1864'ten 2024'e soykırımın değişmeyen anatomisi

Gökhan Bolat/ Yazar
21.05.2024

1864 yılında “soykırım” diye bir kavram yoktu. Ancak “olabilecek en kötü şey” olmuş, Çerkesler yok olmanın eşiğine getirilmişti. İçinde bulunduğumuz 2024 yılı itibariyle Gazze'de İsrail eliyle devam ettirilen bir başka soykırımın varlığı, tarihten bir şeyler öğrenilmediğini ortaya koydu.


1864'ten 2024'e soykırımın değişmeyen anatomisi

Gökhan Bolat/ Yazar

"Soykırım", 1948 yılında tanımlanan teknik ve hukuki bir kavram olsa da özellikle İsrail'in 6 Ekim 2023 tarihinden itibaren Gazze'de başlattığı katliam ve imha sürecinden sonra hemen herkesin aşina olduğu bir kavramdır. Yine çoğu insan kavramın teknik ve hukuki boyutu hakkında bilgi sahibi olmasa bile sezgisel olarak veya çeşitli ağlardan edindikleri bilgiler kadarıyla İsrail'in Filistinlilere karşı bir "soykırım" uyguladığı konusunda hemfikir görünmektedir. Güney Afrika'nın İsrail aleyhine Uluslararası Adalet Divanı'nda açtığı dava da bu görüşü desteklemektedir. Esasında kavramın ortalama zihinlerde çağrıştırdığı imge "olabilecek en kötü şey" olarak düşünülebilir. Gazze'de yaşananlar da "olabilecek en kötü şey"e büyük oranda tekabül etmektedir. Dolayısıyla olayın teknik ve hukuki boyutu çerçevesinde mahkemede verilecek kararı beklemeden İsrail otoriteleri bağımsız kamu vicdanı tarafından çoktan yargılanmış ve hüküm de verilmiş görünmektedir. Buna mukabil yine mahkemenin yargılamasını beklemeden başta ABD olmak üzere özellikle Batılı bazı siyasi otoriteler de bir soykırımın olmadığı konusunda ısrarcıdır. Bu itibarla soykırım kavramı hukuki olduğu kadar siyasallaşmış ve toplumsallaşmış bir kavramdır denilebilir. Bizim burada kavramı kullanımımız da hukuki değil siyasi ve toplumsal bir perspektifi yansıtmaktadır. Hukuki açıdan son sözü ilgili mahkeme söyleyecektir. Çıkacak sonucun ise kamuoyu vicdanında verilen kararı değiştirmeyeceği aşikârdır.

Soykırım kavramı kamuoyunun gündemine özellikle Gazze'de başlayan süreçten sonra gelse de Çerkesler ve başka birçok halk için yeni bir kavram değildir. Bu yazının kaleme alınma nedeni de kahir ekseriyeti Türkiye'de yaşayan Çerkes halkının 21 Mayıs 1864 tarihinde resmen sona eren ve aynı tarihle birlikte anılan "Çerkes Soykırımı"dır. 1864 yılında "soykırım" diye bir kavram yoktu. Ancak "olabilecek en kötü şey" olmuş, bir halk yok olmanın eşiğine gelmişti. Konunun tarihsel süreci, detayları ve istatistikleri gibi hususlar şüphesiz önemlidir. Ancak içinde bulunduğumuz 2024 yılı itibariyle Gazze'de İsrail eliyle devam ettirilen bir başka soykırımın varlığı, tarihten hiçbir şey öğrenilmediğini ortaya koydu. Bu noktada Alenen gözümüzün önünde Gazze'de gerçekleşen soykırım ile 1864 yılında nihayete eren soykırımın benzerliğine dikkat çekmek kanaatimizce daha faydalı olacaktır. Böylece aradan geçen 160 yıla rağmen temel noktaların neredeyse birbirinin aynı olduğunu görüp soykırımcıların sahip olduğu evrensel bir "soykırım felsefesi"nin varlığını keşfederek, bir yandan dün olanları daha iyi idrak ederken diğer yandan bugün olanları daha net bir çerçeveye yerleştirme imkânı ortaya çıkacaktır. Benzerliklerin tamamına temas etme imkanı olmadığından daha önemli görülen birkaç hususa dikkat çekilecektir.

İskân (işgal) politikası

Gerek 1864 Çerkes Soykırımı'nın gerek bugün Gazze'de yaşanan soykırımın önemli bir parçası "iskân" adı altında uygulanan yerinden etme politikasıdır. Bu politika ile kendi atayurdu olan topraklarda yaşayan insanlar zorla yerlerinden edilerek onların yerine dışarıdan getirilen yerleşimciler yerleştirilmekte böylece demografik dönüşüm sağlanmaktadır. Çarlık Rusya'sı Kafkasya'da ele geçirdiği topraklarda kendi açısından oldukça etkili bir iskân politikası uygulamış, tüm Kafkasya hattı boyunca, hem gerektiğinde asker hem de özellikle tarımla uğraşan sıradan yerleşimci (sivil) rolünü üstlenecek toplulukları belli aralıklarla yerleştirmiştir. İnşa ettiği yerleşim yerleri birer "kale" fonksiyonu icra etmiştir. Rusların bölgede kalıcı olma arzularını yansıtan bu yerleşim yerleri ayrıca Kafkasya'nın tamamen ele geçirilmesinde temel bir işlev görmüştür. Daha önce yeterli imkân ve kabiliyetlere sahip olmayan Rusya yeterli potansiyele ulaştığı, özellikle 19. Yüzyıl boyunca durmaksızın genişlemiş ve dünyanın en büyük kara devleti haline gelmiştir. Siyaset Bilimci Cafersoy'un tespiti ile Çar Büyük Petro'dan 1914'de kadar günlük yaklaşık 83 kilometrekare, dolayısıyla yıllık olarak da 80 bin kilometrekare alana yayılan bir devlet politikası karşımıza çıkmaktadır. Rusya'nın genişlemesi günümüzde de devam etmektedir...

Bugün de İsrail'in neredeyse kuruluşundan beri uyguladığı yöntemlerden biri iskân adı altındaki işgal politikasıdır. Öyle ki bu husus İsrail ve Filistin topraklarının değişimini gösteren haritalarla zaman zaman gündeme de gelmektedir. Öte yandan "yerleşim yeri açma" adı altında yumuşak bir işgale tabi tutulan yerlerde tıpkı Kafkasya'da olduğu gibi ciddi bir demografik dönüşüm gerçekleştirilmektedir.

Soykırımın dili: Biz iyiler ve öteki kötüler

Soykırımı yürüten otoritelerin birbirine benzeyen yönlerinden bir diğeri kullandığı dildir. Hedef haline getirilen topluluklar kullanılan dille bir "insandışılaştırma"ya tabi tutularak katliamlar meşrulaştırılmaktadırlar. Savaştıkları ve katlettikleri insanları insan dışı bir varlık olarak kategorize etmek, öldürürken duyulacak psikolojik rahatsızlığı bertaraf etmenin de ötesinde muhatabıyla uzlaşmayı imkânsız kılan aşılmaz bir duvar anlamına gelmektedir. Öyle ki kendi geleceğini ve varlığını muhatabının yok edilmesine endeksleyen bir şartlanmışlık hali söz konusudur. Öldürdükçe, sadece kendileri için değil insanlık adına da iyi ve faydalı bir iş yaptıklarına inanmaktadırlar.

Çarlık Rusya'sı 17. yüzyıldan itibaren Batı'da meydana gelen modernleşme hareketlerinden sonra farklı yöntemlerini keşfettiği kolonyalist politikalarını özellikle Kafkasya üzerinde uygulamıştır. Önceleri nispeten daha seviyeli ilişkiler içinde olduğu Kafkasya halklarını artık bir tür "aşağı varlıklar" olarak kodlamaya başlamış, onları ehlileştirilmesi gereken "barbar", "ilkel", "yağmacı" halklar olarak görmeye başlamışlardır. "Rus olmayan"ları, yani medeni olmayanları işaretleyen bu ifadeler aynı zamanda ileride somutlaşacak kapsamlı ve acımasız bir politikanın (bugünkü terimle soykırımın) da dile yansıyan temel kodları olmuştur. Zira bu halklar ehlileştirilmeli (boyunduruk altına alınarak imparatorluğa dâhil edilmeli), olmuyorsa yok edilmeli idi. Çarlık Rusya'sının komutan ve politikacıları savaşla ilgili üçüncü ülkelere sundukları "haklı" gerekçelerinde, söylemlerini bu tür bir oryantalist dil üzerinden kurgulayarak onlar (medeniyet) için de savaştıklarını iddia etmişlerdir.

Bugün Gazze'de karşılaştığımız tablo da aşağı yukarı aynıdır. Bilhassa İsrail başbakanı Netanyahu ve diğer yetkililer tarafından kullanılan dil benzer bir zihinsel altyapı ile üretilmekte ve kamuoyuyla paylaşılmaktadır. Bizzat Netanyahu tarafından sayısız defa deklare edilen, savaşın "insanlık ve barbarlık" arasında olduğu, "canavarlara karşı" insanlığı (medeniyeti) savunmak için savaştıkları vurgusu aynı psikolojik ve felsefi zeminden gelen, aynı amaca matuf ifadelerdir. Hem Rusya hem de İsrail söz konusu soykırım politikalarını yürütürken kurguladıkları dikotomiye dayalı oryantalist dil onların eylemlerini meşrulaştıran ve birçok mecrada satın alınan bir bakış açısını yansıtmaktadır. Bu yaklaşım özellikle ABD siyasetinde de etkin ve aktif olan Hristiyan apokaliptik (kıyamet) anlatılarını benimseyen radikal yapılanmalar ve Yahudi köktenciler tarafından özellikle desteklenmektedir.

Teolojik yaklaşımlar

Din, birçok fonksiyonu olan bireysel ve toplumsal olduğu kadar siyasal bir araç ve öznedir. Dinin siyasetle ilişkisi ise genellikle dinin siyasete egemen olduğu, siyasetin dine egemen olduğu ve her ikisinin ayrı olduğu şeklinde üç ana başlık altında formüle edilir. Siyasetin dine egemen olduğu formülde din daha ziyade bir "meşrulaştırma aracı"dır. Dinin siyasete egemen olduğu formül ise günümüz modern siyasi sistemlerde pek karşımıza çıkmasa da özellikle İsrail özelinde bu hususta önemli ipuçları sunmaktadır. Netayahu'nun ve bazı İsrailli yetkililerin demeçlerinde kamuoyunun da dikkatlerinden kaçmayacak şekilde aleni olarak tezahür etmektedir. Yukarıda kısaca değindiğimiz dil büyük oranda teolojik bir altyapıya sahiptir. Başbakan Netanyahu'nun bir konuşmasında Tevrat'ta İsrailoğullarının ebedi düşmanı olarak tanımlanan Amalek kavmine atıfta bulunması oldukça dikkat çekici olmuştur. Yahudi kutsal metinlerine göre Amalek kavminin ismi Rab Yehova tarafından yeryüzünden silinecektir. Buradan hareketle birçok kişi Netanyahu'nun bir "soykırım" niyeti taşıdığını iddia etmiştir. Nitekim gelinen nokta bu iddiaları haklı çıkarmaktadır.

Dini inançların ve iddiaların tıpkı bir coğrafya gibi ama coğrafyanın da sınırlarını aşan keskin bir sınır çizdiği, politik vizyonların buna göre belirlendiği tek coğrafya şüphesiz Ortadoğu değildir. Benzer durum Rusya tarihinde de karşımıza çıkmaktadır. Aynı şekilde din, Kafkasya'daki Rus kolonizasyonunda etkili bir enstrüman olarak da kullanılmıştır. Khodarskovsky'nin ifadesi ile Rusya'nın 16. yüzyılda bölgeye gelişinden itibaren, Kuzey Kafkasya dini bir sınır hattı haline gelmiş; din, kolonistleri kolonileştirilenlerden ayıran bir unsur olmuş ve Rus devletinin Hıristiyan kimliği kolonileştirme çabalarına içkin bir duruma gelmişti. Farklı inanç ve kültürler dini terim ile "kâfir" olarak kodlanan "öteki"nin en bariz kimlik göstergesi olarak algılanmış ve tanımlanmıştır. Çarlık Rusya'sı otoritelerinin, Çerkeslerle olan savaşları bittikten sonra onlara ya Hristiyan olup iç bölgelere yerleşmek ya da topraklarını terk etmek şeklindeki iki seçenekli tavizsiz teklifleri de bu vurgunun ne denli güçlü olduğunu teyit etmektedir.

Kısacası İsrail bugün daha ziyade dinin özne olduğu modern siyasetin ise işlevsizleştirildiği bir teopolitika ile soykırım uygularken, Rusya teopolitiğin tersyüz edilmiş şeklini, yani dinin istismar edildiği ve jeopolitiğin ön planda olduğu bir yöntemi benimsemiş ancak her ikisi de din ve siyaseti bir araya getirerek bunu görünür kılmıştır.

Sonuç

Bizim açımızdan bir halkın başına gelebilecek en kötü şeyler olduğu için hem Kafkasya'da olanlar, hem de bugün Gazze'de olanlar birer "soykırım"dır. Ancak bu olanların, birçok otoriteye göre kavramın hukuki tanımına da uyduğunu, yani hukuki açıdan da birer soykırım olduğunu belirtmemiz gerekir.

160 yıl önce Çarlık Rusya'sı tarafından Kuzey Kafkasya halklarına uygulanan soykırıma ve bugün Gazze'de devam etmekte olan soykırıma baktığımızda öldürmek ve yerleşim yerlerini yerle bir etmek dışında da birçok ortak nokta bulmak mümkündür. Buradan hareketle en başta belirttiğimiz gibi soykırım uygulayan aktör ve mekanizmaların bir "soykırım felsefesine" sahip oldukları söylenebilir. Soykırım gelişigüzel ve kızgınlıkla uygulanan bir katliam değildir. Düşünülmüş, tasarlanmış ve uzun yıllara yayılan niyetli bir eylemdir. Kuzey Kafkasya'da olan budur, Filistin'de olmakta olan da budur. Asıl problem, yalnızca hedeflerine odaklanmış, uluslararası kurum ve kuruluşları yok sayan bu aktör ve mekanizmaları durduracak bir karşı felsefenin istenen ve yeterli düzeyde olmayışıdır.