16 Nisan’ın hikâyesi

Doç. Dr. Ali Kemal Özcan / Munzur Üniversitesi
15.04.2017

12 Mart Muhtırası’nı Demirel’e haber etmeyen ve başında ‘milli’ yazan devletin istihbarat teşkilatının müsteşarı generalin “ben MİT müsteşarlığı değil, CIA’nın şube müdürlüğünü yaptım” itirafı aslında 16 Nisan referandumunun en özlü hikâyesinin el kitabı gibidir. 16 Temmuz sabahına kadar Bakırköy’de bir “ikinci” hayırlı sonuç bekleyen ve CHP’nin başına bir uçkur-takip kasetiyle getirilen Kılıçdaroğlu liderliği altındaki siyasi elitin, tarihî mezarlığa taşınmasının en sarih-izahlı “kulanım kılavuzu”dur bu 16 Nisan’ın hikâyesi...


16 Nisan’ın hikâyesi

Türkiye’nin bu referandumunun tabiri caizse üç şeritli yol gibi “can cana” yürüyen bir hikâyesi var.

Birincisi; Türkiye ekonomisinin/kapitalizminin Batı emperyalizmine “şube” (işbirlikçi/komprador) olmaktan çıkıp kendi merkezi (yerli/milli) olması şerididir. Bu “şerit” Türkiye’nin siyasal sistemini askeri vesayetten kurtulmaya mecbur ve mahkum kılmaktadır. İstanbul-İzmit hattı “montaj” burjuvazisinin Kayseri-Konya-Antep “sathı” milli burjuvazisine daha fazla direnememesi, bilgi ve iletişimin “ana sermaye” olduğu küresel kapitalizm koşullarının zarurî neticesidir.

İkincisi; birincisinin doğal sonucu olarak, evrensel diyebileceğimiz sınıflı-sömürülü insanlık tarihinin bilinen “elitlerin dolaşımı” şeridi... İktidar veya yönetici elit teorisyenlerinden Paretto’nun dolaşım teorisinin ünlü “Tarih bir aristokratlar [elitler] mezarlığıdır” çıkarımını bir kez daha doğrulayarak, Türkiye’de aralıksız 7+3 seçim kaybeden CHP eliti siyasî mezarlığına taşınmasını sürdürmektedir. Bu makus akibete yürümesini, çoğu zaman bu kadim “hikâye”yi unutarak “18 madde” detayına garkolan kimi AK Parti sözcülerinin de durduramayacağı anlaşılıyor.

Üçüncüsü; ilk ikisinin toplam sonucu olarak, “sosyolojisi”ni bulmuş milli siyasetin milli bir lideri şeriti... Cumhuriyet’e geçişten günümüze Türkiye’nin milli sermayesi ve genel olarak sentezmillet kültürü – yani milli ekonomisi artı milli siyaseti – M. Kemal’den sonra en sosyolojik karizmasını Erdoğan şahsında bulmuştur. Bunu en azından kısa vadede (O fiziken yaşarken) aşacak bir alternatif siyasi figür bulunmamaktadır.

Menderes ile beliren, Özal ile temellenen ve Erdoğan ile “kör tutuğunu bırakmaz”a varmış bulunan 16 Nisan Referandumu’nun “hikâye”si kısaca budur.

12 Mart Muhtırası’nı Demirel’e haber etmeyen ve başında “milli” yazan devletin istihbarat teşkilatının Müsteşar’ı generalin “ben MİT müsteşarlığı değil, CIA’nın şube müdürlüğünü yaptım” itirafı aslında 16 Nisan referandumunun en özlü hikâyesinin el kitabı gibidir. Dolayısıyla 16 Temmuz sabahına kadar Bakırköy’de bir “ikinci” hayırlı sonuç bekleyen ve CHP’nin başına bir uçkur-takip kasetiyle getirilen Kılıçdaroğlu liderliği altındaki siyasi elitin, tarihî mezarlığa taşınmasının en sarih-izahlı “kulanım kılavuzu”dur bu 16 Nisan’ın hikâyesi...

Adeta “ya tutarsa” atışları arasında sağ-kaş kaldırmalarıyla “Mesele bu kadar basittir” tekrarından “yılmamakta”dır CHP elitinin son sözcüsü. Ancak acaba; kendisini “genel başkan” eden uçkur-kaset organizasyonu ile 15 Temmuz örgütçülerinin arkasında aynı “akıl” ve aynı “el”in olması Mesele’sinin Türkiye Cumhuriyeti Milleti’nin en az yüzde 60’a yakınınca bilinmesi “bu kadar”dan da “basit” olduğunu bilmekte midir? 

Bildiğini sanmaktayım: zira “İzmir’de denize dökme” tehdidi ve “kontrollü darbe” gibi köprüden önce son çıkış ya-tutarsası bu “bilgi”nin sonucu olsa gerek.

“Hayır çıkarsa” bir iç-savaşın hemen çıkmayacağını ama çıkarmanın fitilini yakacakların pusuda beklemelerini bilmenin “bu kadar basit” olduğunu da idrak etmiş midir acaba son “genel başkan”?

Ettiğini sanmaktayım... Fakat etmemişse eğer, 16 Nisan akşamı sonunda da edeceğini sanmam.

[email protected]