızlandırmıştır. Nitekim bu sürecin kırılma noktası olan Balkan Harbi de, diğer nedenlerle birlikte Jön Türklerin/İttihâdçıların yanlış siyasetlerinin ve tercihlerinin sonucu olarak kaybedilmiştir. 

[email protected]