2014: Yüz yıl sonra, savaş devam ediyor

0
11.01.2014

2014... Bizim için bitmeyen savaşın, 1914’te başlayan I. Dünya Savaşı’nın yüzüncü yılı. Yeniden ayağa kalkabilmemiz için herkes kendisini gözden geçirip, örtülü sömürge çağının sahte kimliklerini çöpe atmalı ve safını artık I. Dünya Savaşı’ndaki taraflara göre seçmeli.


2014: Yüz yıl sonra, savaş devam ediyor

Ahmet Özcan / Yazar

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım!
M.Akif Ersoy


Çocukluğumuzun kış akşamları birer muhabbet şöleniyle geçerdi. Ya misafirliğe gidilir ya da misafir gelirdi. Büyüklerimiz ‘acans’ dinler sonra üzerinde konuşurdu. Mahallemizde bir Osman dede ve Elif nine vardı. Çoğu akşam biz çocuklar onlara giderdik. 1970’lerde yaklaşık 90 yaşlarındaydılar. Osman dede neler görmemişti ki. Bir Osmanlı akıncısı gibiydi. Bütün gençliği savaşla geçmişti. Balkan Harbini, Sarıkamış’ı, Çanakkale’yi, İstiklal Savaşını yaşamıştı. Biz en çok onun savaş anılarını severdik. Gece yarılarına kadar o anlatır biz dinlerdik. Babalarımız eve zorla götürürdü.

Osman dedemiz, açlıktan ağaç kabuğu, ayakkabı köselesi yemiş, defalarca hastalıklar geçirmiş, yaralanmış, birçok madalya almış ve sonra evine dönüp çoluk çocuğa karışmış nadir seferberlik kuşağından biriydi. Osman dede ve Elif nine tüm mahallemizin severek hizmetlerine koştuğu özel bir ikiliydiler. Büyük, muhterem ve aziz insanlar kimdir, onlardan öğrendik.

Osman dedenin eski bir Kuran-ı Kerim’i, kırık tüfeği ve bir hançeri duvarında asılı idi. Bir de solmuş bir takvim. Bazen anlatırken gözleri dolar ve ‘Allah bir daha o günleri yaşatmasın’ derdi. ‘Okuyun okullarınızı bitirin, adam olun’ derdi. Bazen de hiddetlenir ve ‘gâvurla işimiz bitmiş değil oğullar, unutmayın. Ne gâvurun bizle işi bitti, ne de bizim onlarla. Biz sadece mütareke (ateşkes) yaptık. Allah size muahede (barış) yapmayı nasip etsin’ derdi. ‘Yılan İngilizdir, Urus, (Ruslar) onların uşağıdır. İngiliz olmasa Urus bize saldırmazdı.’ derdi. Bunları tekrar eder dururdu. Ne demek istediğini tabiî ki anlamazdık.

Şimdi anlıyoruz. Osman dede, değme tarihçilerin, sözde münevverlerin, uyduruk siyasetçilerin anlatmadığı bir şey söylüyormuş meğer.’ I.Dünya Savaşı daha bitmedi, biz bütün gücümüzle gâvuru durdurup zaman kazandık. Vatanı ve devleti kurtarıp gâvuru püskürtmek ve böylece onurlu bir barışı sağlamak sizin göreviniz’ diyormuş meğer. ‘Okuyun adam olun’ derken de, ‘gâvurun kılıcını sallamayın’ derken de, ‘kimsenin kulu kölesi olmayın’ derken de hep bu büyük finale hazırlığı ima ediyormuş. Demek, Osman dedemiz, torunlarına bir kavi iman, jeopolitik ve tarih şuuru ve gâvurlaşmaya karşı bağışıklık aşısı yapıyormuş. Allah sana rahmetini eksik etmesin güzel dedeciğim. Ahdimiz olsun, ömrümüz sana, senin gibilere olan borcumuzu ödeme çabasından ibaret olacak.

Mondros ateşkes mi?

I. Dünya Harbi, Osmanlı’nın son direniş hamlesiydi. Varlık ve beka ruhuyla bu haçlı saldırısına karşı koyan Enver Paşa ve İttihatçılar, savaşı kesin bir zaferle tamamlamanın peşindeydiler. Onların mücadeleyi tüm dünyaya yayarak İngiliz emperyalizmini Doğu’da boğma stratejisi, Almanya’nın Avrupa’da yenilmesi ve sonra Rusların İngilizlerle anlaşması nedeniyle başarısızlıkla sonuçlandı.

1918’de Mondros ateşkesiyle yenildiğimizi zannedip teslim olan Damat Ferit kabinesi, İngilizlerin razı olacağı bir Osmanlı düzenini temsil etmekteydi. Oysa Enver Paşa’nın temsil ettiği boyun eğmeyen savaşçı irade, Medine’de Fahrettin Paşa, El Cezire’de Uceymi Sadun Paşa, Suriye’de Özdemir Bey, Kafkas cephesinde Halil Paşa, Anadolu’da Kazım Karabekir, Ali Fuat Bey ve Afganistan’da, Hindistan’da, Yemen’de ve daha birçok cephede yenilmeyen Osmanlı iradesi, teslim olmamış, onurlu bir sulh beklemişti. Ne var ki, işgal altındaki payitaht, çaresizce boyun eğmiş, sadece Anadolu’nun bir kısmına razı olacak kadar iradesizleşmişti. Bu koşullarda Mustafa Kemal ve diğer Osmanlı subayları, Mondros sürecini bir zaman kazanma fırsatı olarak görüp Damat Ferit’in razı olduğundan daha fazlasını kurtarmak için, Enver Paşa’nın ufkundan vazgeçti. Cumhuriyet, işte bu idrakle, yenilgiyi kabullenmediğimizin ispatı ama imparatorluk iddialarımızdan ve Haçlılarla savaşmaktan da vazgeçtiğimizin realitesi üzerine kuruldu. Cumhuriyet, Osman dedenin ‘mütareke’ dediği bir nefes alma, ayakta durma, zaman kazanma ve finale hazırlanma fırsatıydı aslında. Ne var ki, 1924 Lozan Anlaşması, Cumhuriyeti bu manasından saptırarak, yenilgiyi kabullenen ve galiplerin dayatmalarını kabul eden bir rejime dönüştürdü. İstiklal Savaşıyla yenilgiye değil, küçülmeye razı olup bağımsızlık kazanılınca, galipler bu defa örtülü sömürge düzeni teklif etmişti. 1925’ten sonra, işte bu düzen kurulmuş ve millete dayatılmıştı.

O günden beri, devleti esir alınmış, milleti gavurlaştırılmaya çalışılan ve Anglo-Sakson-Yahudi gücünün örtülü sömürgesi durumunda bir ülkenin trajedisini yaşadık. Buna itiraz edenlerin sürekli tasfiye edildiği bu düzen, şimdi yıkılmak üzere. Ve bu nedenle düzenin sahipleri, dört bir yandan saldırıya geçti.

Şimdi buradayız. I. Dünya Savaşı’nın bitmediğini 1991’de Bağdat’a ilk bombalar yağarken iyice idrak etmiştik. ‘Şark meselesi’nin yani Düvel-i Muazzama’nın Doğu’nun zenginliklerini paylaşma kavgasının da bitmemiş olduğunu anladık. Meğer ‘yılan’ da Mondros’ta gerçekten ateşkes yapmış. Savaş onlar için de sona ermemiş! Ve 20. yüzyıl boyunca II. Dünya Savaşında Almanya, Japonya ve 1989’da Soğuk Savaş sonrası Rusya’yı çözdükten sonra tekrar gelip kaldıkları yerden devam ediyorlar. Ortadoğu’da ve Asya’da yürüttükleri parçala ve yönet siyaseti hala sürüyor.

Türkiye’nin 2002 sonrası başlattığı değişim süreci, 2007 sonrası sürdürdüğü iç ve dış reformlar ve 2011’de başlayan Ortadoğu devrimleri, yenilgiyi kabullenmeyen iradenin ilk karşı hamleleriydi. Ve düşman buna Mısır’da, Suriye’de kanla, Türkiye’de ise ihanet ve kalleşlik dolu operasyonlarla cevap verdi.

Şimdi bize Osman dedeye kulak vermek düşüyor. I. Dünya Savaşının bitmediğine inanan, onurlu bir sulhun peşinde ve Anglofil olmayan bir Osmanlı idrakiyle gavur olmayan bir devlet şuurunu sentezleyebilen, hürriyetleri güvenliğe kurban etmeyecek bir demokratik duyarlılığa sahip, milletinin çocuğu ve dedelerinin torunu olmaya talip bu politik idraki güçlendirmek gerekiyor. Ancak bu idrakle AB-D’nin, Batı’nın tasallutundan kurtulmak, bu tasallutun ürünü olan iç sorunları aklı selimle çözmek ve olan bitenin manasını yeni kuşaklara aktarabilmek mümkündür.

Cumhuriyetin kazanımları, demokrasi deneyiminin imkanları, modernleşme sürecinin birikimi, milletin eğitim ve ekonomideki gelişme arzusu ile 80 milyonluk bir ülkenin kendisi ve bölgesi için, hatta insanlık için adalet ve vicdan temelinde yeni bir çağın öncülüğüne soyunabilmesi, önce şu yarım kalmış hesapların görülmesine bağlıdır. Osmanlı’nın yıkılış sürecinin yasını tutmayıp Cumhuriyetle yeni bir geleceğe koşan milletin, şimdi hafızasından misyon devşirebilmesi ve kendi varlığını bir sürüden ayırarak tekrar tarihini ve kaderini eline almasının zamanı geldi.

Devletin hafızası...

Türkiye, I. Dünya Savaşından kalma sorunları; Ermeni sorunu olarak, Kürt sorunu olarak, Batıcı-yerli çatışması olarak, kendi tabii coğrafyasına yabancılaşma olarak bir kuşak daha yaşamaya devam edemez. Bu sorunların kalıcı olarak çözülmesi, akıl tutulması yaşayan ‘devlet’in yeniden asli ruhuna dönmesi ile mümkündür. Belki buna, yeniden devlet olmak da denebilir. Devlet olmak, hafıza sahibi olmaktır. Misyon sahibi olmaktır. Bir ideolojiye değil, bir idea’ya sahip olmaktır.

Yeni devlet, tarihsel ideasıyla dirilirse, dini, etnik kökeni, mezhebi ne olursa olsun milletimizin bütün iç zenginliğiyle özgürce var olabildiği ‘Biz’e ait gerçek bir devlet olacak demektir. En üst düzey bürokrattan dağdaki çobana kadar milletimizin tüm fertleri eşit ve özgür yurttaşlar olarak bu devletin sahibi olacaktır.

2014... Bizim için bitmeyen savaşın, 1914’te başlayan I. Dünya Savaşı’nın yüzüncü yılı. Yeniden ayağa kalkabilmemiz için herkes kendisini gözden geçirip, örtülü sömürge çağının sahte kimliklerini çöpe atmalı ve safını artık I. Dünya Savaşı’ndaki taraflara göre seçmeli. Kim bu toprakların, tarihin ve değerlerimizin safında, kim düşmanın yanında, bilmeliyiz. Çünkü, yenilmedik ve 1918’den, kaldığımız yerden devam ediyoruz... Yüz yıl önce ‘Kraliçe’nin kibirli tacını’ düşüren Enver Paşa’nın ruhu şad olsun...

[email protected]