1071, 1514, 1915 ve bugün… Kardeş olmak ya da tarihi ıskalamak

Ömer Serdar Kaplan / Yazar
23.03.2013

Kürtler ve Türklerin karşılıklı şiddeti terk ederek kardeşlik bilincini yeniden kuşanmasının vakti gelmişti. Bu sadece coğrafyamız için değil, bütün İslam dünyası için tarihi bir adım olarak anlaşılmalıdır.


1071, 1514, 1915 ve bugün… Kardeş olmak ya da  tarihi ıskalamak

Kürt meselesinin çözüm yollarını araştırıp barış için yola koyulmuşken birkaç hususu hatırlamak/hatırlatmak gerektiğini düşünmekteyim. Meselenin çözümü noktasında bu hususları farklı biçimlerde düşünmek bize, ciddi imkanlar sunacaktır kuşkusuz.

Müslüman Kürtler ile Müslüman Türklerin tarihsel buluşma ve birlikteliklerinin zorunlu-koşullu bir okuma biçimine mahkum olduğunu düşünüyor, bunu bir başka biçimde okuma ve değerlendirmenin geldiğimiz nokta itibarıyla gerekli olduğu inancını taşıyorum. Kısaca bu buluşma ve birlikteliğin hatırlanması ve değerlendirilmesini ele almak ve şu hususlara dikkat çekmek gerekmektedir:

Müslüman Kürtler ve Türklerin ilk karşılaşma, buluşma ve birlikte yürüme tarihleri 1071 Malazgirt Savaşı öncesi, sırası ve sonrasıdır. 1071, Mezopotamya’nın belli bir bölgesinde yaşayan Kürtler ile İran ve Horasan bölgelerinde egemenlik kurmuş Selçuklu İmparatorluğu’nu kuran Türklerin birlikte Anadolu’ya daha sonra Batı’ya yürüyüşlerinin ve yerleşmelerinin başlangıç tarihidir. 1071 tarihi aynı zamanda uzun yıllar süren Roma-Bizans egemenlik sürecinin sona doğru evirilişinin de tarihidir.

Bu tarihi başlangıç, çok uzun yıllara dayalı bir birlikteliğin-kardeşliğin-kaderdaşlığın başlangıcını oluşturmaktadır. Bu tarih hem Mezopotamya’da yaşayan Kürtlerin hem de Horasan-İran’dan gelen Türklerin; İslam ortak paydasında buluşan Müslüman iki kavim olarak Anadolu’ya yürüyüş ve yerleşmelerinin başlangıcıdır ve bu, tarihsel bir ittifakın birlikteliğin başlangıcıdır.

Müslüman Kürtler ve Türklerin tarihteki ikinci stratejik karşılaşma, buluşma ve birlikte yürüme tarihleri ise 1513 yılındadır. 1514 Çaldıran savaşı öncesinde Türkmen ve Şii olan Safevi Sultanı Şah İsmail’in Anadolu topraklarında sebep olacağı ciddi kargaşa ve oluşacak kan deryasının önünü kesmek, Osmanlı Devleti’nin devamını, Anadolu istikrarıyla sağlamak amacıyla Müslüman Kürtler İle Müslüman Türkler Şah İsmail’e karşı stratejik ve ucu açık bir ittifak yapmışlardır.

Alparslan’la başlayan ittifak

Bu stratejik ittifak 1071 yılında Alpaslan ile yapılan gönüldaşlık ve kaderdaşlık ittifakıyla başlayan müstakar yürüyüşün durmasını, sendelemesini engellediği gibi Osmanlı’nın dağılmasına kadar bu birlikteliğin gönüldaşlığın devam etmesini de beraberinde getirmiştir.

1514 sonrasında göçebe aşiretler halinde yaşayan Kürtler stratejik bir ortak kararla; Malatya, Kahraman Maraş, Kayseri, Nevşehir, Kırşehir, Yozgat, Ankara ve Konya’yı içine alan bir koridora yerleşmişlerdir. Bu stratejik koridor Anadolu coğrafyasında Müslüman etkinliğini ve egemenliğini perçinlemiştir.

1071’de başlayan gönül gönüle ve birlikte yürüyüş, 1908’de sekteye uğramış akabinde önce Balkanlar sonra da Ortadoğu ve Kuzey Afrika kaybedilmiştir. 

Fiilen sona eren sürece rağmen Anadolu'da birlikte gönül gönüle yaşayan etnisitesi farklı olan Müslümanlar hep birlikte 1915’te Çanakkale’de bir destana imza atmışlardır. Bu, birilerinin kapatmaya ve darbelemeye çalıştığı süreci, halkların kapatmadığının göstergesidir de bir anlamda.

Balkanlar ve Ortadoğu’da yaşayan Müslüman halklar açısından; 1. Dünya Savaşı sonrasında 1071’de başlayan ve devamı olarak; 1514 ittifakı ile sürdürülen bu çok önemli tarihi dönem de resmen ve tamamen kapanmıştır.

1071’de Kürtler ve Türkler arasında gerçekleşen ittifakla başlayan bu çok önemli tarihi dönem, Kürtleri Türkleştirme politikalarıyla resmen kapanmıştır. 1. Dünya Savaşı sonrasında, Kürtlere yönelik çok önemli bir gelişme daha yaşanmıştır: Haçlı istilaları ile Batılıların eline geçen Kudüs’ü geri alıp Haçlı Savaşlarını ve istilalarını sona erdiren Selahaddin’in çocukları olan Kürtler, bu Coğrafyada dört farklı ülkenin egemenlik alanına serpiştirilerek sanki bir intikama konu edilmiştir.

Türk ve Kürtler arasında var olan kardeşlik-kaderdaşlık-gönüldaşlık ile şekillenmiş dönemin resmen sona erdirilmesinden sonra yaşanılan süreci burada tekrar hatırlamak ve yazmak gerekli değildir. Çünkü, bu konuya biraz ilgisi olan herkes Cumhuriyet tarihi boyunca yaşananları bir şekilde bilmektedir.

Yaklaşık 80 yıldır yaşananlara ve iç savaş çıkartmak isteyen mahfillerin canhıraş gayretlerine rağmen bir iç savaş yaşanmamışsa, bunun asıl nedeni 1071 de başlayıp 1908 de fiilen bitirilen tarihi dönemin geliştirdiği adeta genetik şifrelere kodlanan Müslüman Türk ve Kürtlerin perdesiz-sınırsız iç içe yaşamaları ve ilişkileridir. İslam ortak paydası, hem Kürtleri hem de Türkleri böyle bir faciadan korumuştur.

Bugün, çatışma süreciyle birlikte düşük yoğunluklu kirli savaşın sona ermesi umudu ve barış ikliminin ciddi anlamda teneffüs edilmeye başlandığı, çözümün ciddi biçimde konuşulduğu bir dönemin arifesindeyiz.

Yaşadığımız Coğrafya ve Ortadoğu yeni bir dönemin eşiğindedir. 1908’de kapatılan/kapattırılan dönemden sonra; Türkler ulus/milli devlet ve ulusçuluk/milliyetçilik nedeniyle 20. yüzyılı ıskaladılar. Kürtler yaşama imkanı bul(a)madıkları ulus/milli devlet ve ulusçuluk/milliyetçilikle birlikte 20. yüzyılı ıskaladılar.

1990’lardan itibaren Kürtlerde gelişmeye başlayan geç kalmış bir milliyetçiliğin/ulusçuluğun yeşermeye, boy vermeye başladığını görmek gerekmektedir. Dindar kimliklerinin baskın olması nedeniyle Kemalizm’e ve dayatmalarına direnen ve sekülerleşmeyen Kürtlerin, 1990’lardan itibaren hızla sekülerleşmeye başladıkları da göz ardı edilmemesi gereken bir gerçektir. Yani diyebiliriz ki, Batı’nın da Kemalistlerin de gözü aydın olsun, artık Kürtler de sekülerleştiler.

Tespit edilmesi gereken bir gerçek de şudur; ulus/milli devletler sona ermeye başlamıştır. Bu dönemle birlikte ulusçuluk/milliyetçilik paradigması sona ermektedir. Dolayısıyla yeni bir tarihi dönem/kesit başlamaktadır.

Türkiye’de barış dünyada barış

Başlamakta olan yeni tarihsel dönemin görünen özellikleri, sınırların kağıt üzerinde kalması, hiçbir ulus/milletin tek başına ve kendine özel kalamaması, herkesin işbirliğine muhtaç hale gelmesidir. Yani ulusçuluğu/milliyetçiliği anlamsız kılan bir dönemin başlamasının ayak sesleri çok yakınlaşmış bulunmaktadır. 

İşte bu noktada Türklerin ve Kürtlerin yeniden stratejik düşünmeleri zaruridir ve 1514’deki stratejik birlikteliği, kardeşliği, gönüldaşlığı, kaderdaşlığı hatırlamaları gerekmektedir. Umarız Türklerin basireti bağlanmaz ve umarız Kürtler geç ulusçulukları/milliyetçilikleri nedeniyle bu yeni tarihi dönemi ıskalamazlar ve başlayacak bu tarihsel akışa, çok önemli evirilmeyi anlarlar, içselleştirirler. Aksi halde bunun bedeli, her iki halk için de çok ağır olacaktır.

Tarihi ıskalamamak ve başlayacak yeni döneme birlikte, ortak olarak başlayabilmek gerekmektedir. Bu amaçla, işin hiçbir aşamasında devreye girmemiş veya girmeleri sağlanamamış her iki toplumun sevilen sayılan insanlarının gönüllü olarak, gerektiğinde aralarında iletişim ve ilişki de kurarak, risk üstlenmesi ve devreye girmesi gerektiği açıktır. Bu insanlar dervişane biçimde gerekirse kapı kapı dolaşarak; gelinen noktanın önemini, çözümün neden acil ve gerekli olduğunu, 1071 de nasıl kardeşler olarak yola çıkıldıysa, 1514 de nasıl stratejik bir ortaklıkla yaklaşık 500 yıllık bir Anadolu güvenliği ve esenliği nasıl sağlandıysa, kardeşliği hala zihninde, ruhunda yaşatmakta olan toplumlar arasında bu bilinç ve ruhun yeniden harekete geçirilmesi gerektiğini anlatmalıdırlar. 

Allah’tan daha fazla basiret ve kardeşlik istemenin bir yolu olarak; devlet, başta Kürtler olmak üzere 80 yılın uygulamaları sebebiyle fıtri haklarından mahrum bırakılmış her halk ve toplum kesiminden özür dilemeli ve bunlarla helalleşmelidir. Kürtler ve Türklerin karşılıklı şiddeti terk ederek kardeşlik bilincini yeniden kuşanmasının vakti gelmiştir ve bu sadece coğrafyamız için değil, bütün İslam dünyası için tarihi bir adım olarak anlaşılmalıdır.

[email protected]