2023 seçimleri sonrası Türk dış politikasına yönelik beklentiler

Prof. Dr. Metin Aksoy/ Selçuk Üniversitesi Rektörü
8.06.2023

Erdoğan'ın 2023 seçimlerinden zaferle sonuçlanması; Ulusal çıkar, güvenlik ve kısıtlamaların korunması ile normatif ve akıllı güç hedefine dayanan ve hem bölgesel hem de uluslararası barış ve istikrarın korumasını gözeten bir dış politikanın yeni dönemde de uygulanacağının duyurusudur.


2023 seçimleri sonrası Türk dış politikasına yönelik beklentiler

Türkiye'nin son yirmi yıllık sürecinde uluslararası sistemdeki ağırlığının sürekli olarak uygulanması, pratikte yaşanan gelişmeler/krizler ve jeopolitik konumu 2023 seçimlerinin hem bölgesel hem de küresel düzeyde önemli etkilerini yaratma potansiyeline sahip olmasına yol açmıştır. Bahse konu olan önemi hasebiyle uluslararası düzeyde takip edilen Türkiye'deki seçimleri Cumhurbaşkanı Erdoğan elde etti. Seçimlerin ikinci tura kalması, son yıllarda Türkiye'nin demokrasiden uzaklaşmış ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yönelik ortaya atılan diktatörlük tezlerini çürütmüştür. Bununla birlikte seçim örnekleri bağıtlı olarak cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin halk tarafından onaylanması, iç politikada hükümet sistemi üzerine var olan tartışmanın kısa süre sona yayılmasını ve Türkiye'nin dış politikadaki önemli noktalara odaklanmasını sağlayacak. Ek olarak son çeyrek asırda icra edilen ulusal çıkarlar ve ulusal güvenlik önlemlerin korumasını önceleyen, normatif ve akıllı güç kontrolüne dayanan Türk dış politikasına yönelik hem seçim öncesi görünümüna hem de seçim muhafazalarına yansıyan Türk koruma yetkisi Erdoğan'ın küresel emperyalistlerine karşı işletme ve tavizsiz tutumunu güçlendiren bir güvensiz hale gelmiştir. Tüm bu ifadeleri barındırabilen Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yeni dönemde uygulayacağı dış politika bölgesel ve uluslararası düzeyde merak uyandırmıştır. normatif ve akıllı gücün azaltılmasına dayanan Türk dış politikasına yönelik hem seçim öncesi genel bakışa hem de seçimlere yansıyan Türk hükümetinin Koruyucu Erdoğan'ın küresel emperyalistlerine karşı cennet ve tavizsiz tutumunu güçlendiren bir güvensiz haline gelmiştir. Tüm bu ifadeleri barındırabilen Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yeni dönemde uygulayacağı dış politika bölgesel ve uluslararası düzeyde merak uyandırmıştır. normatif ve akıllı gücün azaltılmasına dayanan Türk dış politikasına yönelik hem seçim öncesi genel bakışa hem de seçimlere yansıyan Türk hükümetinin Koruyucu Erdoğan'ın küresel emperyalistlerine karşı cennet ve tavizsiz tutumunu güçlendiren bir güvensiz haline gelmiştir. Tüm bu ifadeleri barındırabilen Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yeni dönemde uygulayacağı dış politika bölgesel ve uluslararası düzeyde merak uyandırmıştır.

KENDİNİ ÖNCELEYEN ÖZERKLİK POLİTİKASI

Her şeyden önce ABD-Çin rekabetinin sonuçları, Rusya-Ukrayna Savaşı, Suriye ve Irak'taki siyasi istikrarsızlıktan görüntüler PKK/PYD bölgeleri, Doğu Akdeniz ve Ege'de Yunanistan'ın maksimalist sonuçları, İran-Afganistan arasındaki harcama, kitlesel göç ve Covid sonrası Çıkan ortaya çıkan enerji ve gıda krizi gibi bir dizi sorun ve Batılı ülke Türkiye'yi ötekileştiren politikalar uygulaması Türk dış politikasının ana sınırlamalarında önemli bir rol oynuyor. Öyle ki, uluslararası sistem var olan süreç süreci ve Batılı okul Türkiye'nin güvenlik hassasiyetlerini dikkate almayan politikalar izlemesi, Türkiye'nin kendi ulusal misafirlerini önceleyen, yumuşak ve sert güç unsurlarının Birleştirilmesine dayanan normatif bir dış politika icra etmeye katkıda bulunur. Nitekim son çeyrek asırlık döneminde Ak Parti hükümetlerinin iç istikrarı ve kapasite artırımının garanti politikasını başarılı bir şekilde sürdürmesi, dış politikasında Türkiye'nin küresel çevresi periferi bir ülke gibi hareket etmesinden ülkelerin kendi ulusal güvenlik ve çıkarmalarını sürdürebilirliği çalışan bir güç olarak hareket etme olanakları kılmıştır. Bundan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2023 seçimlerini kazanması, Türkiye'nin kendini önceleyen, normatif ve akıllı güç stratejilerini benimseyen ve istikrarlaştırıcı bir güç olarak hareket etmeyi içeren bir dış politikayı devam ettirmeyi açığa çıkarmıştır. dış politikada Türkiye'nin çevresini çevrelemek, bir ülke gibi hareket etmesinden birkaçı kendi ulusal güvenlik ve çıkarlarını müşterilerinin çalışan istikrarı bir güç olarak hareket koşulları olanaklı kılmıştır. Her şeyden önce ABD-Çin rekabetinin artması, Rusya-Ukrayna Savaşı, Suriye ve Irak'taki siyasi istikrarsızlıktan kaynaklanan PKK/PYD tehdidi, Doğu Akdeniz ve Ege'de Yunanistan'ın maksimalist istekleri, İran-Afganistan arasındaki gerginlik, kitlesel göç ve Covid sonrası ortaya çıkan enerji ve gıda krizi gibi bir dizi sorun ve Batılı ülkelerin Türkiye'yi ötekileştiren politikalar uygulaması Türk dış politikasının ana hatlarının belirlenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Öyle ki, uluslararası sistemde var olan belirsizlik süreci ve Batılı ülkelerin Türkiye'nin güvenlik hassasiyetlerini dikkate almayan politikalar izlemesi, Türkiye'nin kendi ulusal güvenliğini önceleyen, yumuşak ve sert güç unsurlarının birleşimine dayanan normatif bir dış politika icra etmesine katkı sağlamıştır. Nitekim son çeyrek asırlık süreçte Ak Parti hükümetlerinin iç istikrar ve kapasite artırımının sağlanması politikasını başarıyla sürdürmesi, dış politikada Türkiye'nin küresel ilişkilerin periferi bir ülkesi gibi hareket etmesinden ziyade kendi ulusal güvenlik ve çıkarlarını korumaya çalışan istikrarlaştırıcı bir güç olarak hareket etmesini olanaklı kılmıştır. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2023 seçimlerini kazanması, Türkiye'nin kendini önceleyen, normatif ve akıllı güç stratejilerini benimseyen ve istikrarlaştırıcı bir güç olarak hareket etmeyi içeren bir dış politika izlemeye devam edeceğini açığa çıkarmıştır.

Bu doğrultuda, uluslararası sistemin var olan etkilerinin köklerini bağıtlı olarak kendini önceleyen özerk bir dış politikanın kumandalarının yeni dönemde Türk dış politikasının önemli ana hatlarından biri olacağını ifade edebilir. Özellikle Rusya-Ukrayna Savaşı'nı dünyanın Rus taraftarları, Batı taraftarları ve tarafsızlar olmak üzere üç civarındae sürümleri ve NATO'nun Madrid Zirvesi'nde Çin'in yükü için tehdit oluşturduğuni ilan etmesi gibi unsurların hafifletmek üzere son 10 yıllık dönem ABD, Çin ve Rusya arasındaki jeopolitik Mücadelenin yoğunlaşması, büyük güçlerin uluslararası sistemi istikrarsızlaştırmasını ve bölgesel güçlerin kapasitesini artırmayı ve kendini daha önce yapan bir dış politika icra etme amacını ortaya çıkardı.Bu doğrultuda, uluslararası sistemde var olan belirsizlik sürecine bağıtlı olarak kendini önceleyen özerk bir dış politikanın izlenmesinin yeni dönemde Türk dış politikasının önemli ana hatlarından biri olacağı ifade edilebilir. Özellikle Rusya-Ukrayna Savaşı bağlamında dünyanın Rus taraftarları, Batı taraftarları ve tarafsızlar olmak üzere üçe bölünmesi ve NATO'nun Madrid Zirvesi'nde Çin'in ittifak için tehdit ürettiğini ilan etmesi gibi unsurların belirttiği üzere son 10 yıllık dönemde ABD, Çin ve Rusya arasındaki jeopolitik mücadelenin yoğunlaşması, büyük güçlerin uluslararası sistemi istikrarsızlaştırmasını ve bölgesel güçlerin kapasite arttırma ve kendini önceleyen bir dış politika icra etme gereksinimini meydana getirmiştir. Bu bağlamda son çeyrek asırlık süreçte Türkiye uluslararası siyasetteki panoramayı doğru bir şekilde okuyarak Batı bloğundaki rolüne dayalı bir dış politika yerine ulusal güvenliğini, çıkarlarını ve egemenliğini korumak çerçevesinde kendini önceleyen normatif bir dış politika izlemiştir.

Söz konusu dış politikanın pratikteki yansımalarından biri Finlandiya ve İsveç'in NATO'ya üyeliği hususundaki Batılı ülkelerin oldu-bitti politikasına karşı Türkiye'nin kendi hassasiyetlerini öne çıkarmasıdır. Nitekim Türkiye ulusal güvenlik hassasiyetlerini öne çıkararak Finlandiya ve İsveç'in üyeliğine itiraz etmiş ve taraflar arasında Türkiye'nin hassasiyetlerini içeren Üçlü Mutabakat Metni imzalanmıştır. Üçlü Mutabakat Metnine uyan Finlandiya'nın NATO'ya üyeliği Türkiye tarafından kabul edilirken, metnin gereklerini yeterince yerine getirmeyen İsveç'in üyeliği seçim sonrasına kalmıştır. Seçim sonuçlarının kesinleşmesi sonrasında İsveç Başbakanı Ulf Kristersson'un Erdoğan'ı tebrik etmek için attığı tweette "Ortak güvenliğimiz gelecekteki bir önceliktir." ifadesine yer vermesi, NATO genişlemesinde Türkiye'nin elinin güçlendiği göstermiştir. Öyle ki, Türkiye'nin isteklerinin bulunduğu Üçlü Mutabakat Metninin maddelerinin İsveç tarafından uygulaması seçim öncesine nazaran daha olanaklı hale gelmiştir. Özellikle 1 Haziran'da İsveç'te yürürlüğe giren yeni Terörle Mücadele Yasası –terör örgütüne katılımın yasaklanmasını ile terör örgütlerine yönelik lojistik, mali ve gıda yardımı yasadışı hale getirmeyi içermektedir.- bu minvalde değerlendirilebilir. NATO genişlemesi konusunda yürürlükte olan politikaya benzer şekilde Libya'da Ulusal Mutabakat Hükümeti'nin desteklenmesi ve mavi vatanda Yunanistan'ın maksimalist taleplerinin engellenmesi, Türkiye'nin ulusal güvenlik, çıkar ve egemenlik haklarını korumayı önceleyen bir dış politikanın pratiğe yansıması olarak ifade edilebilir. Bahsi geçen mavi vatan ve Libya'ya yönelik dış politikanın yeni dönemde de Türk dış politikasının ana hatlarından biri olmaya devam edeceği ifade edilebilir.

DIŞ POLİTİKADA ÇOK TARAFLILIK

Soğuk Savaş'ta Türkiye'nin Batı topraklarında yaşadığı sorunlarda/krizlerde ortaya çıkan uluslararası düzeydeki yalnızlığını gidermek için kullanılan önemli bir politika olan çok taraflılık, son yirmi yıllık süreçte Türk dış politikasının ana hatlarından biri haline gelmiştir. Bu süreçte çok taraflılık Türkiye için uluslararası alanda yalnızlığı gidermek için uygulanan bir politikadan, dış politikada siyasi ve ekonomik etkilerden oluşan bir araca dönüşmüştür. Örneklerle genişletmek gerekirse, Ak Parti hükümetleriyle daha da derinleşen Latin Amerika açılımıyla Türkiye bölgesindeki 17 ülke ile siyasi istişare grupları kurmuş, Doğu Karayipler Örgütü (OECS) ve Karayipler Birliği (ACS) gibi bölgesel örgütlerle kurumsal açıklamaları geliştirmiştir. Söz konusu siyasi kapsamlı olumlu sonuç ise 2022 yılında Türkiye ile Latin Amerika arasında gerçekleşen dış ticaret hacminin 20 milyar harcama maliyetidir. Latin Amerika açılımına benzer şekilde Türkiye, 2005'te Afrika Birliği'ne bakan ülke olmasıyla ivme kazanan Afrika açılımıyla Afrika'da bulunan kısıtlamayı kaldırmayı 43'e yükseltmiş ve kıtayla olan dış ticaret hacmi 45 milyar dolar harcamasına bağlıdır. Bununla birlikte Türkiye Etiyopya ve Somali örneklerinde görmek üzere kıtada ortaya çıkan güvenlik ve istikrar sorunlarının çözümünde güvenilir bir ortak haline gelmiştir. Latin Amerika ve Afrika açılımlarının yanı sıra Yeniden Asya Girişimi, Ak Parti hükümetinin dış politikada icra ettiği çok taraflılık politikasını vurgulayan açılımlardan bir diğerini açıklıyor. Asya kıtasının verebileceği potansiyelden maksimum olarak faydalanılması mottosunu taşıyan Yeniden Asya Girişimi ile Türkiye, bölge ülkeleriyle siyasi ve ekonomik getirileri azaltırken, aynı zamanda savunma sanayii açısından ürünleri bölgenin önemli bir noktasını yükseltmiştir. Son olarak çok taraflılık kapsamında gelecek süreçte Türk dış politikasında değerlendirilecek ifade edilecek Türk diyarını ile hedef politikasının Türk toprakları arasındaki bütünleşme çabalarını ileri bir aşamaya taşıma amacı bulunan Türk metinleri Teşkilatı (TDT) merkezinde yürütmeden kaldırılabilir belirtilebilir. Türk dünyası içinde ticaret ve yatırım olanaklarının binaları, bölgeleri ve ikili yapıları ile bölge ve dünyada barışın korunmasında büyük bir platform haline gelen TDT, günümüzde gözlemci üye olan KKTC'nin kullanım politikasına da katkı sağlama potansiyeline sahiptir. Bununla birlikte birlikte teşkilat bünyesinde Türk Yatırım Fonu'nun kurulması, TDT'nin ilerleyen dönemde küresel düzeyde önemli bir uluslararası örgüt haline gelebileceğini göstermektedir. İfade edilen unsurlar genel olarak siyasi ve ekonomik açıdan olumlu getirileri bulunan çok taraflı dış politikanın yeni dönemde daha ön plana çıkacağı ileri sürülebilir.Soğuk Savaş'ta Türkiye'nin Batı bloğuyla yaşadığı sorunlarda/krizlerde ortaya çıkan uluslararası alandaki yalnızlığını gidermek için kullandığı önemli bir politika olan çok taraflılık, son yirmi yıllık süreçte Türk dış politikasının ana hatlarından biri haline gelmiştir. Bu süreçte çok taraflılık Türkiye için uluslararası alanda yalnızlığı gidermek için uygulanan bir politikadan, dış politikada siyasi ve ekonomik etkiler oluşturan bir araç haline dönüşmüştür. Örneklerle açmak gerekirse, Ak Parti hükümetleriyle daha da derinleşen Latin Amerika açılımıyla Türkiye bölgedeki 17 ülke ile siyasi istişare mekanizması kurmuş, Doğu Karayip Devletleri Örgütü (OECS) ve Karayip Devletleri Birliği (ACS) gibi bölgesel örgütlerle kurumsal ilişkiler geliştirmiştir. Söz konusu siyasi ilişkilerin olumlu sonucu ise 2022 yılında Türkiye ile Latin Amerika arasında gerçekleşen dış ticaret hacminin 20 milyar dolara ulaşmasıdır. Latin Amerika açılımına benzer şekilde Türkiye, 2005'te Afrika Birliği'ne gözlemci ülke olmasıyla ivme kazanan Afrika açılımıyla Afrika'da bulunan diplomatik misyon sayısını 43'e yükseltmiş ve kıtayla olan dış ticaret hacmi 45 milyar dolar seviyesine çıkmıştır. Bununla birlikte Türkiye Etiyopya ve Somali örneklerinde görüldüğü üzere kıtada ortaya çıkan güvenlik ve istikrar sorunlarının çözümünde güvenilir bir ortak haline gelmiştir. Latin Amerika ve Afrika açılımlarının yanı sıra Yeniden Asya Girişimi, Ak Parti hükümetlerinin dış politikada icra ettiği çok taraflılık politikasını vurgulayan açılımlardan bir diğerini belirtmektedir. Asya kıtasının sunduğu potansiyelden karşılıklı olarak faydalanılması mottosunu taşıyan Yeniden Asya Girişimi ile Türkiye, bölge ülkeleriyle siyasi ve ekonomik ilişkilerini geliştirirken, aynı zamanda savunma sanayi ürünleri açısından bölgenin önemli bir tedarikçisi konumuna yükselmiştir. Son olarak çok taraflılık kapsamında önümüzdeki süreçte Türk dış politikasında sıklıkla ifade edilecek Türk dünyası ile ilişkilerin geliştirilmesi politikasının Türk dünyası ülkeleri arasındaki bütünleşme çabalarını ileri bir aşamaya taşıma amacı bulunan Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) merkezinde icra edileceği belirtilebilir. Türk dünyası içinde ticaret ve yatırım olanaklarının arttırılması, bölgesel ve ikili ilişkilerin geliştirilmesi ile bölgede ve dünyada barışın korunmasında önemli bir platform haline gelen TDT, günümüzde gözlemci üye olan KKTC'nin tanınması politikasına da katkı sağlama potansiyeline sahiptir. Bununla birlikte teşkilat bünyesinde Türk Yatırım Fonu'nun kurulması, TDT'nin ilerleyen dönemde küresel düzeyde önemli bir uluslararası örgüt haline gelebileceğini göstermektedir. İfade edilen unsurlar çerçevesinde başta siyasi ve ekonomik alandaki olumlu getirileri bulunan çok taraflı dış politikanın yeni dönemde daha da ön plana çıkacağı ileri sürülebilir.

RUSYA-UKRAYNA SAVAŞI BAĞLAMINDA DENGE POLİTİKASININ KURUMSALLAŞMASI

Özerk ve çok taraflılık politikalarına ek olarak Rusya-Ukrayna Savaşı'nın icra edilen denge politikasının yeni dönem Türk dış politikasının ana hatlarında biri olmaya devam etmesi ilerlenebilirÖzerk ve çok taraflılık politikalarına ek olarak Rusya-Ukrayna Savaşı bağlamında icra edilen denge politikasının yeni dönemde Türk dış politikasının ana hatlarında biri olmaya devam edeceği ileri sürülebilir.Nitekim Batılı ülkeler, Ukrayna ve Rusya ile iyi açıklamalara sahip olan Türkiye, yürütmeyle iki tarafla ilişkisini devam ettirebilen yegâne ülke özeti gelmiştir. Bu durum hem savaştan iki taraf arasında hem de Rusya-ABD arasındaki görüşmelerin Türkiye'de gerçekleştirilmesine yol açmıştır. Aynı zamanda denge politikasının beraberinde getirdiği olanaklar sayesinde Türkiye'nin arabuluculuğunu sürdürmesi Covid Pandemisi sonrasında daha da derinleşen gıda krizinin getirdiği olanaklar için Rusya ve Ukrayna arasında toplantı koridoru yönetiminin sağlanmasını sağladı. Bu grupların denge politikasının arabuluculuk ve gıda krizinin parçalarının dışında kalan kısımlarında ortaya çıkardığı başarı Türkiye'nin uluslararası ölçekteki imajını korurken, Türkiye'nin normatif ilkelerine dayanan dış politikası dünyada pek çok devlet ve uluslararası kuruluş tarafından takdirle karşılanmasını beraberinde getirdi. Dolayısıyla, boğazların askeri gemilere hizmet, savaşan iki taraf arasında diyaloğun ve geleneksel koridoru anlaşmasının devamının sağlanmasına dayalı denge politikasının yeni dönem Türk dış politikasında daha da kurumsallaşacağı belirtilebilir.Nitekim Batılı ülkeler, Ukrayna ve Rusya ile iyi ilişkilere sahip olan Türkiye, savaşın başlamasıyla iki tarafla ilişkisini devam ettirebilen yegâne ülke konumuna gelmiştir. Bu durum hem savaşan iki taraf arasındaki hem de Rusya-ABD arasındaki görüşmelerin Türkiye'de gerçekleştirilmesine yol açmıştır. Aynı zamanda denge politikasının getirdiği olanaklar sayesinde Türkiye'nin arabuluculuk girişimleri Covid Pandemisi sonrasında daha da derinleşen gıda krizinin etkilerinin azaltılması için Rusya ve Ukrayna arasında tahıl koridoru anlaşmasının yapılmasını sağlamıştır. Bu kapsamda denge politikasının arabuluculuk ve gıda krizinin etkisinin azaltılması hususlarında ortaya çıkardığı başarı Türkiye'nin uluslararası alandaki imajını güçlendirirken, Türkiye'nin normatif ilkelere dayanan dış politikası dünyada pek çok devlet ve uluslararası örgüt tarafından takdirle karşılanmasını beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla, boğazların askeri gemilere kapatılması, savaşan iki taraf arasında diyaloğun ve tahıl koridoru anlaşmasının devamının sağlanmasına dayanan denge politikasının yeni dönemde Türk dış politikasında daha da kurumsallaşacağı belirtilebilir.

NORMALLEŞMENİN YERLEŞİKLEŞMESİ

Rusya-Ukrayna Savaşı bağlamında yürütülen denge politikasına benzer şekilde bölgesel düzeyde icra edilen normalleşme politikası, yeni dönemde Türk dış politikasının ana hatlarından biri olmaya devam edecektir. Türkiye'nin Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan, İsrail, Mısır ve Ermenistan ile ilişkilerini normalleştirme girişimleri, uluslararası sistemdeki belirsizlik sürecinin maliyetlerini azaltma, bölgesel sorunların çözümünde kilit ülke konumuna gelme, GKRY ve Yunanistan tarafından uygulanmaya çalışılan Türkiye'nin bölgesel düzeyde ötekileştirilmesi politikasının işlevsel hale getirilmesi ve dış politikada özerkliğin arttırılması hususlarında Türkiye için önemli çıktılar üretmektedir. Söz konusu çıktılarla birlikte Suudi Arabistan ve BAE kaynaklı yatırımların Türkiye'ye gelmesi ve bölge ülkelerine savunma sanayi ihracatı olanakları Türkiye açısından normalleşmenin ekonomik boyutunun varlığını da işaret etmektedir. Bu minvalde yeni dönemde Türk dış politikasında normalleşme girişimlerinin yerleşik bir hale geleceği ileri sürülebilir.

SINIR ÖTESİ TERÖRLE MÜCADELE

Normalleşmenin yanı sıra terörle mücadelenin yeni dönemde Türk dış politikasının ana hatlarında biri olmaya devam edeceği ileri sürülebilir. Öyle ki, bir devletin iç istikrarını sağlamasının getirdiği ivme dış politikada proaktif politikalar uygulamasını olanaklı kılması hasebiyle PKK/PYD/FETÖ ile mücadele Türkiye'nin gücünün küreselleşmesi için önemli bir araç konumundadır. Nitekim son yirmi yıllık süreçte PKK/PYD/FETÖ'nün sınır içerisindeki yapılanmaları çökertilmiş ve söz konusu terör örgütlerinin yurt dışı yapılanmaları ile mücadele ön plana çıkmıştır. Bu noktada seçimler sonucunda Türkiye'de iktidar değişikliğinin yaşanmaması bahse konu olan örgütlerin Batılı ülkeler nezdinde maliyetlerinin artmasını beraberinde getirmiştir. Zira PKK/PYD'nin ülke içinde yeniden güçlenme ile özerklik ve FETÖ'nün tekrar devletin kilit kurumlarını ele geçirme hedeflerinin seçimle birlikte kısa veya orta vadede gerçekleşmesi mümkün gözükmemektedir. Bu kapsamda Türkiye'nin artan maliyetlere bağıtlı olarak Batılı ülkeleri bahsi geçen terör örgütlerine yönelik verdikleri desteği azaltmaları veya sona erdirmeleri konusunda ikna etme potansiyeline sahip bir konuma geldiği ileri sürülebilir. Önümüzdeki süreçte Suriye ile normalleşmenin ivme kazanması, Suriye'deki PKK/PYD'ye yönelik baskının artmasını sağlayabilecekken, aynı zamanda Esad rejimi ve Türkiye'nin terör örgütüne yönelik ortak harekât düzenlemelerinin mümkün olabileceğini göstermektedir. Aynı zamanda PKK/PYD'nin Suriye'de güçsüzleştirilmesi, ABD'yi terör örgütüne yaptığı yardımları gözden geçirmesini sağlayarak Türkiye-ABD ilişkilerindeki gerginliğin azaltılmasını olumlu yönde etkileyebilir. Öte yandan PKK/PYD ile mücadele, Suriye'de yeni güvenli bölgelerin oluşturulması çerçevesinde sığınmacıların gönüllü ve onurlu geri dönüşlerinin hazırlanmasını sağlayarak, Türkiye'nin iç istikrarının güçlendirilmesine katkı sunacaktır.

Özetle, Erdoğan'ın 2023 seçimlerinden zaferle ayrılması; ulusal çıkar, güvenlik ve egemenliğin korunması ile normatif ve akıllı güç stratejilerine dayanan ve hem bölgesel hem de uluslararası barış ve istikrarın korunmasını gözeten bir dış politikanın yeni dönemde de uygulanacağını ilan etmiştir. Bu doğrultuda, Ukrayna'dan Libya'ya, Azerbaycan'dan Etiyopya'ya, Suriye'den Somali'ye kadar bölgesel ve uluslararası sistemi etkileyen krizlerde istikrarlaştırıcı bir güç olarak önemli bir rol üstlenen Türkiye'nin önümüzdeki süreçte uluslararası sistemdeki özgül ağırlığının daha da artacağı rahatlıkla ileri sürülebilir. Seçim sonuçlarının kesinleşmesi sonrasında pek çok dünya liderinin yayınladıkları tebrik mesajlarında birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birlikte çalışma isteklerini belirtmesi bahsi geçen durumun farkında olduğunu göstermektedir. Bu durum Türkiye Yüzyılı vizyonu ile hareket eden Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın icra ettiği dış politikanın bölgesel ve küresel meselelerde başarılı olmak isteyen küresel güçler tarafından kabullenilmesi ve küresel güçlerin bu temel üzerinden Türkiye ile ilişkilerini güçlendirmesi gerekliliğini açığa çıkarmıştır.