15 Temmuz sonrası iç bütünlük-dış denge

Doç. Dr. Murat Yeşiltaş / Güvenlik Araştırmaları Direktörü
14.07.2018

24 Haziran ile birlikte Türkiye, iç bütünlüğün sağlanması ile uluslararası sisteme intibak arasındaki makası daraltmak ve nihai kertede Türkiye’yi reel küresel güç dağılımı içinde orta-ölçekli bir güç pozisyonundan büyük güç pozisyonuna taşımak için bir fırsat yakalamış oldu.


15 Temmuz sonrası iç bütünlük-dış denge

15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden tam iki yıl geçti. Geride bıraktığımız iki yıl içinde Türkiye siyasetinde çok önemli kırılmalar yaşandı. 15 Temmuz, Türkiye siyasi tarihi açısından haddi zatında büyük bir kırılmayı temsil ediyordu ancak sonrasında yaşanan süreç Türkiye’yi bundan sonraki dönemlerde daha fazla şekillendirecek. Hızlıca bir göz atıldığında ilk akla gelenler şunlar: Fırat Kalkanı Harekatı, Zeytin Dalı Harekatı ve Kandil Operasyonu, 16 Nisan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Referandumu, 24 Haziran Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimleri. İç siyasi cephede yaşanan gelişmeler, Cumhuriyet tarihi Türkiye siyasetinde önemli bir kırılmaya işaret ediyor. 1876 yılında başlayan, Cumhuriyetin de kökünü şekillendiren Kanuni Esasi’den sonra Cumhuriyetin kurulması ve çok partili hayata geçiş dönemlerini, Türkiye’nin ana dönüm noktaları olarak ele alırsak,

24 Haziran seçimleriyle hayata geçen yeni sistem yeni bir dönüm noktası ve yeni bir dönemin başlangıcı olarak adlandırılabilir. Bu dönemi III. ya da IV. Cumhuriyet olarak adlandıranlar var. Ancak adlandırmadan ziyade bu yeni dönemin tefrik edici özelliklerinin neler olduğunu ve Türkiye’nin gelecekte yaşayacağı muhtemel dönüşümün ana sütunlarını anlamak çok daha önemli.

Uluslararası sistem

Dış ve askeri cephede yaşananlar ise Türkiye’nin beka problemini ortadan kaldırmak için verdiği mücadeleyi ve Türkiye’nin değişen bölgesel ve uluslararası şatlara intibak etme çabasını temsil ediyor. Bu yeni dönem, hem iç hem de dış cephede, tarihsel olarak tıpkı diğer büyük dönüşüm dönemlerinde olduğu gibi, Türkiye’nin uluslararası sisteme intibak etme çabasının bir sonucu. 19. yüzyıl Osmanlı modernleşmesinin siyasi veçhesi, sadece içerdeki din-siyaset-vatandaş-devlet kompleksinin yeniden dizayn edilmesini içeren bir süreç olarak anlaşılamaz. Bu süreci, özellikle Avrupa’da 1815 Viyana Anlaşmasıyla birlikte ortaya çıkmaya başlayan Avrupa ahenginin reel güç dengeleri açısından Osmanlı’yı Avrupa’nın çeperine atmasının bir sonucu olarak, “çeperde tutunmak” ya da “hayatta kalmak” için verilen bir modernleşme serüveni olarak anlamak gerekir. Diğer bir ifade ile 19. yüzyıl Osmanlı modernleşmesi için gerekli olan siyasi (hatta toplumsal) dönüşümler (Tanzimat 1856, Kanuni Esasi 1876, ordunun modernleştirilmesi, devlet kurumların yeniden yapılandırılması vs.) hem imparatorluğun iç bütünlüğünü sağlamayı hem de Avrupa çok kutuplu sisteminde çeperde kalan Osmanlı’nın bu sisteme intibak etmesinin bir çaresi olarak görüldü. Benzer bir şekilde 1918 sonrasındaki intibak çabası, 19. yüzyıla göre artık daha küresel hale gelmiş olan dünya siyasetinde ve yeni düzende ayakta kalmanın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştı. Bu anlamda, Kurtuluş mücadelesi sadece iç siyasi dengelerin oluşmasına kaynaklık etmedi aynı zamanda yeni kurulan uluslararası siteme intibak için temel çerçeveyi oluşturmuştu. Sonrasında kurulan Cumhuriyet ise bu yeni düzene intibak etmenin siyasal çerçevesini oluşturdu. Osmanlı Devleti biterken yeni bir devletle Cumhuriyetin ilan edilmesi 19. yüzyıldaki modernleşmenin ortaya çıkardığı temel dinamiklerinin sürekliliğini de sağladı. O nedenle 1923, gerçekte kendinden menkul yeni bir devletin tarihin o anında ortaya çıkması değil, Osmanlı’dan tevarüs edilen sürekliliklerle devletin yeniden inşa edilmesinin tarihi olarak anlaşılmalıdır.

İç siyasi bütünlük

İç bütünlük-sistemik dönüşüm ilişkisini anlamak için verilebilecek örnekler bunlarla da sınırlı değildir. Benzer bir biçimde, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra çok partili hayata geçiş denemesi ve 1950’de resmen geçilmesi, 1970’lerle başlayan ve 1980’lerde yeniden alevlenen uluslararası sistemik yumuşuma ve tırmanma döneminde, Özal ile temayüz eden ekonominin ve siyasetin liberal bir menzile sokulması çabası, Soğuk Savaş’ın bitişiyle birlikte 1990’ların ilk yarısında yarım kalan yapısal ve siyasal dönüşüm denemeleri de bu iç bütünlük-sistemik dönüşüm arasındaki sıkı ilişkinin bir yansıması olarak anlaşılmalıdır. Eğer son 200 yıllık tarihi, iç bütünlük-sistemik dönüşüm arasındaki ilişkilerden mülhem bir kriz, gel-git ve intibak çabası olarak ele alabilirsek Türkiye’nin 15 Temmuz’dan bu yana yaşadığı dönüşümü ve özellikle 24 Haziran ile hayata geçen yeni sistemin imkanlarını daha iyi anlayabiliriz.

Gerçekte bu sancı sadece 15 Temmuz ile beraber nükseden bir durum olarak ele alınmamalıdır. Ak Parti’nin ortaya çıkışı ve geride bıraktığımız 16 yılın bütün krizleri bu bağlamda ele alınmalıdır. Türkiye’nin bu tarihsel okuma içinde en temel problemi iç bütünlük ile sistemik dönüşüm arasında yaşanan intibak edememe sorunudur. Diğer bir ifade ile iç bütünlüğün gerektirdiği siyasal alanın karakteri ile dışarıdaki sistemik dönüşümlerin karakteri arasında makasın açılması Türkiye siyasetinin bütün alanlarına sorun olarak sıçramaktadır. Daha açık bir ifade ile Türkiye’nin geçmişte yaşadığı demokrasi sorunu da dış politikada tecrübe ettiği sıkıntılar da temel olarak iç siyasi bütünlük-sistemik dönüşüm arasında kurulamayan sağlıksız ilişkinin bir sonucudur.

En büyük sınanma

Bugün Türkiye’nin karşı karşıya olduğu en büyük sınama tam da bu ilişkide yaşanan gerilimin yeni sistem değişimi ile aşılıp aşılamayacağı meselesidir.

15 Temmuz darbe girişimi, Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası sistemik dönüşüme intibak etmeye çalıştığı kritik bir dönemde yaşandı. Hedefi, tam olarak Türkiye’nin içeride yaşadığı intibak sürecinin pekişmesini ve böylece kendisi dışında yaşanan bölgesel ve uluslararası dönüşüme uyma çabasını akamete uğratmaktı. Darbe girişiminin yaşandığı dönemdeki iç, bölgesel ve küresel şartlar dikkate alınırsa, darbenin başarılı olması halinde, Türkiye’nin şu anda geldiği noktanın çok uzağında bir yerde, uzun yıllar sürebilecek bir fetret dönemine girme olasılığı oldukça yüksekti. İçeride 2002’den bu yana yaşanan demokratik konsolidasyon hızla akamete uğrayacak, iç bütünlüğü sağlamak için verilen mücadele büyük ölçüde yerini büyük bir düzensizliğe bırakacak ve böylece içerideki demokratik halka çözülmüş olacaktı. Özellikle Arap devrimleriyle Ortadoğu’da yaşanan gerilim ve jeopolitik fay hatlarının Türkiye’ye sıçrama olasılığı gerçeklikten uzak bir senaryo değildi. Bilhassa Suriye’de PKK eksenli yaşanan gelişmelerin bölgenin yeniden dizayn edilmesi bağlamındaki hedeflerine ulaşmış olması da büyük bir olasılıkla gerçekleşecekti. Böylece bölgesel düzenin yeniden tesis edilmesinde Türkiye bir oyuncu olmaktan çıkacak ve Türkiye’nin yakın güvenlik kuşağını oluşturan ikinci halka da dağılmış olacaktı. Uluslararası arenada ise Türkiye’nin uluslararası ilişkilerini yeniden formüle ederek var olan konumunu yeniden tanımlayan özerklik arayışı, büyük ölçüde iddiasız bir rol tanımlaması üzerinden hızlı bir geri çekilme süreci ile karşı karşıya kalacaktı. Özetle söylemek gerekirse, içeride demokratik cephenin dağılması, bölgede Türkiye karşıtı jeopolitik bir cephenin pekişmesi, küresel siyasette ise kademeli bir yükseliş trendi yaşayan Türkiye’nin orta-ölçekli bir güce razı olması sağlanmış olacaktı. Böylece, iç bütünlüğün sağlanması ile sistemik dönüşüme intibak etme arasındaki makas daha fazla açılarak Türkiye’nin dönüşüm süreci ölü doğmuş bir projeye dönüşecekti.

15 Temmuz tam da böylesi bir karanlık süreci akamete uğratan demokratik cephenin zaferi olarak temayüz etti ve anlam kazandı. İçeride, demokratik cephenin gücünü daha fazla konsolide etmesine vesile olacak süreci tetikledi, bölgede Türkiye’ye karşı ortaya çıkan beka sorunu karşısında Türkiye’nin askeri gücünü devreye sokmasına imkan tanıdı ve Türkiye’nin uluslararası politikada pozisyonunu yeniden tanımlama sürecinin önündeki engelleri kaldırmış oldu.

24 Haziran sonrası

24 Haziran ile birlikte Türkiye, iç bütünlüğün sağlanması ile uluslararası sisteme intibak arasındaki makası daraltmak ve nihai kertede Türkiye’yi reel küresel güç dağılımı içinde orta-ölçekli bir güç pozisyonundan büyük güç pozisyonuna taşımak için bir fırsat yakalamış oldu. Şayet Türkiye, yeni sistemi arzu edildiği gibi işletebilme başarısını gösterebilirse, hem iç bütünlüğünü yeni bir demokratik konsolidasyon süreciyle taçlandırabilir hem de bunun ortaya çıkardığı enerji ile birlikte küresel sistemde yaşanan dönüşüme intibak etme sorununu ortadan kaldırabilir. Böylece 24 Haziran ile birlikte başlayan yeni süreç Türkiye’nin yeni oluşacak reel güç dengesi içerisinde büyük bir güç olarak temayüz etmesine vesile olabilir. Bu amaca matuf olarak Türkiye’nin iç bütünlük-dış intibak dengesini kurması elzem. Zira bu yeni süreçte ne içi dışarıdan ne de dışı içeriden ayırmak pek mümkün görünmüyor. Bu nedenle, 24 Haziran sonrası devreye sokulan yeni sistemin başarısı sadece kurumsal olarak işlerlik kazanmasıyla sınırlı değil. Bunun ötesinde, yeni sistemin bir taraftan Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı çetrefilli sorunlara çözüm üretmesi diğer yandan da kurumlaşması gerekiyor.

Kalıcı istikrar için...

Bu bağlamda Türkiye’nin aşması gereken üç büyük sınama var. Birincisi ve en önemlisi, 15 Temmuz’un en önemli mirası olan demokratik cephenin genişlemesi ve gücünü tahkim etmesi. Yeni sistemi, sadece yönetim işlerinde etkinlik sağlayacak bir mekanizma olarak düşünmek yerine demokratik cephenin genişlemesi ve gücün pekiştirmesi için bir fırsat olarak ele alarak Türkiye’nin içeride bütünlüğünü sağlayacak bir sıçrama tahtası olarak görmek gerekiyor. 24 Haziran seçim sonuçlarının özellikle temsilde adalet sorunu ortadan kaldırdığını ( yüzde 99) ve hükümet kurulup kurulamayacağına dair endişeyi ortadan kaldırdığını düşünürsek demokratik cephenin genişlemesi için önemli bir imkan ortaya çıkardığını söyleyebiliriz. Öte yandan 15 Temmuz ile birlikte demokrasi karşıtı cephenin dağılması bu sürecin en büyük avantajlarından biri. Bir tarafta FETÖ diğer tarafta PKK’nın imkan ve kabiliyetlerinin elimine edilmesi bu avantajı daha da anlamlı kılmış durumda. İkincisi ise, bölgesel karmaşa içinde Türkiye’nin güç maksimizasyonu sorununu ortadan kaldıracak güce yatırımın ölçek büyüterek devam ettirilmesi. Bu durum doğal olarak Türkiye’nin güvenliğini de maksimize edeceği bir süreci de beraberinde getirecek ve Türkiye için yakın çevrede bir güvenlik ve istikrar kuşağının oluşmasına hizmet edecektir. Üçüncüsü ise Türkiye’nin uluslararası sisteme reel güç kapasitesini tamamlamış bir güç olarak intibak etmesi. Kuşkusuz bu alan diğer iki alanla karşılaştırıldığında daha rekabetçi ve daha anarşik bir yapıya sahip. Başkan Erdoğan’ın ortaya koyduğu, ilk 10 ekonomi içine girme hedefi, bu bakımdan Türkiye’nin önümüzdeki dönemdeki en büyük sınaması olacaktır.

Eğer Türkiye bu yeni dönemde hedeflerini daha net bir biçimde belirler, bu hedeflere ulaşmak için kapsamlı bir strateji üreterek doğru araçları kullanırsa uzun vadede kalıcı bir istikrara kavuşması için önündeki engelleri kaldırabilir. Ancak böylesi bir anlayışla 15 Temmuz’un mirasına ve 24 Haziran sonrasına bakıldığında, bölgesel ve küresel belirsizlikler döneminde Türkiye’nin iç bütünlük-dış intibak arasındaki dengeyi kurması mümkün olabilir.

@muratyesiltas