2023 Türkiyesi ve bilim ekonomisi

Prof. Dr. DAVUT KAVRANOĞLU Bilim, Sanayi ve Tek. Bakan Yar.
11.05.2013

27 Nisan tarihli bir önceki yazımda ekonominin siyaset üzerinde baskın ve belirleyici rolünden bahsetmiştim. Bu yazımda ise Türkiye’nin arzu edilen kalıcı ekonomik güce kavuşması için atması gerek adımlar üzerinde biraz durmak istiyorum.


2023 Türkiyesi  ve bilim ekonomisi

Bilindiği gibi günümüzde güçlü ülkeler ve güçlü ekonomilerin istisnası olmayan  ortak özelliği, ‘bilgi ekonomisine” geçmiş olmalarıdır. Bilgi ekonomisinden kast edilen, ekonomide öne çıkan unsurların ucuz işçilik, ucuz enerji ve ucuz hammadde değil; Bilimin, Teknolojinin, Bilginin baskın unsur olduğu bir ekonomidir. Böyle bir ekonomi,  düşük bir ithalat girdisine karşılık yüksek değerde ihracat da yapılan bir ekonomidir.  

Son 10 yılda ekonomik alanda, kamu finansmanı, yüksek faiz problemi, bankacılık sisteminin ıslahı, yeni ihracat pazarları açılması, ihracatın artırılması ve başka birçok konuda gerçekten çok büyük başarılar kaydedildi. Böylece Türkiye olarak dünyanın takdir ettiği büyük bir kalkınma hızı yakaladık. Ancak 2023 ve ötesi hedeflerine varmak için mevcut ekonomi düzeni uygun değildir ve ihracatı arttırma gayretleri de yetmez. Ekonomimizin paradigmalarını değiştirmemiz, onu bilgiye dayalı bir eksene oturtmamız yani bilgi ekonomisi düzenine geçmemiz gerekiyor. 

Ekonomide temel hedef yüksek katma değerli ürün ve hizmetler üreten yeni bir ekonomik model olmalı. Şüphesiz ekonomi yönetimi, borsa ve finans yönetiminden ibaret değildir. Bizim mutlaka ekonomik yapımızda paradigma değişikliği yapmamız gerekir. Bu kapsamda, bilim, teknoloji, üniversite, girişimcilik yaklaşımımızda hiç gecikmeden koordineli olarak köklü yapısal değişikliklere gitmemiz gerekmektedir. Bu adımları kısaca şöyle gruplandırabiliriz: 

1- Siyasi iradenin politika belirlemedeki rolünü bütünüyle üstlenmesi ihtiyacı: Devletin 2023 hedefleri ve ötesindeki stratejik hedefleri doğrultusunda politika belirleyen, uygulamasını takip eden ve asli işi bu olan en üst düzeyde bir devlet otoritesi oluşturulmalıdır.  Bu birim, ülkemizin, Bilim, Teknoloji ve Üniversite politikalarını belirlemeli, halihazırda çok sayıda kurum ve kuruluş tarafından bir amaç bütünlüğü ve gerekli yetkinlik olmadan kullanılan Araştırma Geliştirme (Ar-Ge) fonlarının nasıl kullanılacağını belirlemeli ve sürekli takibini yapmalıdır. 

2023 ve ötesi hedeflerine varmak için mevcut ekonomi düzeni uygun değildir ve ihracatı arttırma gayretleri de yetmez. Ekonomimizin paradigmalarını değiştirmemiz, onu bilgiye dayalı bir eksene oturtmamız yani bilgi ekonomisi düzenine geçmemiz gerekiyor. 

Bu işlev asla bürokratik kurumlara teslim edilmemeli ve siyasi iradenin en üst düzeyde ve sürekli sevk ve idaresi altında olmalıdır.

Bu kapsamda, sırası gelmişken belirtmemiz gerekir ki, sadece bilim, teknoloji ve üniversiteler konusunda değil herhangi bir konuda politika belirlemenin bürokrasiye bırakılmaması gerekir. Politika belirlemek halkın temsilcisi olan siyasi iradenin asli, devredilmez, öncelikli vazifesidir ve kolaya kaçılıp işin “uzmanı” olan bürokratik yapılara vekaleten de olsa devredilmemelidir. Siyasi irade politika belirlerken elbette her türlü uzmanın ve ilgili bürokratların da görüş ve tecrübelerinden faydalanmalıdır, ama mutlaka bürokrasiyi de yönlendirecek ve yapılandıracak şekilde bürokrasinin üstünde kendi “yetkinliğini” oluşturmalıdır.

Bürokrasinin vazifesi vizyon geliştirmek veya politika belirlemek değil, kendisini vazifelendiren mevzuata uygun şekilde görevini eksiksiz yerine getirmektir. Demokrasilerde politika geliştirmek siyasi iradenin asli vazifesidir ve bu vazifeyi “tecrübeli ve bilgili” diye bürokrasiye vekaleten kullandırdığı ve siyasi iradenin rolünü bir formaliteye indirgediği zaman siyasi iradenin etkinliği azaltmaktadır. Çünkü bürokrasi veya herhangi bir canlı organizma öncelikle kendi varlığını/hayatını muhafaza eder, kendi vazifesini daha etkin yapabilmek için gücünü artırmaya çalışır; kendisini zayıflatmaya veya gereksiz hale getirmeye çalışmaz. Bu konu bürokratın kişisel olarak ne kadar iyi ve yetkin bir insan olduğundan bağımsızdır, işin dinamiği bunu gerektirir. Bu söylenenler bürokratlarımızın kişisel olarak ne kadar üstün ve güzel bir birikime sahip olduklarından bağımsızdır, bürokratik sistemin dinamiğine dairdir.

Eko-sistem, eko-politik...  

Ülkemizde yıllarca terörle mücadele bir bütün olarak güvenlik bürokrasisine teslim edilmişti. Halbuki terör meselesi sadece terör meselesi değildir, onunla ilgili birçok başka yasal, hukuki, ekonomik, kültürel ve sosyal konular vardır ki bunlar güvenlik bürokrasisinin ne yetkisinde, ne sorumluluğundadır ve ne de vizyonunun bir parçasıdır. Konuya tek boyutlu olarak güvenlik konusu olarak bakınca, silahlı kuvvetlerin bütün kahramanca gayret ve fedakarlıklarına rağmen yıllarca terörde çözüme ulaşılamadı. 

Son yıllarda siyasi irade bu konuda vazifesini bizzat üstlenince yıllardır devam eden terör ve demokratikleşme meseleleri hızla çözüm yoluna girdi. İşte çözümün sırrı ve ruhu budur ve her konuda da ilerlemek için bize doğru yolu gösteriyor! Yorucu ve zor da olsa, hangi konuda mesafe kat etmek istiyorsak, siyasi irade o konuyu ‘kendi meselesi’ haline getirmek ve yol haritasını belirleyip takip etmek zorundadır. Mesela, ulaştırma politikaları karayolları genel müdürlüğü, demiryolları genel müdürlüğü, DLH genel müdürlüğü gibi bürokrasiye bırakılsaydı herhalde son 10 yılda 16 Bin kilometre bölünmüş yol yapılamazdı, hızlı tren ve havayolu ulaşımındaki müthiş başarılar kazanılamazdı. Aynı şekilde başka  birçok konuda örnek verilebilir.

2- Eskiden kalma bilim, teknoloji ile ilgili kurum, mevzuat ve şirketler bilgi ekonomisine uygun şekilde yeniden yapılandırılmalıdır. Türkiye’nin bilim ve teknoloji konusunda önemli birikimini barındıran, fakat eski Türkiye’nin çalışma usullerine göre ve “uzman bürokratik” anlayışa göre kurulan kurum, kuruluş ve şirketleri, yeni anlayışa ve 2023 hedeflerine göre yeniden yapılandırılmalı ve olması gereken yeni fonksiyonlara kavuşturulmalıdır. Bilim ve teknolojide ilerleme konusunun, Ar-Ge’ye daha fazla kaynak ayırarak veya TÜBİTAK’ı daha büyüterek ve güçlendirerek  hallolacağını düşünmek doğru değildir. Ar-Ge’ye ayrılan kaynak ‘çıktı’ değil sadece bir ‘girdidir’ ve bunun arzu edilen çıktıya dönüşmesi etkin mekanizmaların yani sistemin kurulmasını gerektirir.

Türkiye’de devlet, tekstilden, demir çelikten, turizmden,  inşaatçılıktan çekildiği gibi, teknoloji geliştirme ve teknoloji üretme işinden de çekilmeli ve özel sektördeki girişimcilere alan açmalıdır. Devlet,  en önemli binalarını yapmak için nasıl ki kendi inşaat şirketini kurup ona yaptırmıyor ve  özel sektörden müteahhitlik hizmeti alıyorsa, aynı şekilde bilim ve teknoloji ile ilgili ürün ve hizmetlerini de TÜBİTAK ve Enstitülerinden, Aselsan’dan, TAİ, Belbim’den,... değil; rekabetçi özel sektörün kurduğu ve yeni eko sistem içinde yeni kuracağı şirketlerden alması ve onlara gelişme ortamı sunması gerekir.  Bu eski yapıların ise asli görevleri yeniden tanımlanarak ona yönelmeleri sağlanmalıdır. Türkiye’yi Bilim ve Teknolojide dedevletin ön açması ve teşviki sayesinde özel girişimcilerin sağlayacağı başarı  ilerletecektir; devlet şirketleri değil. Devletin, içinde oyuncu olarak yer aldığı hiçbir sektörde, rekabetçi bir iklimin oluşması ve o sektörün istenen seviyeye gelmesi mümkün değildir. Devlet şirketleri, haksız rekabetle, ulu ağaçlar gibi gölgelerinde yeni “fidanların”  filizlenmesine imkan tanımamaktadır.

Bu dönüşümü yaparken, var olan kurum ve kuruluşlardaki birikimin heba edilmesi asla düşünülemez; aksine, bu birikim ve yetişmiş uzmanlar yeni yapılanmanın nüvesini oluşturacak ve yeni yapıyı da onlar büyütecektir. Konunun hassasiyeti açısından açıkça yazmakta fayda var. Ben burada o kurumlarda çalışan, Türkiye’nin en değerli beyinlerini kötülemiyorum, onları eleştirmiyorum. Aksine bu beyinleri bünyesinde çalıştıran kurumların artık eskidiğini, daha canlı ve dinamik yeni bir yapıda bu beyinlerden daha verimli bir şekilde faydalanılmasının mümkün hale gelmesi gerektiğini söylüyorum.

Teknoloji alanları

3- Bilgi ekonomisine geçişte yüksek öğretimde yapılması gerekenler: Üniversitelerin seviyeleri bir ülkenin bulunduğu medeniyet ve kalkınmışlık seviyesi ile çok yakından ilgilidir. Dünya çapında bir üniversite sistemi ve bilim iklimine sahip olmayan bir ülkenin, dünyanın önde gelen, güçlü ekonomilerinden birisine sahip olması mümkün değildir. Üniversiteler “mektep” olma fonksiyonlarından da önce Bilim yuvalarıdırlar. Bilgi ekonomisinin en önemli bileşenlerinden birisi, bu ekonominin gerektirdiği, ona hizmet edecek, onun lokomotifliğini yapacak bir Yüksek Öğretim sistemine sahip olmasıdır. Geçtiğimiz aylarda yeni yüksek öğrenim kanunu hazırlanması Türkiye’nin en aktif gündemlerinden birini oluşturdu  ve kamuoyunda çok yer işgal etti.  Hiçbir hastanın kendi kendisini ameliyat etmesinin doğru olmadığı gibi, yeni yükseköğretim kanunun da YÖK ve üniversiteler tarafından hazırlanması doğru değildir. Kanun taslaklarında gözlediğimiz en önemli husus, var olan üniversite sisteminin paydaşlarının bütün paydaşları bir şekilde memnun etmeye çalışıyor olmalarıydı. Halbuki üniversitelerin vazifesi, sahipleri olan halkımızı memnun etmek ve halka en yüksek getiriyi sağlamaktır. Bunun da ne olduğunu tarif etmek, yani kanunu hazırlamak siyasi iradenin sorumluluğundadır. Üniversiteler, bilgi ekonomisinin ve kalkınmanın lokomotifi olan ana unsurlardır. Ülke kaynakları, ülkenin yüksek katma değerli bir ekonomiye kavuşması ve devamlı rekabet eder konumda kalması için kullanılır ve üniversite sistemi bu konunun lokomotifi görevini üstlenir. Üniversitelerin yeniden yapılandırılması konusu bilgi ekonomisine geçişin en önemli konusudur.  

[email protected]

*Bu yazı 27 Nisan’da Star Gazetesi Açık Görüş’te yazdığım “It is theeconomy, stupid!” yazısının devamıdır.