2012’nin siyasi bakiyesi

Dr. HATEM ETE / SETA Siyaset Araştırmaları Direktörü
29.12.2012

Yeni Türkiye’yi inşa süreci, vesayeti tasfiye etmekten çok daha zor dinamiklerle yüzleşmeyi gerektiriyor. En büyük zorluk, vesayeti geriletme hedefinin tekilliğine karşın, ‘yeni Türkiye’yi inşa’ misyonunun çoğul ihtimallere açık olmasıdır.


2012’nin siyasi bakiyesi

2012 boyunca sürdürülen tartışmalar, inşa sürecinin demokratik niteliğiyle ilgili olmaktan öte, tasfiye hedefinde ortaklık kuran farklı toplumsal-siyasal kesimlerin inşa sürecine yönelik farklı siyasal projeleri dolayısıyla ayrışmalarıyla ilişkilidir. Bu da, siyasal normalleşmenin ve hegemonya mücadelesinin doğal ve sağlıklı bir sonucudur.

2012 yılındaki siyasal tartışmalara hızlı bir bakış, yıl boyunca üzerinde en fazla konuşulan-tartışılan konunun, Türkiye’nin demokratikleşme süreci ve AK Parti’nin bu sürece yönelik performansı olduğunu ortaya koyacaktır. 2012 yılının ana siyasal gündeminin yeni Türkiye’yi inşa süreci olmasını belirleyen asıl dinamik, vesayet sisteminin siyasal denklem üzerindeki belirleyiciliğini yitirmesini sembolize eden 12 Eylül 2010 referandumu ve vesayetten arındırılmış-demokratik bir siyasal sistem inşa etme iradesinin toplumdan vize almasını sembolize eden 12 Haziran 2011 seçimleri olmuştu. Bu iki kritik eşik, Yeni Türkiye’yi inşa sürecinin, Türkiye’nin son on yılının ana gündemini teşkil eden vesayet sistemini tasfiye etme sürecinin yerini almasına yol açmıştı.

İnşa sürecinde ayrışma

Yeni Türkiye’yi inşa süreci, vesayeti tasfiye etme sürecinden çok daha zor dinamiklerle yüzleşmeyi gerektiriyor. En büyük zorluk, vesayeti geriletme hedefinin tekilliğine karşın, ‘yeni Türkiye’yi inşa’ misyonunun çoğul ihtimallere açık olmasıdır. Bu da, inşa sürecinin kimin önceliklerine göre, hangi araçlarla ve nasıl bir zamanlamayla hayata geçirileceğine dair görüş ayrılıklarının ve hegemonya mücadelesinin ortaya çıkmasına yol açmaktadır.

2012 yılı, bu görüş ayrılıklarının ortaya çıktığı bir yıl oldu. Geride kalan on yıl boyunca, vesayet sisteminden -birbirinden farklı gerekçelerle- rahatsız olan birçok kesim, AK Parti öncülüğünde bir araya gelmişti. Ancak, 12 Eylül (2010) ve 12 Haziran (2011) eşikleriyle, ortaklığı mümkün kılan vesayetle mücadele süreci, yerini yeni Türkiye’yi inşa sürecine bırakınca, AK Parti öncülüğünde bir arada duran farklı toplumsal kesimler, inşaya yönelik taşıdıkları farklı perspektifler dolayısıyla, ayrışmaya başladılar. Bu ayrışma dolayısıyla, 2012 yılı boyunca, AK Parti’nin inşa sürecindeki performansı üzerinden yoğun bir tartışma yaşandı.

Bölgesinde müdahil Türkiye

AK Parti’nin öngördüğü inşa sürecinin en özet fotoğrafı, 30 Eylül’de gerçekleşen 4. Olağan Kongre’de bulunabilir. Başbakan’ın Kongre konuşması, Kongre’de dağıtılan 2023 vizyon belgesi ve Kongre’ye davet edilen yabancı liderlerin kimliği ve konuşmaları, AK Parti’nin nasıl bir inşa süreci öngördüğüne yönelik önemli ipuçları ortaya koydu. Kongre’de öne çıkan bu parametrelerden yola çıkarak, AK Parti’nin, tarihsel ve dinsel geçmişiyle barışık, demokratik bir siyasal vizyona sahip ve bölgedeki gelişmelere müdahil bir Türkiye inşa etme tahayyülüne sahip olduğu söylenebilir.

Dolayısıyla, madalyonun bir yüzü, demokratikleşme sürecinin derinleşerek sürdüğüne ilişkindir. Bir taraftan, 2012’de vesayetle mücadele hız kesmeden sürdü ve vesayet düzeninin geçmiş uygulamaları mercek altına alınarak kapsamlı bir yüzleşme ve hesaplaşma süreci yaşandı. Darbeye teşebbüs suçlamasıyla açılan davalarda sona gelinmesi, darbe fiilleriyle ilgili yargılamaların genişleyerek sürmesi, darbe uygulamalarından mağdur olan kişilerle ilgili iade-i itibar, sicil affı, vb. önerilerin tartışılmaya başlanması, TBMM bünyesinde darbe ve muhtıraları araştırma komisyonunun kurulması ve yazılan raporun kamuoyuyla paylaşılması bu sürece örnek olarak verilebilir. Öte taraftan, demokratik siyaseti kurumsallaştırmaya yönelik reform süreci, Yeni Anayasa yazım süreci, 3. ve 4. Yargı paketlerinin hazırlanması, AK Parti Kongresi’nde 63 maddelik bir siyasi reform paketinin kamuoyuyla paylaşılması, vb. reformlarla devam ediyor.

AK Parti’ye yönelik eleştiriler

Madalyonun diğer yüzü, AK Parti’nin inşa sürecindeki performansına yönelik eleştirilerle ilgilidir. 2012 yılı içinde, AK Parti’nin inşa sürecindeki performansına yönelik eleştirileri üç genel başlık altında toplamak mümkün.

En yaygın eleştiri, AK Parti’nin vesayetçi aktörleri zayıflattıktan sonra reformcu siyasetten vazgeçtiği, sistem içinde varlığını sürdüren kimi aktörlerle anlaşma yoluna gittiği, hatta kendisini yeni bir vesayet odağı olarak konumlandırdığıdır. Bu eleştirilerin en somut ve güçlü tezahürü, Uludere olayı oldu. AK Parti, hem kazaya maruz kalan kesimlerle dayanışma zaafı gösterdiği, hem de olayın gerçek boyutuyla anlaşılması ve faillerin yargı karşısına çıkarılması konusunda isteksiz davrandığı gerekçeleriyle suçlandı.

2012 yılı boyunca, AK Parti’ye yöneltilen ikinci eleştiri, reform sürecinin hızıyla ilişkili oldu. AK Parti, yeni Anayasa sürecine beklendiği ölçüde asılmadığı, Kürt meselesi başta olmak üzere bastırılan siyasal kimliklerin taleplerini karşılamadığı, siyasal sistemin vesayetçi etkilerden arındırılmasına yönelik kapsamlı-sistematik bir reform paketini gündemine almadığı gerekçeleriyle eleştirilerin hedefi oldu.

AK Parti’ye yöneltilen üçüncü eleştiri, inşa sürecinin yönüyle ilişkili oldu. AK Parti, dindar nesil yetiştirme niyeti, İmam Hatip Liseleri’nin önündeki engelleri kaldırması, okullarda Kur’an-ı Kerim ve Siyer derslerinin seçmeli ders olarak okutulmasını sağlaması, Çamlıca’ya cami projesi vb. başlıklar üzerinden muhafazakâr değerleri tahkim etmeye yönelik bir inşa projesine sahip olmakla suçlandı. AK Parti’nin Arap Baharı sonrasında iktidara gelen ‘İslamcı’ siyasi kadrolarla sürdürdüğü işbirliği de bu başlık altında değerlendirildi.

İnşa sürecinin bağlamı

AK Parti’nin inşa sürecindeki performansını daha doğru değerlendirmek ve AK Parti’ye yöneltilen eleştirileri daha makul bir bağlama oturtmak için, tarafların söylem ve politikaları üzerinde etkili olan bazı parametrelerin netleştirilmesinde yarar var. Böylesi bir çaba, AK Parti ekseninde sürdürülen tartışmaların ‘demokratlık’ sorgulamasına dönüşmesini engelleyerek, sağlıklı bir zeminde yürütülmesini sağlayacaktır.

Vesayet sistemiyle mücadele sürecinde olduğu gibi inşa süreci de, koşul bağımlı bir süreçtir. Sürecin koşul bağımlı olması, siyasal faaliyetin somut bir zemin üzerinden yürütülmesiyle ilişkilidir. Dolayısıyla, inşa süreci ile ilgili yapılacak değerlendirmelerin, AK Parti’nin siyasal performansı üzerinde etkili olan somut-siyasi koşulları gözönünde bulundurması gerekir. Bu çerçevede, 2015 yılına kadar Türkiye’nin üç seçimlik bir maratona girecek olması, AK Parti’nin 10 yıllık yönetici kadrosunun önemli bir kısmının parlamenter siyasete ara verecek olması, toplumsal kesimlerin ve siyasi aktörlerin kronik siyasal sorunları çözmek için gereken mutabakattan uzak oluşu, sahici ve güçlü bir siyasi muhalefetin yokluğu ve bölge halklarının yeni bir siyasal sürece doğum evresinde olması, vb. faktörlerin hesaba katılması gerekir.

Bu dinamikler, AK Parti’nin inşa performansı üzerinde etkili olmakta ve radikal bir inşa programını hayata geçirmek yerine, siyasal maliyet üretmeyecek kısmi ve parçalı bir reform sürecini tercih etmesine yol açmaktadır. AK Parti’nin inşa performansına yönelik eleştirilerin, bu dinamiklerin belirleyiciliğini göz önünde bulundurarak, AK Parti’nin amacını-niyetini sorgulamak yerine, inşa siyasetinin sürecine-araçlarına yönelmesi, daha sağlıklı bir tartışmanın yaşanmasını sağlayacaktır.

Eleştirilerin kaynağı

AK Parti’nin inşa performansına yönelik eleştirilerin doğru bir zeminde sürdürülmesi için göz önünde bulundurulması gereken bir diğer nokta, eleştirilerin belli bir siyasi perspektifin içinden yapıldığıdır. Tasfiye ortak paydasında birlikte hareket eden siyasal-toplumsal kesimler, sahip oldukları farklı perspektifler dolayısıyla, inşa sürecinde farklılaşmış durumdadırlar. Tasfiye sürecindeki ittifakın inşa sürecinde zayıflamış olması, tek başına, inşa sürecinin sürmesine veya inşa sürecinin demokratik niteliğine zaaf teşkil etmez. İnşa sürecinin demokratik niteliğini belirleyecek şey, ittifak kurulacak kesimlerin kimliği değil, inşa edilecek sistemin dayanacağı ilkelerdir. AK Parti, hangi kesimlerle inşa sürecini yürüttüğü üzerinden değil hangi ilkeler ekseninde hareket ettiği üzerinden sorgulanmalı, sınanmalıdır.

Aynı şekilde, inşa sürecinin takvimi de kurulacak siyasal sistemin demokratik doğasıyla doğrudan ilişkili değildir. İnşa sürecinin sorumluluğunu üstlenen siyasal kadrolar, doğal olarak, siyasal konjonktürü, seçim tarihini, toplumun sağduyusunu, vs. gözeterek inşa sürecini hayata geçirmenin gerektireceği siyasal güçten mahrum kalmayacakları bir takvimi işleteceklerdir. Burada da önemsenmesi gereken inşa sürecinin takvimi değil, inşa hedefine bağlılık olmalıdır. AK Parti, inşa hedefine bağlılığını yitirmediği ölçüde, inşa sürecinin takvimini kendi öncelikleri ve objektif koşullar çerçevesinde belirlemekte özgürdür.

Son olarak, inşa sürecinin yönelimine ilişkin muhafazakârlık eleştirisi de kurulacak siyasal sistemin demokratik doğasıyla ilişkili değildir. Asıl sorgulanması gereken, AK Parti’nin muhafazakar yönelimleri değil, demokratik bir siyasal sistem adına vesayetle mücadele eden kesimlerin, vesayetin kendisini meşrulaştırdığı bir zihinsel çerçeve içerisinden konuşarak dini görünürlük karşısında aydınlanmacı bir teyakkuza geçmeleridir. AK Parti’nin muhafazakârlıkla nitelendirilen inşa projesi, demokratik mahzur içermek bir yana, muhafazakâr toplumsal çoğunluğun siyasal sisteme eşit katılımını, siyasal sisteme güvenini sağladığı ve yıllarca batıcı bir ulus inşası adına mahrum bırakıldığı haklarına kavuşmasını hedeflediği ölçüde, demokratik bir siyasal sistemin inşasına hizmet etmektedir.

Dolayısıyla, 2012 yılı boyunca, inşa sürecinin muhtemel parametrelerine yönelik sürdürülen tartışmalar, inşa sürecinin demokratik niteliğiyle ilgili olmaktan öte, tasfiye hedefinde ortaklık kuran farklı toplumsal-siyasal kesimlerin inşa sürecine yönelik farklı siyasal projeleri dolayısıyla ayrışmalarıyla ilişkilidir. Bu da, siyasal normalleşmenin ve hegemonya mücadelesinin doğal ve sağlıklı bir sonucudur.

İnşa sürecindeki esas risk

Ancak, AK Parti’nin performansının ve bu performansa yönelik eleştirilerin inşa sürecinin ‘demokratik’ akibeti üzerinde hayati bir etkiye sahip olmaması, inşa sürecinin hiçbir riskle karşı karşıya olmadığı anlamına gelmemektedir. En ciddi risk, AK Parti’nin söylem ve politikalarıyla, toplumsal taleplere duyarlı-sahici siyasetten uzaklaşması ve toplumsal vicdanı zedeleme riskidir.

Uludere olayı sonrasında AK Parti’nin vicdanları mutmain kılan bir siyasal performans sergileyememesi, milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırmaya yönelik teşebbüsler, eylem ve gösterilerin kolaylıkla bir asayiş unsuru olarak değerlendirilerek sert bir şekilde bastırılması, kimi önemli konulara ilişkin söylem ve politikaların ciddi bir ön hazırlıktan geçirilmeden kamuoyuna duyurulması/gündeme alınması ve sert siyasal söylemlere başvurulması, çoğunluğu AK Parti’nin inşa iradesinin arkasında kenetlenmiş bazı toplumsal kesimlerde rahatsızlıklara yol açmaktadır.

Sonuç olarak, AK Parti, yaptığı siyasal muhasebeler neticesinde, inşa sürecinin takvimini, önceliklerini ve yönünü tayin etme hakkına sahiptir. Buna yönelik eleştiriler, inşa sürecinin demokratik niteliğine ilişkin olmayıp, farklı siyasal tahayyüllerin bir dışavurumudur. Ancak AK Parti, bu haklı inisiyatifin barındırdığı potansiyel risklerin farkında olarak, toplumsal vicdanı rahatsız edecek, toplumun güven duygusunu zedeleyecek ve toplumda siyasal alanın daraldığı kaygısını depreştirecek söylem ve politikalardan uzak durmalıdır.

[email protected]