15 Temmuz sonrası Afrika ile yeni dönem

Musa Şahin / Nijer Fahri Konsolosu
29.04.2017

Süreç iyi yönetilir, zaman kaybedilmez ve sahada doğru insanlarla işe başlanırsa Afrika ile ilişkiler eskisinden çok daha sağlıklı bir yapıya kavuşacaktır. İpotekten ve parazitlerden arındırılmış yeni yapısıyla Afrika ile ilişkilerimiz, hem ticari hem de eğitim-kültür ekseninde artarak devam edecektir.


15 Temmuz sonrası Afrika ile yeni dönem

Bilindiği gibi Türkiye 2005 yılını  “Afrika Yılı” ilan etmiş, Afrika ülkeleriyle ilişkileri daha ileriye taşıma amacıyla 18-21 Ağustos 2008 tarihlerinde, 49 Afrika ülkesine ilave olarak Afrika Birliği dahil 11 uluslararası ve bölgesel örgüt temsilcisinin katılımıyla İstanbul’da I. Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi düzenlenmiştir. II. Türkiye-Afrika Ortaklık Zirvesi ise, Ekvator Ginesi’nin başkenti Malabo’da 19-21 Kasım 2014 tarihlerinde gerçekleştirilmiştir. Bir sonraki zirve’nin ise 2019 yılında Türkiye’de toplanması beklenmektedir..1

Afrika’ya 2005 yılından sonra Türk Kamu idaresi ve sivil toplumunun ilgisi artmaya başladı. Bu tarihten itibaren yeni büyükelçilikler açıldı, 2008 yılında Türkiye, Afrika Birliği’ne gözlemci oldu, TİKA sahra altı ülkelerde ofis açmaya başladı. Özellikle 2010 yılından itibaren THY’nin Afrika kıtasındaki uçuş noktasını arttırması da ilişkilere farklı bir boyut kazandırdı. Kamu kurumlarının açılımlarına ilave olarak Türk sivil toplum kuruluşları da faaliyetleriyle Afrika’da Türkiye’nin görünürlülüğünü artırdı. Fakat FETÖ yapısının baskın karakteri ve kendisinden olmayanlara hayat hakkı tanımaması, düzenledikleri Türkçe olimpiyatları vb. propaganda faaliyetleri, sahip oldukları lobicilik vasfıyla birleşince, gizli gündemi olmayan diğer sivil toplum kuruluşlarının hizmetleri perdelenmiş, Afrika-Türkiye ilişkilerinin bu yapının elinden geçtiği gibi bir algı ortaya çıkmıştı. Böylece adeta Türkiye’nin Afrika açılım ruhu bu yapı tarafından çalınmıştı. Bu bağlamda Türkiye-Afrika ilişkilerini Türkiye’de devletin ve toplumun bu yapıyla yaşadığı sosyo-politik süreçle beraber ele almanın daha isabetli olacağını düşünüyoruz.

 “Hainlik” tanımının hafif kaldığı, ümmet düşmanları ve robot ruhlarca ümmetin omurgasına yapılmış alçak bir saldırı girişiminin yaşandığı 15 Temmuz 2016 tarihi FETÖ’yle topyekün mücadelenin başlangıcı olmuştur. Bu mücadelenin en bariz sonuçlarından biri Türkiye-Afrika ilişkilerinde yeni bir evreye geçilmesiyle görülmüştür. Hemen belirtelim ki içeride yaşadığımız 15 Temmuz robotik kalkışmanın ve bu kalkışmada kullanılan kötücül robot güruhunun mensup olduğu FETÖ yapısının gerçek yüzünün yurtdışında doğru algılanması için ciddi gayret, sabır ve biraz zaman gerekmektedir. Çünkü ihtiyatlı sempatinin beslendiği 2012 yılına kadar olan dönemde devletimizin hemen bütün kurumları, FETÖ yapısının açtığı eğitim kurumları ve diğer çalışmalarına dış ülkeler nezdinde kefil olmuş ve önlerinin açılmasına hüsnü zanla katkı sağlamıştır. Genelde Batı ülkeleri işlerine geldiği için 15 Temmuz sonrası bu yapıya eskisinden daha fazla kol kanat gerer olmuşlardır. Afrika’ya bakıldığında ise iki farklı yaklaşım göze çarpmaktadır. Birinci kısım ülkeler Türkiye’nin bu yapının tasfiyesi taleplerine olumlu bakarken bazı Afrika ülke idarecileri ise zamanında kefil olunan bu gayri-milli yapı ve faaliyetleri için şimdilerde terörist-kötü-zararlı denmesini, Türkiye’de meydana gelen iç siyasi mücadelenin bir uzantısı olarak görmektedir. Bunda bu şebekenin bulundukları ülkelerdeki devlet elitleriyle kurdukları irtibatların da tesirini kabul etmek gerekir. Bizim de katıldığımız Cumhurbaşkanımızın 2016 yılında yaptığı dört Afrika ülkesini (Fildişi Sahilleri, Gana, Nijerya, Gine) kapsayan seyahatlerinde bizzat şahit olduğumuz bir olay ibretliydi. Söz konusu seyahatte ziyaret ettiğimiz ülkelerden birinde, devlet başkanının verdiği resmi yemek için Türk heyeti olarak davetli olmamıza rağmen birçok güvenlik taramasından geçmiş nihayet yemek salonuna girebilmiştik. Hal böyleyken Türk tarafına hiç haber verilmeden her nasılsa FETÖ’nün üst düzey yöneticilerinden üç kişi salona girmiş ve yerlerine kurulmuştu. Görüntüsünden Afrikalı olmadığı belli olan bu şahısların hiçbir Türk yetkilisiyle konuşmazken, bulunduğumuz Afrika ülkesinin Bakanları dahil resmi yetkililerle samimi sohbetleri, yan yana oturduğumuz Türk heyetinden bir büyüğümüzün dikkatini çekmişti. Neticede protokol görevlilerinin girişimleri sayesinde söz konusu şahıslar dışarı çıkartılmış, akabinde Cumhurbaşkanımız salona girmişti.

Fırsatlar ve riskler

Kanaatimizce bugünden sonra, geçmiş tecrübelerden de istifade ederek Afrika ile ilişkilere esas teşkil eden iki alandaki irtibatın sağlıklı kurulması önem arz etmektedir; ticaret ve eğitim faaliyetleri. 15 Temmuz sonrası, FETÖ’nün Afrika ülkelerinde kurduğu ticari/ekonomi ağların, etkileme potansiyeli açısından, Türkiye-Afrika ilişkilerinde sınırlı bir nispete sahip olduğunu düşünüyoruz. Bu kanaatimizi, söz konusu yapıyla özdeşleşmiş işadamı organizasyonu (TUSKON)’nun tasfiye edilmesinin ardından ilişkilerde kayda değer menfi bir ticari ve ekonomik yansımasının olmaması teyit etmiştir. Aslında bu, en mahir oldukları göz boyamacı propaganda ve algı yönetiminin şişirdiği bir balondu. Bu balonun söndüğünü görmemiz çok zaman almadı. Son yıllarda Türkiye’nin DEİK ekseninde kurmaya başladığı/gayret ettiği ticaret mekanizmalarının önemi tam da bu noktada daha da anlamlı hale gelmiştir. Bu bağlamda, Afrika’da 23 ülkede varolan ticari ataşe sayısı2 imkanlar ölçüsünde artırılmalıdır. Tabii ki hem ticari ataşelerin hem de DEİK ülke temsilcilerinin liyakatli ve misyon sahibi isimlerden seçilmesi önem arz etmektedir.

Maarif Vakfı ve sonrası

Kıtada vasıflı meslek sahibi insanların oranının düşüklüğü bir vakıadır3 . Türkiye’nin kurumları aracılığıyla Afrika’ya sağlayacağı en önemli ve hayırlı katkı kıta insanlarına balık tutmayı öğretmek olacaktır. Son yıllarda, bazı STK’ların projelendirdiği, TİKA ve İTO vs. kurumların da destek verdiği mesleki eğitim programları bu açıdan önemlidir. Mesleki eğitim açısından daha da önemlisi, eğitim alan insanların takibinin yapılıp Türk-Afrika ilişki sistematiği içinde tutulmasıdır. Böylece son 15 yılda 5-6 milyardan 23-24 milyar dolara yükselen ticaret hacminin hedeflenen 50 milyar dolara çıkması için yetiştirilecek bu kalifiye insanlar itici güç olacaktır.

15 Temmuz sonrası Afrika ile ilişkilerde ikinci ve daha önemli referans hattı eğitim alanıdır. Gayri-milli FETÖ yapısının hemen tüm Afrika ülkelerindeki mevcut yaygın/örgün eğitim kurumları acilen müdahale edilmesi gereken nifak yuvaları haline gelmiştir. Bu bağlamda Maarif Vakfı’nın kurulması isabetli olmuştur.

Maarif Vakfı’nın faaliyete geçmesinin ardından Türkiye, Afrika ülkelerinden, FETÖ’nün sahip olduğu okulları bu vakfa devretmelerini istemiştir. Somali, Çad ve Nijer gibi bazı Afrika ülkelerinin, Türkiye’nin bu taleplerine hızlı bir şekilde müspet cevap vermesi sevindiricidir. Diğer ülkelerle de görüşmelerin devam ettiği ve kayda değer mesafelerin alındığı gözükmektedir. Bazı Afrika ülkelerinin bakış açısından, vasatın üzerinde eğitimin verildiğini düşündükleri bu okulların açık kalması önemlidir. Maarif Vakfı marifetiyle devir alınacak bu okulların devamlılığı ve milli kurumlar haline gelmesi için yine karşımıza yetişmiş kalifiye insan faktörü çıkmaktadır. Devir alınan okullar için Türkiye’den gidecek eğitimcilerin hızlı bir şekilde ihtiyaç duyulan ülkelere gönderilmesi gerekmektedir. Söz konusu eğitimcilerin seçimi yapılırken, lisan konusu önemli olmakla beraber sadece bu noktaya takılmamalı, lisan seviyesi düşük olması sebebiyle hizmet istidadı olan liyakat, karakter ve misyon sahibi eğitimciler dışlanmamalı, bu tip insanların bir şekilde sistem içine dahil edilmesinden çekinilmemelidir.

Maarif Vakfı gerek kamu gerekse STK’ların yürüttüğü eğitim faaliyetlerinde çatı bir organizasyon olmalıdır. Dolayısıyla FETÖ’ den devir alınan okullara ilave olarak, içinde Milli Eğitim Bakanlığı’nın da olduğu şeffaf bir mekanizma ile eğitici desteği dahil diğer STK’ların yaptığı eğitim faaliyetlerine de destek olmalıdır. Afrika ile ilişkilerimizde eğitim anlamında önemli gördüğümüz diğer bir başlık Türkiye burslarıdır. Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı(YTB) eliyle yürütülen Türkiye burslarının Afrika ile ilişkileri uzun vadeye yayacak önemli bir proje olduğu açıktır. Fakat  bu kaynağın Türkiye’de değerlendirilmesinin daha faydalı ve ekonomik olup olmayacağının analiz edilmesi gereklidir. Demek istediğimiz; Afrika’dan lisans için öğrenci getirmek yerine kilit ülkelere yeni veya devir alma yoluyla üniversite açılması, Türkiye burslarının ise daha çok yüksek lisans ve doktora eğitimi için Türkiye’ye getirilecek öğrenciler için değerlendirilmesi opsiyonudur. Kanaatimiz odur ki süreç iyi yönetilir, zaman kaybedilmez ve sahada doğru insanlarla işe başlanırsa Afrika ile ilişkiler eskisinden çok daha sağlıklı bir yapıya kavuşacaktır. İpotekten ve parazitlerden arındırılmış yeni yapısıyla Afrika ile ilişkilerimiz,  hem ticari hem de eğitim-kültür  ekseninde artarak devam edecektir.

1- http://www.mfa.gov.tr/turkiye-afrika-iliskileri.tr.mfa

2- Ekonomi Bakanlığı verileri

3- https://www.unicaf.org/africa-in-demand-as-source-of-qualified-highly-skilled-labour/

[email protected]