15 Temmuz sonrası siyaseti yeniden düşünmek

Doç. Dr. Ertan Aydın - Ankara Milletvekili
17.09.2016

Türkiye demokrasisi, son 15 yılda sadece gelenekçi ve gerici halk karşısında Batıcı laikçi elitler gibi klişe bayat teorilerini çürütmekle kalmadı, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki zehirli vesayet zihniyetinin FETÖ tarafından geliştirilmiş versiyonuyla beraber tüm bu hastalıklı mirası da çöpe atmayı başardı.


15 Temmuz sonrası siyaseti yeniden düşünmek

21. yüzyılın ilk 16 yılında Türkiye siyasetinin yaşadığı tecrübe ve ülkenin geçirdiği büyük dönüşüm, 1923 ile 2000 yılları arasında Türkiye hakkında geliştirilmiş neredeyse bütün genellemeleri, hikâyeleri ve öngörüleri altüst eden bir mahiyette ve istikamette gelişti. 2002 yılında Türkiye siyaseti hakkında yazan en eleştirel akademisyenler dahi, 2002 ve 2016 arasındaki muazzam dönüşümü tahmin edemeyip olayların akışı içinde bakış açılarını yenilemekte aciz kaldılar. Büyük oranda ilericilik/gericilik, İslam/Kemalizm, merkez/çevre, İslamcılık/laiklik, modernleşme/gelenek gibi ikili ayrımlara dayanan teorik Türkiye okumaları, gerçeği açıklama konusunda yetersiz kalıyordu. Zira Erdoğan liderliğinde ve AK Parti iktidarında demokrasinin olgunlaşmasıyla beraber güçlenip özgüveni artan Türk halkı, kendisine dayatılan kalıpları kırıp, ak ve kara türü basmakalıp ikilemleri büyük oranda yıkabilmiş ve kendi realitesi ve insaniliği bağlamında yeni bir Türkiye yaratma çabası içine girmişti. 2016 yılının 15 Temmuz’unda yenilgiye uğrayan darbe girişimi, zaten geçerliliğini yitirmiş tüm bu eski teorilerin ve siyaset okumalarının son nefesini vermeden önce ilaçlarla ayağa kalkarak, gençlik dönemi ve altın çağlarına geri dönme fantezisini yansıtmaktaydı. Türkiye’ye dair bütün basmakalıp ve bayatlamış teorilerin ve hikâyelerin yanlışlarını yüzüne vuran Türk halkının basireti ve demokrasi zaferi, Türkiye hakkında yazıp çizen her gözlemci ve akademisyene ezberlerindeki teorilerini bir kenara bırakıp, gerçeklerle yüzleşmesinin de imkanını sunmuştur.

Kemalist miras

Türk siyasetinin 1923 sonrası en belirgin özelliği, küçük bir elit veya ideolojik kliğin devlet erkini kontrol etmenin verdiği güç ve konforla, toplumu projelerine ve çıkarlarına göre yeniden kurgulama ve şekil verme arzusudur. Kemalizm, ‘halk iradesi’ gibi siyasi ilkelere referansta bulunmasına rağmen, kendi dar ideolojik dogmalarının demokrasi içinde yürütülemeyeceğini düşünerek, bir yandan devlete ve Kemalizme kutsallık atfeden yeni bir dini simgeler örgüsü kurup, devleti ve toplumu dipten dönüştürmeye çalıştırmıştır. Öte taraftan da gerçek demokrasi vaadini sürekli geleceğe erteleyen bir dil geliştirmiştir. Bu siyasal proje, kendi ideolojik gramerini hakim bir paradigma haline getirmeye, Müslüman bir toplumun değerlerini ötekileştirmek suretiyle de bir çeşit “kutsallık transferini” topluma benimsetmeye çalıştı. Bu kurguya göre, Osmanlı bakiyesi toplum, arzulanan siyasal dönüşümün aktörü olma vasfından yoksun, üzerinde toplumsal mühendislik yapmaya bile değmeyecek bir niteliğe sahipti. Bu sebeple, gelecekte kurulacak ideal toplumu hazırlamaya dönük mesiyanik bir siyaset hedeflendi. Bu hedef doğrultusunda, gelecek “çağdaş” nesillerin hayrına mevcut nesillerin heba edilmesi zaruri görüldü. Toplumun dönüşümü için önce kamusal alan halkın değerlerinden soyutlanarak ideal siyasal görünüme kavuşturulması ve insanların özel alanda sahip oldukları kimliklerini gizleyerek ve bir takım sembolleri kullanarak rol yapması sağlandı. Bu şekilde kamusal alan, istenmeyen etnik, dini ve ideolojik öğelerden arındırılmış olacak ve yeni nesillerin zehirlenmesinin önüne geçilecekti. Bu tarz bir siyaset kodlaması, siyasetçiler için siyaset yapmayı gerçekliğin perdelenmesine indirgemiştir. Siyaset toplumun karşısına kendi yalın kimlikleriyle çıkmak yerine devletin içine sızma yöntemiyle varlık gösterebilmenin bir diğer adı olmuştu. Önceleri Kemalizm’le özdeşleşen bu tepeden inmeci ve takiyyeci tutum bir süre sonra halkı adaletli bir şekilde yönetmek yerine onları ezerek dönüştürmeyi ve kontrol altında tutmayı arzulayan bir hal aldı. Bu jakoben siyaset, sonraları sol hareketlerden aşırı milliyetçiliğe, ulusalcılıktan FETÖ’cülüğe kadar birçok farklı ideolojik yelpazedeki örgüte sirayet etmiştir. Bu zihniyetin en önemli özelliği toplumun mevcut gerçeğini beğenmemek ve insanları disipline edilmeye muhtaç bir tavırla siyaset yapmaktı. Gelecekte kurulacak ütopya için bugünün insanlarını feda etmek artık bir şiar haline gelmişti.

Sembolik şiddet

Türkiye’de çok partili sisteme geçtikten sonra dahi, bu tepeden inmeci ve baskıcı siyasetin vesayeti ve kurduğu sembolik şiddet devam ettiği için, Türkiye’deki muhalefet kültürüne sahip farklı kesimler bir türlü kendi değerleri ve kimliği ile siyaset yapma cesareti bulamadı. Bu şekilde sistemin tarif ettiği kalıbın dışında kalan siyasi aktörler kendilerini ve hedeflerini gizleyerek maskeli bir siyaset geleneği geliştirdiler. Her kesimin sadece Kemalist, ilerici ve Batıcı kodlarla siyaset yapabildiği bu yasaklı paranoyak siyasi kültürün en kristalize olmuş örneğini FETÖ verdi. Fetullah Gülen taraftarlarının sürekli kendilerini gizleyerek, başka ideolojilerin arkasına saklanarak ve Kemalizmin ütopyasına alternatif bir altın nesil yetiştirme stratejileri bu düşüncenin bir ürünü olarak ortaya çıktı. Her halükarda, toplum Kemalist zihniyet türevlerinin ve onların geliştirdiği dönüşüm projelerinin nesnesi olmaktan kurtulamıyordu.

Türk halkı kendisini beğenmeyen kadro ve hiziplerin şiddetine ve siyasi oyunlarına maruz kalırken, aynı zamanda da çok partili rejimin açtığı bir hareket alanıyla her seçimde baskıcı zihniyetleri geri itmeyi becermişti. Öte taraftan, seçmenlerin gözünde muteber olamayan vesayetçi hizipler ve FETÖ benzeri yapılanmalar ise bu sefer gizemli, maskeli ve şantajcı yöntemlerle devleti ele geçirip, toplumu dizayn ve kontrol çabalarından bir türlü vazgeçmiyordu. Ancak, seçimler vasıtasıyla ödüllendirilen açık, dürüst ve yalın siyaset sayesinde, Türkiye son 15 yılda çeşitli vesayet gruplarını zayıflatarak, onları meşru siyaset dairesi içine çekmeye çalışmıştır. Tüm bu süreçte kendini çok iyi kamufle edip, sinsi bir şekilde baskıcı ve mesiyanik projelerini uygulamaya çalışan FETÖ 15 Temmuz’da nihai yenilgiye uğratıldığında, aslında 90 yıldır benzer metotlarla güç elde etmeye çalışan tüm diğer zihniyetlerle yenilgiye uğramış oldu.

Türkiye siyasetinin baştan beri yanlış kurgulanan sistemi ve yapısal problemlerine rağmen, çok partili demokrasi deneyimi darbelere rağmen millet iradesi sayesinde ayakta kalmış ve yine halkın desteğiyle kurumsallaşması gerçekleşmiştir. Eğer Türkiye Soğuk Savaş’ın başlarında, farklı gerekçelerle çok partili rejime geçiş yapamamış olsaydı, Suriye veya Mısır türü başarısız bir devlet kaderine mahkûm olabilirdi. 1950’deki çoğulcu demokrasi tecrübesi ile gelen ekonomik kalkınma, Türk insanını demokrasi ile refah arasındaki ilişki konusunda da ikna etmiş ve 1960, 1972, 1980 ve 1997 darbelerinden sonra kısa süre zarfında tekrar demokrasiye dönülebilmiştir.

2002 yılından sonra ise Erdoğan liderliğindeki AK Parti iktidarları siyasette yeni bir tarzın başlamasına önayak oldu. Bir yandan yoğun bir demokratikleşme süreci içine girilirken diğer yandan Türkiye geneline yayılan daha dobra, gizli gündemi olmayan takiyyesiz siyaset yapma kültürü kendini hissettirmeye başladı. Erdoğan ve ekibi demokratikleşme hedeflerinden sapmamak için büyük mücadele ortaya koydular. Nihayetinde, Fetullahçı Terör Örgütü Türkiye demokrasisinin bu altın çağını en verimli şekilde değerlendirip adeta bir kanser hücresi gibi tüm devlet bünyesine sirayet edebilmeyi başarmıştır. 15 Temmuz gecesi Türk halkının bir gecede bu kanserli hücreleri temizleme ve onun zehrinin etkisinden çıkıp ayağa kalkma başarısının sırrı, büyük ölçüde 2002 sonrası kurulan demokrasi kültürünün de kökleştiğini göstermektedir. Eğer ki FETÖ bu darbeyi 2000 veya 2002 yılında yapmaya kalksaydı, Türk halkının direnci aynı ölçüde güçlü olamayabilirdi. Türkiye demokrasisi, son 15 yılda sadece gelenekçi ve gerici halk karşısında Batıcı laikçi elitler gibi klişe bayat teorilerini çürütmekle kalmadı, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki zehirli vesayet zihniyetinin FETÖ tarafından geliştirilmiş versiyonuyla beraber tüm bu hastalıklı mirası da çöpe atmayı başardı.

Türkiye’ye yakışır anayasa

Türk siyaseti vesayet hastalığından ve virüslerinden arınıp, demokrasiyi ve halk iradesinin zaferini ilan etmiş olsa da, tüm bu mücadele süreci içinde yeni bir siyaset ahlakı ve sözleşmesinin kurallarını tesis etmenin ihtiyacı da ortada durmaktadır. Her kesimin kartlarını açık tuttuğu, kimsenin kimseye blöf ve şantaj yapmadığı, paranoyalardan arınmış ve herkesin özel alandaki düşünce ve değerlerini korkmadan kamusal alanda ifade edebildiği bir siyaset ahlakını ve toplum sözleşmesini inşa etmemiz bu noktada zaruri görünmektedir. Bu da çok geniş bir katılım ve fikir birliği ile yazılacak Türkiye’ye yakışır yeni bir anayasa ile garanti altına alınabilecektir. Ancak böyle bir yeni siyaset anlayışı ile 15 Temmuz şehitlerinin fedakârlığının karşılığı verilebilir. Bu şekilde, ülkemizi bir daha FETÖ benzeri zihniyetlerinin yeşeremeyeceği, sağlıklı ve istikrarlı bir yapıya kavuşturmuş olacağız.

[email protected]