2. Gezi kendini Kabataş’ta aklıyor!

Nurhayat Kızılkan / Sosyolog
14.03.2015

Kabataş vakıasının köpürtülmesi başörtülü kadınlara yapılan sözlü şiddetin konuşulmasını tekrar engellemiş durumda, başörtülü kadınlar bunu konuşmaya çalışsa bile bu şiddeti yapanlar “git iktidara anlat, iktidar senin iktidarın” cevabını veriyorlar.


2. Gezi kendini Kabataş’ta aklıyor!
Gezi, çevrecilerin, anarşistlerin, sosyalistlerin, başlattığı bir eylem olarak göründü ama 2 Haziran’dan itibaren çalındı ve kapanın elinde kaldı. Dolayısıyla şu anda “Gezi” diye bahsedilen şey artık naif, mutedil, dialoga açık bireylerin bileşiminden oluşan 1. Gezi değil, kimlik siyasetleri tarafından güdülenmiş kitleler tarafından ele geçirilerek, modern bir iktidar mücadelesine konu olmuş şeydir. Dolayısıyla, Gezi hakkında söylenen her sözü “gerçek Geziciler” üzerlerine alınmamalılar.
 
Bu yazıda esas mevzu başörtülü kadınların başörtüsünden dolayı uğradıkları sözlü şiddet ve tacizlerin kadına yönelik şiddetin bir parçası olarak neden bir türlü konuşulamaması... Bunu, bu yazıda da konuşamayacağım, çünkü çok uzun dönemli bir susturulmuşluktan muzdarip bir toplumsal yapı var. Seçme ve seçilme hakkı yalanından başlayalım. Kadına seçme ve seçilme hakkı Cumhuriyet kurulduktan sonra “verildi”, ifadesi aslında pek de doğruyu yansıtmıyordu, birçok resmi bilgi gibi bu da bir ezberdi işte. Ülke yetişkin kadınlarının yüzde 65’i örtülüydü, seçimlerde seçebiliyor ama seçilemiyorlar(dı). Ama bunu ifade edebilmek ancak son yıllarda mümkün oldu. Çünkü susturuluyoruz... Şu sıralar Kabataş üzerinden sosyal medyada “seçim yaklaşıyor, size mağduriyet lazım” diye dalga geçilen dindar kadınlar siyasal haklarından mahrumdular, başörtüleri ile seçilme şansına daha geçen sene kavuştular. Örtülü bir genç kız, örtüsü ile siyaset yapamayacağını düşünerek böyle bir hayal dahi kuramıyordu, halen daha belli mesleklerde çalışmaları engelleniyor. Buradaki mağduriyeti göremeyen birisine kişisel gelişim kitaplarındaki hangi empati bölümü yardım edebilir ki?
 
Gerçeğe yalan deme keyfi
 
Bütün bu susturulmuşluğa günümüzde bir de Gezi eklendi. Meseleyi Gezi’den, hatta Kabataş’tan çıkarıp, konuşamıyoruz. Kadınların, uğradıkları bu şiddet sürekli bir şekilde hafife alınıyor ve susturuluyor bu ülkede. Cinsel tacizlerdeki “sus, rezil olan sen olursun” baskısını bu şiddet türü için de çalıştırıyorlar. Demek ki, kadınlar böyle böyle susturuluyormuş. Kabataş’ın köpürtülmesi başörtülü kadınlara yapılan bu şiddetin konuşulmasını tekrar engellemiş durumda, kadınlar konuşmaya çalışsa bile bu şiddeti yapanlar “git iktidara anlat, iktidar senin iktidarın” cevabını veriyorlar.  
 
Bu vesileyle bir sosyolog olarak buradan haber veriyorum: kimseye “yalancı” da demiyorum, bilmiyor olabilirler, ama bilginiz olsun ki Gezi dönemi boyunca, bir mekân olarak Gezi parkı haricinde, tüm Türkiye’de başörtülü kadınlara karşı yaygın ve kitlesel bir şekilde hakaret,  yuhalanmalar ve sözlü şiddet olmuştur, arabası olanlar bile bu saldırılardan korunamamış,  arabaları tekmelenmiş, sallanmış, bazen bu kadınların çocukları da bu şiddete şahit olmuştur. Bu tür olayları 2. Gezi sürecinde tüm Türkiye’den gelen haberler olarak hem kendi kulaklarımla işittim, hem e-mail olarak okudum, hem de bizzat kendim gördüm. Bu vesileyle tüm konuyla ilgilenenlere hodri meydan diyorum, herkes kendi çevresindeki başörtülü kadınlara sorup bizzat kendisi küçük çaplı bir toplumsal araştırma yapabilir, yani bu benim ulaştığım çevrelerle ilgili bir analiz değildir. Bu toplumsal gerçeklikten o kadar eminim ki, sosyal medyada sırf anti-AK Parti tutumlarını sürdürebilmek için buna “yalan” diyenlerin artık doktora gitmesi gerektiğini düşünmeye başladım! 
 
Kabataş’a saplanmak
 
Bu gerçeği bilmiyor olmak ayrı bir durum ancak kasıtlı olarakbir propaganda yapmak ayrı bir tutum. Gezi’den beri iki yıldır bu fikri yaymaya çalışan, bu şiddeti yok sayan, söyleyeni susturan,  “yalancı” diyenler var. Bu kişilerin kazanmak-kaybetmek ikilisi üzerinden dünyaya bakarak gerçekle ilişkisi tahrif olmuş hallerini izlemek gerçekten üzücü. 
 
Gerçeği merak edenler için devam edeyim: Bir mekân olarak Gezi Parkı içinde bu sözlü şiddetin olmadığı doğrudur. Örneğin anti- kapitalist başörtülü kadınlar parkta memnuniyetle karşılandılar. Diğer illerdeki Gezi eylemlerinde ise örneğin Ankara’da Kuğulu Park’takilerin hiç de Gezi Parkı atmosferine sahip olmadığını biliyoruz. Gezi sürecinde tüm ülke genelinde ulusalcı gruplar tarafından yaygınlaştırılan eylemlerde başörtülü kadınlar nefret dolu davranışlara ve sözlü şiddete maruz kaldılar ve kurtulmak için muhitlerinden taşınıp parka yerleşecek halleri yoktu! İki yıl sonra bugün, sosyal medyada Kabataş olayının köpürtülerek gerçek ve olduğu kesin olan şeylerin üzerinin örtülmesi halen sürüyor. Bütün bu tacizlerden olmamış gibi davranılması, kadınların susturulması, bu şiddetin üzerinin örtülmesindeki maharet ilginç. Konuyu açan herkesin, “Siz önce şu şu konularda şunu deyin, sonra dersiniz o sözünüzü” şeklindeki faşistçe bir baskıya maruz kalması da cabası.  Biz kadınlara yönelik bu şiddeti diğer her türlü meseleden bağımsız bir başlık altında tartışamayacak mıyız? Odak noktası niye Kabataş ve onun dışına çıkmamıza izin verilmiyor? Bu aşağılamaları telin eden bir çift laf da etmiyorlar, bütün konuşmaların odağı Kabataş’a çekiliyor veya Gezi’de ölenlere getiriliyor. Sonunda kulaklarda kalan iki kelime oluyor: “yalancı” ve katil”...Bu bir taktik... İki yıl önce bu taktiğin ayırdında değildik. Ama artık dürüstlük arıyoruz, samimiyet arıyoruz. 
 
Bu şiddetin bence tâ başından beri ayan edilmesi gerekiyordu, ama yazan-çizen biri olarak bunu yazmayayım veya konuşmayayım diye o gergin Gezi ortamında “barışa hizmet etmez, kutuplaşmayı arttırır” diye bunu söylememi bizzat dindar kadınlar önledi. O dönem çıktığım bir TV programında bu şiddetten bahsedebilirdim, ama bahsetmedim,ha keza 2013 Haziran’ında büyük bir kadın toplantısında ulusalcı kadın hareketine mensup yüzlerce kadının farklı kadın olma hallerine karşı kalemlerini kül tablalarına vurarak onların seslerini susturma yönündeki baskılarını da hiçbir yerde yazmadım. 
 
Linç tehlikesine rağmen 
 
Olumsuz haberleri paylaşarak, bunu yapanları sevindirmemeli şiarı ile bu gibi haberleri paylaşmadık. Özellikle başörtülüleri taciz haberleri yayılmamalı, bulaşıcı etki yaratır dedik ve çoğaltarak bunu yapanlara hizmet etmek istemedik. Bu haberler ile Ülkücüsü, İslamcısı sokağa dökülebilirdi. Kadınlar, kendileri yerine dindar erkeklerin başörtüsünü savunmasını da istemediler. Çünkü konuşulması gereken esaslar gene konuşulmayacaktı.
Haberdar olduğum Gezi’ye katılan genç Müslüman kadınların katılım nedeni gerçekten AK Parti’nin şehircilik politikalarını eleştirmek içindi. Linç tehlikesine rağmen, hem şahitlik hem de kendini ifade etme anlamında Gezi’ye gittiler. Ama bir mekân olarak Gezi parkı haricindeki diğer Gezi eylemlerinde pek de hüsn-ü kabulle karşılanmadılar. Bilakis hakaret edildiler, bazıları neredeyse linç ediliyordu. 
 
Ama yine de gitmeye devam ettiler, çünkü gitmezlerse Gezi’yi çaldıracaklarını, eylemlere kim devam giderse onun orayı domine ettiğini düşünüyorlardı. Bu vesile ile fikirlerini söylemek istediler,”O faşistlere” meydanı bırakmak,evlerine çekilmek istemediler, Gezinin “çalınmasını” kötüye gidişi durdurabiliriz diye düşündüler. Orada kimliğinden ziyade birey olarak “dokundukları” kişileri değiştirebileceklerine inanıyorlardı. Ama kitleler halinde gelen diğer gruplar bu gibi sesleri de boğmuş oldu. 
 
Karşı iktidardan baskı
 
Sokaktaki öfkeli Gezici, başörtülü kadını görünce bunun ideolojisi ne, kim bu insan diye bakmadı, gördüğü ilk başörtülüden hırsını çıkarmaya çalıştı. Elbette ki bu kabul edilemez bir faşizm ama bunu görmemek, üstünü örtmek de faşizm. Çünkü, Türkiye’de Solculukla iç içe Kemalist ideoloji eyleme katılan bu başörtülü kadınlara yapılan bu şiddetin dillendirilmesini de susturmaya çalıştı, “sus, burada eylem yapıyoruz, iktidarın işine gelir” diye üzerlerinde bir baskı kurdu ve kendi karşı-iktidarını bu kadınlar üzerinde uyguladı. Kabataş’ı iktidar kullanıyor diye kadınlara yapılan bu tacizleri görmemek de karşı iktidarın baskısı olmuş oldu. 
 
Ben şahsen başörtülü kadınların bu sözlü şiddet üzerinde kamu önünde daha çok konuşmalarını beklerdim. Ama bunu “konuş” baskısı ile yapmak istemem çünkü bence en önemli özgürlüklerden biri susma özgürlüğüdür. Çünkü “konuş” baskısının hasını Gezi’de tüm “ünlülere” uyguladılar, ibret aldık ve bence faşizmin dik alasıydı.
 
Sonuç olarak Gezi eylemleri ile yolu kesişmiş başörtülü kadınların Kabataş’a inanması çok normal, çünkü onlar için en gerçek şey kendilerine yapılan bu sözlü şiddet ve tacizler. Bu yüzden Kabataş’ın gerçek olma ihtimali insanlara hiç uzak gelmedi. Kadınlar, Kabataş’ın küçümsenmesinin, dalga geçilmesinin, bu şiddet türünün görmezden gelinmesi olduğunun farkındadırlar. Diğer kadına yönelik şiddetlerin farkında oldukları gibi.