2022'nin muhtemel kriz alanları

1.01.2022

Pekin ve Moskova için günümüz koşullarında en rasyonel tercih ABD'nin yokluğu değil zayıflığı olacaktır. Amerika açısından en büyük tarihi hata, Türkiye'yi yalnızlaştırıcı ve Rusya'ya itici bilinçli bir strateji izlemiş olmasıdır. Nitekim bu tavır, bölgesel zafiyete yol açarak Rusya ve Çin'in bölgede tutunmasını kolaylaştırmıştır.


2022'nin muhtemel kriz alanları

Doç. Dr. İsmail Şahin / Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi

Dünya yeni bir yıla girerken eskinin çözümlenmemiş sorunlarını da beraberinde götürmeyi ihmal etmiyor. Dolayısıyla 2022 yılının sorunlu mirasların devredildiği bir yıl olacağı şimdiden çok belli. Covid-19 salgını, ekonomik gerilemeler, düzensiz göçler, küresel ısınma, jeopolitik gerilimler, silahlanma yarışı, kan kaybeden diplomasi, bölgesel çatışmalar, alternatif küresel sistem arayışları ve daha birçokları. Tüm bunlar yerelden küresele uzanan yelpazede bütün yönleriyle barış ve güvenliği ziyadesiyle tehdit ediyor.

Yeni dünya düzeni mümkün mü?

Öte taraftan İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana emsali olmayan küresel bir ekonomik krizin patlak vermesi, bölgesel ve küresel hesapları bulunan aktörlere yeni bir dünya veya bölge düzeni kurmak için eşsiz fırsatlar sunuyor. Ne var ki bu tarz cüretlerin önemli bir nedeni de Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) küresel üstünlüğünün büyük bir tahribata uğraması. Örneğin 11 Eylül 2001 tarihindeki terörist saldırıların hemen ardından dünya ülkeleri, ABD'nin liderliğini takip etmeye hazır ve istekliydi. Bir başka ifadeyle devletler, ABD liderliğindeki küresel sisteme entegre olmada veyahut bu düzenin devam etmesinde herhangi bir beis görmüyorlardı. Ancak bu büyülü dönem artık geride kaldı.

1970'lerin başlarından itibaren ABD'nin temel dış politika önceliklerinden birisi de Çin ile Sovyet Rusya'yı birbirinden uzak tutmak olmuştur. Zira bu iki gücün birleşmesi, büyümesi ve güçlenmesi, ABD liderliğindeki küresel sisteme ağır tahribat verebilirdi. Bu dönemde etkin olan Ping-pong diplomasisi ABD ile Çin'in arasının düzelmesine büyük katkı sağlamış ve usta diplomat Henry Kissinger diplomasideki maharetini ve hünerini bir kez daha sergilemişti. Fakat günümüzde Washington'un tam tersi bir siyaset uygulayarak Rusya ile Çin'i yakınlaştırıcı hamleler yaptığı görülüyor. Bu tehlikeli oyunun nasıl sonuçlanacağını veyahut nasıl bir alternatif rota çizeceğini şüphesiz zaman gösterecektir. Yine de Rusya ve Çin'in ortak jeopolitik ve küresel kaygılar etrafında birleşmeleri, savunma, güvenlik ve ekonomik konularda bağlarını derinleştirmeleri dikkat çekiyor. Tarihe kabataslak bakıldığında, iki ülke arasındaki ilişkilerin son 70 yılda hiç olmadığı kadar iyi ve yakın olduğu söylenebilir. Nihayetinde bu süre zarfında iki ülkenin birbirine bağımlılığı ciddi ölçülerde bir artış gerçekleştirdi. Çin için Rusya önemli bir ortak. Bir defa en büyük silah tedarikçisi. Ayrıca petrol ithalatında ilk üçte yer alıyor. Ek olarak, 2019 yılının sonunda açılışı yapılan ve iki ülke arasındaki ilk doğalgaz boru hattı olma özelliği taşıyan Sibirya'nın Gücü'yle Rusya ve Çin arasındaki stratejik iş birliği ağları daha da derinleştirildi. Rusya açısından da Çin oldukça kıymetli. Öncelikle Rusya için Çin askeri, ekonomi ve enerji alanlarında önemli bir pazar. Enerji projelerinde önemli bir yatırım kaynağı. Kaldı ki her iki ülke, birbirlerine karşı düşman olmanın ne kadar tehlikeli ve pahalı olduğunu bizatihi tecrübe ederek öğrendiler. Ortak çıkarların yanı sıra Çin ve Rusya, Washington'un Amerikan hegemonyasını sürdürmek için Moskova ve Pekin'e yönelik çevreleyici, sınırlandırıcı ve küçük düşürücü bir siyaset takip ettiğini düşünüyor. O nedenle her iki ülke, Amerika tarafından kendilerine karşı oluşturulmaya çalışılan Rusya-Çin karşıtı ittifakları rahatlıkla okuyabiliyor.

Yeni ittifaklar

ABD'nin bu konudaki eylemleri çok açık. Rusya ve Çin'i en büyük küresel tehdit ilan etme yolunda elindeki tüm taşları hızlı bir şekilde döşüyor. Bu bağlamda sadece bölgesel veya küresel güç rekabetini değil aynı zamanda demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve serbest piyasa kuralları gibi önemli argümanları da kullanmaktan geri durmadığı gözlerden kaçmıyor. Bununla birlikte yeni ittifaklara dayalı askeri güç gösterilerinin Hint-Pasifik'te her geçen gün arttığı biliniyor. Bilhassa Umman Denizi, Bengal Körfezi, Güney Çin Denizi ve Filipin Denizi arasında kalan okyanus hattında, ABD'nin Çin'e gözdağı vermek amacıyla Hindistan, Japonya ve Avustralya'yla ortak deniz tatbikatlarına ağırlık vermesinin Rusya ve Çin arasındaki stratejik iş birliğini güçlendiren bir etkiye kapı araladığı çok aşikâr. Belki de burada en dikkat çekici hamle, Eylül 2021'de açıklanan AUKUS Paktı oldu. ABD, İngiltere ve Avustralya arasında yeni kurulan güvenlik ittifakı, Avustralya'nın nükleer enerjili denizaltılar almasını öngörüyor. Haliyle bu adım, olası çatışma riskinin hem etkisinin hem de çapının geniş bir boyuta ulaşacağının ön habercisi. Zira nükleer altyapıya sahip Avustralya donanmasının Güney Çin Denizi ile Tayvan Boğazı'nın ihtilaflı sularında bayrak göstereceği şimdiden belli. Merak edilense, bu gövde gösterisi karşısında Çin'in tavrının ne olacağı. O halde güncel gelişmelerden hareketle, Malakka Boğazı ile Japon Denizi arasında kalan bölgede çatışma riskinin yüksek olduğu ve bu nedenle dünyanın savaşa en yakın coğrafyası olduğu ileri sürülebilir. Güney Çin Deniz sahası dünyanın en hassas jeopolitik bölgelerinin başında geliyor. Dünya ticaretinin yaklaşık üçte birinin burada dönmesi nedeniyle deniz iletişim hatlarının güvenliği bakımından son derece önemli. Ayrıca bu deniz sahası petrol ve doğalgaz gibi zengin enerji kaynaklarının yanı sıra ekonomik değeri yüksek balıkçılık alanlarının başında geliyor. Endişe verici olan ise son yıllarda silahlanmaya en çok harcama yapılan ihtilaflı sahalardan biri olması. Tüm bu jeopolitik riskler, Güney Çin Denizi'ni dünyanın savaş potansiyeli en yüksek bölgelerinden biri haline getiriyor. Nitekim Güney Çin Denizi'ni çevreleyen birçok kıyıdaş ülke arasında adaların statüsü, karasuları, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge tartışmaları söz konusu. Çin'in bu hassas coğrafyadaki egemenlik iddiaları ile kıyıdaş ülkelerin ve ABD'nin Doğu ve Güneydoğu Asya'daki konumunu tehlikeye atabilecek ölçüde Paracel ve Spratly Adaları'nda askeri tesisler ve limanlar inşa etme girişimleri, yayılmacılık ve saldırganlık şeklinde tehlikeli bir yoruma uygun zemin hazırlıyor.

Çin'in bir bütün olarak Güney Çin Denizi'nde hâkimiyet kurma mücadelesi ile Rusya'yla birlikte Doğu Çin Denizi'nde gerçekleştirdikleri hava ve deniz tatbikatları Japonya ve Güney Kore'de ulusal güvenlik çerçevesinde ciddi bir kaygıya yol açtığı anlaşılıyor. Tokyo'ya göre Çin-Rus ortaklığında icra edilen askeri girişimlerin nihai amacı, Japonya'yı güvenlik çemberi içerisine alarak onu çevrelemek. Japonya'nın Başbakan Shinzo Abe döneminden (2012-2020) bu yana bölgedeki askeri rolüne ve savunma bütçesine hiç olmadığı kadar önem vermeye başlaması, Amerika'yla var olan güvenlik mimarisini daha da kuvvetlendirmesi ve de ordusunu modern silahlarla donatıp diri bir hale getirmesi, Japonya'nın Doğu Çin Denizi'ndeki güvenlik endişelerini işaret etmesi bakımından önemlidir.

Doğu Akdeniz ikinci planda

Kuşkusuz yerel ve bölgesel çatışmaların Amerikan kontrolünün ötesine geçecek düzeyde büyüdüğü bir dönemin içerisindeyiz. Dahası Covid-19 salgınıyla birlikte Batılı müttefiklerin orta sınıfın kaygılarına çözüm sunabilecek politikalara öncelik vermesi neredeyse zorunlu bir hale geldi. Bir başka deyişle, NATO ülkelerinin toplumları küresel siyasi çatışmaların bir parçası olmayı tercih etmedikleri gibi kendilerini ilgilendirmeyen sorunlara ne çözüm üretmek ne de para harcamak istiyorlar. En büyük arzuları, kaybolan refahlarının tamir edilmesi. Toplumsal eksende böyle bir beklenti hâkimken siyasi düzeyde ise bölgesel sorunlar karşısında ABD'nin kendilerine gerçekten yardım edip etmeyeceğine dair ciddi şüpheler söz konusu. Açıkçası müttefik ülkeler, Amerikan ittifak sisteminin zayıfladığının ve ABD üstünlüğünün sessizce aşındığının ziyadesiyle farkında. Bu yüzden kendilerine yeni tutunma noktaları arıyorlar.

Müttefiklerden temel beklenti

Amerika'nın müttefiklerinden temel beklentisi ise Çin ve Rus tehdidine karşı birlikte kararlı bir mücadele vermek. Fakat müttefiklerin bu mücadelenin kârlı olup olmadığına dair bir hayli şüpheleri var. Öte taraftan Washington Doğu Akdeniz, Ukrayna ve Balkanların sıcak veya soğuk bir çatışmanın içerisine çekilmesine taraftar değil. Çünkü bu çatışma alanlarının neredeyse tamamı NATO topraklarında ve bu durum bir taraftan Rusya ve Çin'e önemli fırsatlar sunacak diğer taraftan da NATO içi çatışmayı körükleyecek. O nedenle Amerikan yönetimi bölgesel anlaşmazlıkların soğutulmasından yanadır. Yakın gelecekte Washington diplomasisinin ağırlık merkezinin dostları ve müttefikleri aynı çatı ve ülkü altında toplamak olacağı düşünülebilir. Bu doğrultuda ABD müttefiklerine ve dostlarına sıklıkla şu mesajı iletiyor: ABD ne Rusya'ya ne de Çin'e küresel veya bölgesel liderlik koltuğunu bırakmaz. Tek bir gücün herhangi bir bölgeye hâkim olma durumu, Amerika'nın kolayca tercih etmeyeceği bir seçenektir. Bilinen bu gerçekten hareketle, yukarıda bahsi geçen bölgelerde Rusya ve Çin'in Amerika'nın oluşturduğu güç boşluğunu doldurmaktan ziyade ondan en az maliyetle yararlanma yolunda hareket ettikleri anlaşılıyor. Mesela Doğu Akdeniz'de Rusya büyük bir maliyete katlanmadan Amerika'nın güvenlik şemsiyesi altında konumunu daha da güçlendirmeyi başardı. Benzer durum Balkanlar için de geçerlidir. Dolayısıyla Çin ve Rusya'nın NATO topraklarıyla Amerika'nın nüfuz sahalarında revizyonist değil, oportünist veyahut pragmatist bir siyaset izledikleri anlaşılabiliyor. Kaldı ki Pekin ve Moskova için günümüz koşullarında en rasyonel tercih ABD'nin yokluğu değil zayıflığı olacaktır.

Amerika açısından en büyük tarihi hata, Türkiye'yi yalnızlaştırıcı ve Rusya'ya itici bilinçli bir strateji izlemiş olmasıdır. Nitekim bu tavır, bölgesel zafiyete yol açarak Rusya ve Çin'in bölgede tutunmasını kolaylaştırmıştır. Öyle ki bu siyaset, Rusya ve Çin'in Hürmüz Boğazı, Süveyş Kanalı ve Doğu Akdeniz gibi bölgedeki stratejik ticaret ve enerji güzergâhlarındaki ağırlıklarını artırmış ve böylelikle Çin'in Kuşak ve Yol Projesi'nin orta koridorunun tamamlanabilmesine olanak tanımıştır. İşin ilginç yanı, Amerika'nın bir taraftan Rusya ve Çin'in bölgesel çatışmaları körüklediğini iddia etmesi diğer taraftan ise buna çanak tutmasıdır. Şüphesiz Türkiye bunun en somut ve güzel örneğidir.

[email protected]