1071’ den 2071’e bir misyon ve vizyon projesi olarak Bilgi Evleri

Hamit Akçay / Yazar
7.02.2015

2071 vizyonu olan bir toplumun 2023’e girmeden önce mutlak suretle bilgi meselesini doğru perspektife oturtulması doğru bir bilgi epistemolojisi inşa etmesi zorunluluktur. Bu çerçevede hem eğitimin yerelleşmesi hem de hakikat ile kurulan ilişkilerin inşası bağlamından belediyelerin Bilgi Evlerinin ıslah ve yeniden modelleme üzerinde çalışmaları gerekecektir.


1071’ den 2071’e bir misyon ve vizyon projesi olarak Bilgi Evleri
İnsanoğlu yeryüzünde bizim muhatap olduğumuz, bilen tek yaratıktır. Bilme varlığın zuhuru ile birlikte ortaya çıkan epistemolojik ve ontolojik bir gerçeklik ve zorunluluktur. İnsan bilir. Bilme kaynağı itibari ile ya yukarıdan aşağıya doğru hakikat üzerinden yahut aşağıdan yukarıya doğru kurmaca üzerinden gerçekleşir. Bilen insan bu bilgisi üzerinden çevresi ile ilişki kurmaya başlar ve biz bu bilginin tezahürlerini söylem, tutum ve eylem(amel) olarak müşahede ederiz. Bilme işi, kişi üzerinde doğru şekilde tecelli ettiği sürece “insan-insan ilişkileri”, “insan- evren (cosmos) ilişkileri” ve en önemlisi “insan - Allah ilişkisi”  bilgiden, sezgiye ve sezgiden irfan’a doğru kesafet(yoğunlaşma) kazanır. Bu yoğunlaşma da görünen alemin (alemi şahadetin) daha anlamlı ve güzel hale gelmesine neden olur. Tüm alemi şahadeti (Cosmos / evren) insan bu bilme yetisi üzerinden anlamlandırabilir. Bilgi mahiyeti itibari ile özneldir. Yaşanılan andan beslenir ve yaşanılan an’ı anlamlı hale getirir. Bu anlamda bilgi en dinamik ve doğurucu bir unsurdur. Dinamik /canlı bilgi bu mahiyetini bizzat Allah’ın Hay:Diri sıfatından alır. Bu canlı bilgi üzerinden insanın tüm sosyal ve iktisadi çıktıları yeryüzünü sahih bir imtihan alanına çevirir.
 
Bilmek medeniyetin özü
 
İnsanoğlunun sosyal ve iktisadi çıktısının bileşiminden medeniyetler teşekkül eder. Bilme medeniyet meselesinin özünü oluşturur. Medeniyetler Batıni (estetik, sanat, adab ı muaşaret, bilim vb)  ve Zahiri (teknoloji, makine, mimari, mal vb)  iki boyut içerirler. Modern batı düşüncesi ulaşmış olduğu mücessem güç üzerinden tüm dünyayı zahiri medeniyet dayatması üzerinden okumaya, anlamaya zorlamaktadır. 
 
Oysa çoğunlukla medeniyetin özü Batıni alanda (insan- insan ilişkisi) gerçekleşir ve ne yazık ki genellikle zahiri (insan - eşya ilişkisi) alanda zirveye varıldığında Batıni alanda gerileme veya çökme emareleri ortaya çıkar.  
Diğer yandan Descartes’ten berri tecessüm etmiş eğemen bir bilme anlayışı ise bilgiyi statikleştirmiş, nesnelleştirmiş ve ölü hale getirmiştir. Yani bilgi kalsifikasyona (kireçlenmeye) uğramış ve putlaştırmıştır. Bu da Allah’ın Hayy sıfatından kopan bilginin küfr (örten) vasfıdır. Bu bağlamda binlerce yıldır süregelen iktisadi üretimlerin hiç birinin mahiyetinde akümülasyon (birikme, ekosisteme dönüşmeme) sorunu yok iken, son 200 yıldır nesnelleştirilmiş bilgi ile üretilen üretimlerde oluşması ve müşahadet alemini (evreni) yok edecek boyutlara ulaşması dikkatle tefekkür edilmelidir. 
 
Nesnel dünyadan çıkış 
 
Descartes “Bilgi Güçtür” demişti. Bilginin hakikate ulaşma vasıtası olmaktan (öznel olmaktan) çıkartılıp, bir nesneye (obje) dönüştürülmesi sonucu güç merkezli bir medeniyet inşasına neden olmuştur. Bilgi ile güç arasında kurulan bu güçlü illiyet(bağ) üzerinden bilgi tekelleşmiş ve modern tüm sistemler bu bilgi tekelinin üzerinden tezahür etmiştir. Kar’un kıssasında Kassas suresi 78. Ayette mealen “Bunlar bana bendeki bilgi ve beceriden dolayı verilmiştir” ifadesi tam olarak bu bilginin nesnelleşme üzerinden tekelleşmesi ve güce dönüşme sürecine işaret eder. 
İnsanlığın içine hapsolduğu bu tekelleşmiş güce dayalı nesnel dünyadan çıkış vaat eden hiçbir ideoloji, akım, yahut insani çabaların hiç birisinin bilgi meselesini doğru bir yere oturtmadan bir yerlere varması mümkün değildir. Mevcut düzenin, mevcut bilgi tekellerinin üretimlerini çoklamak sadece sizi sistem içinde görece üstün bir yere getirir ancak tüm insanlık adına söz söyleme ehliyeti ve salahiyeti sağlamaz. Bu bağlamda bu toprakların evlatları olan bizlerin çağa ve insanlığa dair bir söz söyleme iddiamı (Misyon) muhakkak suretle bir sahih bilgi yaklaşımı üzerinden gerçekleşmelidir.
 
Nizamiye Medreseleri 
 
1071 de Anadolu’nun fethi yaşadığımız coğrafyanın kaderini oluşturan en önemli gelişmedir ki; Türkiye Cumhuriyeti’nin “Yeni Türkiye” bağlamında formatlanması için mihenk taşı seçilmiştir. 1071 sadece bir Vizyon’a değil ayrıca bir Misyon’a da işaret eder. Bu Misyon’un da şekillenmesinde fetihten sonraki en önemli iş Nizamiye medreseleridir. Nizamiye medreseleri bizzat Alparslan tarafından, veziri Nizamülmülk’e emanet edilmiş bir misyon projesidir. 
İslam tarihinde Abbasiler döneminde, Beytül Hikme (Hikmet / Bilgi Evi), Fatımiler döneminde Darül Hikme (Hikmet/Bilgi Yurdu) gibi öncülleri bulunan Nizamiye medreselerinde, bilgi-insan ilişkisi dinamik (Hay sıfatına uygun) bir mahiyette konumlandırılmış, bu sayede Gazali’ den, Beyruni’ye, İbn-i Heysem’den İbn-i Sina binlerce ilim erbabı doğrudan veya dolaylı olarak bu kurumlardan beslenmiştir. Öyle ki buradan neşet eden ruh Osmanlılara da sirayet etmiş ve daha Osmanlı beyliğinin kuruluşundan itibaren Osmanlılarda “bilgi”, devlet yönetimin üçlü sacayağının dinamik unsurunu oluşturmuştur. Osmangazi’de Alparslan’da şunu çok iyi biliyordu ki sahih bir bilgi inşası olmadan sahih bir toplum inşası mümkün değildir. Sahih bir toplum olmadan ise ancak kaba bir hiyerarşi (devlet) ile iktidar olunur ki bu da müslümanca yönetim meselesinin ıskalanmasıdır.   
 
Başlangıç’ta 28 Şubat sürecinde mağdur olan memur ve öğretmenlere istihdam meselesinin de hesaba katılarak projelendirilen “Bilgi Evleri” bir yönü ile bir vefa kurumu iken diğer yönü ile de Beytül Hikem’den Darül Hikmet’e uzanan bir geleneğe atıfta bulunmaktadır. İslam tarihinde yukarıda ismen zikredilen Beytül- Hikme (Bilgi Evleri) müesseselerinin uzun bir tarihsel iz düşümü söz konusudur. Anadolu coğrafyasında; Nizamiye medreselerinden Fatih medreselerine tevarüs eden bu kurumsal izlek zamanla dinamizmini kaybetmiş ve Osmanlı’nın sahih bilgi kaynaklarının zayıflaması sonucunu doğurmuştur. 
 
Bilgi-toplum-iktidar
 
Son Padişah Vahdetinin Şeyhül İslam Musa Kasım efendi’ye 1918 yılında Darül Hikmet ül İslamiye kurumunu kurdurtmuş olması yukarıda yazı boyunca işaret etmiş olduğumuz bilgi-toplum-iktidar ilişkisinin Vahdettin tarafından da anlaşıldığına ve buna çözüm getirilmek istenildiğine delalet etmektedir. Bu arayışların son halkası da bir anlamda “Bilgi Evleri” projeleridir. Ancak bir AK Parti vizyon projesi olan bilgi evleri isim birliğinin dışında, maalesef üst amaçları (misyon), metodoloji, yönetim modeli, proje uygulaması bakımından birbirinden kopuk ve uyumsuz görünmektedir.  
Belediyelerin proje tanıtımları, misyon ifadeleri kendi resmi web sitelerinden incelendiğinde bu uyumsuzluk ve koordinasyon eksikliği açık bir biçimde görülmektedir. İşlevsel olarak da değerlendirildiğinde bazı belediyeler bu kurumları sadece öğrenciler için etüt merkezi olarak konumlandırırken bazıların ise meslek edindirme ve sanatsal faaliyetler için de bu kurumlara görev yüklediği görülmektedir. Belediyelerinin bir kurumu olan bilgi evlerinin yeniden yapılandırılması, niteliğinin ve kalitenin arttırılması “Yeni Türkiye” bağlamında önemli bir ihtiyaçtır. 
 
‘İlim bir nokta idi...’
 
Yeni Türkiye bilgiyi nesnelleştiren anlayışlar üzerine inşa edilemez. Yeni Türkiye’nin mücadele ettiği ve “paralel yapı” olarak ünlenen zihniyetin en büyük tahribatı maalesef eğitim ve bilgi üzerinden oluşmuştur. Bu anlayış maalesef bilginin nesnelleştirilmesini kutsayarak, nesillerin bilgi ile sahih bir ilişkisini engellemiş, insanı emir almaya hazır, sorgulamayan, bilgi ile paralize edilmiş bireylere dönüştürmüştür. Diğer taraftan da propagandasını bilgi üzerinden inşa etmiştir. Milli Eğitimin statik bilgiye dayalı anlayışı ve paralel yapının mankurtlaştırıcı bilgi tekelinin dışında, sistemi dönüştürücü bir katalizör ihtiyacını doğru bir anlayışa “Bilgi Evleri” nin desteği ile ulaşmak mümkündür. Bunun için yapılması gereken ilk şey “Bilgi Evleri” nin dershane ve etüt merkezi olmakta çıkartılıp düşünmeyi öğreten ve nicelik ve nitelik bakımından bilgiyi doğru bir perspektife oturtan bir yapıya dönüştürülmelidir. Bilgi ile birey’in ilişkisinde aslolan ezberlemek değil sorgulamak ve anlamaktır.  Bilmek demek Hakikatin özünü (insanın kendisini bilmesi) ve özün özünü bilmek ile metodoloji bilmekten (Bilmeyi bilmekten) ibarettir, gerisi Laf-ü- güzaf’tır. Bu bağlamda Hz Alinin “İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttılar” lafzı manidardır ve dikkatle tetkike muhtaçtır.
 
Sahih bilgi ve olgunluk 
 
2071 vizyonu olan bir toplumun 2023’e girmeden önce mutlak suretle bilgi meselesini doğru perspektife oturtulması doğru bir bilgi epistemolojisi inşa etmesi zorunluluktur. Buradan güç almadan 2071 atılımı yapmak imkansızdır. Milli Eğitim camiasının hantallığı ve kurum içerisindeki dirençler, milli eğitim üzerinden yapılan projelerin uygulama şansını zayıflatmakta, akademi seviyesinde yapılan entelektüel çalışmalar ise çocuklar açısından gecikilmiş zamanlara tekabül etmektedir. Bu çerçevede hem eğitimin yerelleşmesi hem de hakikat ile kurulan ilişkilerin inşası bağlamından belediyelerin Bilgi Evlerinin ıslah ve yeniden modelleme üzerinde çalışmaları gerekecektir. 2023 ten 2071 e büyük Türkiye vizyonuna bilgi ve eğitim meselesine esaslı sahih yaklaşımlar getirmeden ulaşabilmek mümkün değildir.