20. yüzyıl parantezini kapatmak

Adnan Boynukara / AK Parti Adıyaman Milletvekili
22.04.2017

Hem devlet, hem de adı ne olursa olsun, irili ufaklı birçok örgüt, yapılanma, oluşum, grup veya ‘cemaat’, varlıklarını hala 20. yüzyılın yarım kalmış heveslerinden ve döngülerinden almaktadır. Dolayısıyla Türkiye, kendi 20. yüzyılını kapatmadığı sürece, devletin bu politik tutumu ve örgütler/yapılar şu veya bu şekilde pozisyonlarını korumayı sürdürecekler.


20. yüzyıl parantezini kapatmak

Türkiye, son iki yüzyılın önemli ve kritik referandum sürecini yaşadı. Detaylardaki kısır ve güncel tartışmalar bir tarafa bırakıldığında, bundan böyle milletin iradesi, devletin yapısını biçimlendirecektir. Bu süreçten sonra gereken; ardılı 21. yüzyıla girmiş olmamıza rağmen devam eden 20. yüzyıl parantezini kapatmaktır. Bunun, her şeyden önce zihinsel bir inkişaf olduğu hatırda tutulmalıdır. Ülkemizin yaşadığı değişim seyri analiz edildiğinde, her türlü örgütlenmenin ortaya çıkmasının, gelişmesinin ve akıbetinin devletin takip ettiği politikalara göre şekillendiği görülür. Burada ikili bir durum var. Hem devlet, hem de adı ne olursa olsun, irili ufaklı birçok örgüt, yapılanma, oluşum, grup veya ‘cemaat’, varlıklarını hala 20. yüzyılın çoğunlukla yarım kalmış heveslerinden ve döngülerinden almaktadır. Dolayısıyla Türkiye, kendi 20. yüzyılını kapatmadığı sürece, devletin bu politik tutumu ve örgütler/yapılar şu veya bu şekilde pozisyonlarını korumayı sürdürecekler.

Türkiye’nin önceliği, I. Dünya Harbi öncesinde başlayan ve sonrasında devam eden büyük dağılmayı durdurmak ve yeniden toparlanma sürecini tamamlamaktır. Yani; dağılan ‘aile fertlerini’ tekrar büyük konağa dâhil etmektir. Devlet; tam anlamıyla, tereddüde yer vermeden, konjontürel ihtiyaçlar için değil, tamamen sahici, samimi ve kalıcı bir yaklaşımla Anadolu, Mezopotamya, Kafkasya, Balkanlar ve Afrika halklarının devleti olmalıdır. Yani devlet anlayışının formatlanması ve yeniden biçimlendirilmesi! Din, tarih, çağdaş değerler, ekonomik gereklilikler, güvenlik zorunlulukları vb birçok faktörle beslenecek olan yeni siyasi/ideolojik çerçeve, devletin idari/siyasi yapısına da yedirilerek, içselleştirilmelidir. Çünkü yaşadığımız birçok sorunun kalıcı çözümü, ancak devletteki bu tür bir dönüşümle mümkün olabilir. Devlet, bu dönüşümü layıkıyla yapamadığı müddetçe, bugün var olan, yasadışı, yabancı istihbarat örgütlerinin kullandığı, toplumun aleyhine çalışan ve terörle bağlantılı örgütler, yapılar veya çevreler biter ama yenileri ortaya çıkar. Bütün görkemiyle göz önünde gerçekleşen köklü dönüşümün anlık bir dönüşüm olmadığı açıktır. Zamana yaymak ve dış etkenlerin tepkilerini izlemek gerekebilir. Ancak asıl olan, bu perspektifin ortaya çıkmasıdır. Şu an ortada olan aktörlerin varlığı, ancak ve sadece bu dönüşüme hizmet ettirme maksadıyla katlanılabilir olmalıdır. Aksi halde devletin konjonktürel davranması, farklı unsurların aparatı, taşeronu, şantaj unsuru olarak araçsallaşmış örgüt ve oluşumlarla ilişki kurması, ülke enerjisini heba etmekten başka bir anlam taşımayacaktır. Bundan kurtulmanın yolu, devletin, toplumun tüm kesimlerini içine alacak bir formatla yeniden inşasıdır. Bu nedenle, Batı’nın İslam’ı ve Müslümanları önce sorun olarak görüp, sonra nasıl bir ilişki kuracağını bilememesi, yer yer kin ve nefretle yaklaşıp, yer yer ise işbirlikçi ararken kullanması gibi, Türkiye’nin de tüm toplumsal kesimlerle ilişkisini Batı’yı taklit ederek kurma alışkanlığından vazgeçmesi zorunludur. Kendisini değiştirmeyip, sürekli muhatabını suçlayan, onun değişmesini bekleyen, değişmeyince önyargılarını devreye sokan, kin ve husumet veya mutlak itaat arasında gidip gelen bir ilişkiye kendini mahkûm etmiş politikalar terk edilmelidir. Güven, aidiyet ve sadakat içeren algı ve anlamlar devlet zihninde yer bulmalıdır. Bu olmadan, meselelerin çözümü ertelenir ve sorunlar katlanarak artar.

Devleti tanımlama çabası

Bir öncelik sıralaması yapmalı. Öyle görülüyor ki, devletin ısrarla kendisini ve milleti tarif etme, tanımlama çabasının terk edilmesi önemli bir değişim olacaktır. İster ulus devlet, isterse imparatorluk formunda olsun, varlık mücadelesi verdiğimiz bu bölgede hiçbir devlet, toplumsal yapıdaki çeşitlilik nedeniyle, etnisite, din ve mezhep temelinde isimlendirilmemelidir. Bu, devletin anlamını daraltan bir işlev görür ve yaşam süresi kısalır. Dağılmış aileyi toplayacak olan bir devlet, milletinin varlık ve beka sigortası olarak yüzlerce yıl daha ömrünü sürdürebilir. Selçuklu-Osmanlı geleneği bunun ispatıdır. Dolayısıyla yapılacak olan; aklen, siyaseten, dinen, ilmen ve vicdanen de doğru olanı seçmek ve büyük bir cesaretle içinde bulunulan sorunlar yumağını çözmektir. Yani; gerçekten bu toprakların ve devletin de mayasında olan, vatandaşını kucaklayan, sahip çıkan ve hepsine eşit mesafede duran doğal, normal, sahici ihataya geri dönmek.

İkinci olarak; devletin millet tarafından temellükü, yani kelimenin tam anlamıyla, etnisite, din ve mezhep kimliğini sivil alana, hayatın akışına bırakmasıdır. Devlet, tüm toplumsal kesimlerin ve inançların kendisine yer bulduğu bir anlayışa dönüşmelidir. Çünkü farklı toplumsal kesimleri düşmanlaştırıp sonrada “nasıl yöneteceğiz” diye düşünmek doğru bir yol değildir. Bunun için devletin tüm vatandaşlar gibi düşünüp davranmayı denemesi gerekir. Şimdi, etrafımızda ve dünyada hemen hepsi, Batılı burjuvazinin imparatorlukları parçalarken icat ettiği, sahici olmayan etnik isimlere sahip bir sürü devlet varken, Türkiye yeniden imparatorluk dönemine ilişkin kodlarına dönmeli ve bütün milleti, farklılıklarıyla içine alacak o manevi mayasıyla kendini tekrar formatlamalıdır. Aksi durumda, hem her tür milliyetçiliğe yetecek kadar malzeme bulmakta sorun yaşarız, hem de günü kurtarmaya çalışan devletlerden biri olarak ömrümüzü tüketmeye devam ederiz.

Türkiye, yaşadığı referandum sürecinden sonra, yeni bir tercihin eşiğinde duruyor. Hem vatandaşlarına, hem şu an sınırları dâhilinde yaşayan milyonlarca sığınmacıya, hem de diğer ülke halklarına yaşanılır, tercih edilir, huzurlu bir ülke olup olmayacağına karar vermelidir. Unutulmamalıdır ki; bu ülkenin büyüklüğü, derinliği ve sinerjisiyle bir süreğen barış/selam yurdu sağlayabilecek kapasite ve kalitede tarihsel ve manevi değerlere dayalı muhteşem bir mayası var. Buna sırt çevirip mevcudu koruma ısrarı doğru değil. Soru şu; halkı “seküler, olmadı dinci”, “Batıcılık, olmadı muhafazakarlık” diliyle bu anormal düzene razı etmeye mi çalışacağız, yoksa toplumsal tarafların tümünü ortak bir ülkü ve aidiyet çatısı altında toplayıp güçlü bir geleceğe yelken mi açacağız? Eğer ikincisi tercih edilecekse, PKK, FETÖ ve diğer yapılanmaların tümü 20. yüzyılın kamburu olarak tasfiye edilmeli ve millet tamamen serbest kılınmalıdır. Türkiye, kim ne derse desin, en kritik hamlede dönüşümün devamından yana irade beyan etti. Doğu ve Güneydoğu son yılların en anlamlı siyasi hamlesi olarak tarihe geçecek şekilde kurucu iradenin yanında yer aldı. Görev ve sorumluluk kurucu iradede! Kurucu irade; tarihin, aklın, geleneğin, siyasi kazanımların ivmesiyle, kendinden beklenenden daha fazlasını vermeli ve kapsamlı bir iç muhasebe yaparak, kararlılıkla yoluna devam etmelidir.

[email protected]