24 Haziran ve yurtdışı seçmen

Zafer Meşe / SETA Berlin Koordinatörü
7.07.2018

Yurtdışındaki Türk seçmeninin 24 Haziran seçimlerinde siyasi katılımda üstün bir performans sergilemesi hayra alamettir. Bu, toplumsal bilincin ve mobilizasyon kabiliyetinin yüksek olduğuna işarettir. Bu nitelikler Türk toplumunun Alman kamuoyundaki nüfuzunu artırma adına yapılacak çalışmalarda belirleyici olacaktır.


24 Haziran ve yurtdışı seçmen

Türkiye 24 Haziran Cumhurbaşkanı ve 27. Dönem Milletvekili seçimlerini demokrasi adına ve ülkenin geleceği adına başarıyla tamamlamıştır. Bu seçimleri daha önceki seçimlerden ayrıştıran en önemli faktörlerden biri Türk halkının yurtiçi ve yurtdışında ilk defa Cumhurbaşkanını ve TBMM Milletvekillerini eşzamanlı seçmiş olmasıdır. Bir diğer önemli faktör ise bu seçimlerle birlikte Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin devreye girmesidir. Bunun anlamı Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetim şeklinin parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişidir. 25 Haziran 2018 tarihinden itibaren bu dönüşüm süreci başlamış, Türkiye’nin demokratikleşmesinin kurumsallaştırılıp, özellikle yürütme, yasama ve yargı arasında denge sağlanması bağlamında kuvvetler ayrılığının şeffaf ve meşru zemine çekilmesi sağlanmıştır. Burada kritik olan mesele yeni sistemi, meşruiyetini ve millet iradesi mevcudiyetini tamamen yitirmiş vesayet kademelerinden korumaktır. Bunları sağlayacak da milletin ta kendisidir. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin merkezinde milletin iradesi en üst makamdır ve bu irade yürütme ile yasama organlarına ehliyeti veren tek iradedir. Vesayetin değil milletin iradesiyle devleti yönetenler devleti kudretli kılmaya maliktir. Bölgesel krizlerin merkezinde olan Türkiye böyle bir iradeye ihtiyaç duymaktadır, nitekim rahmetli Necip Fazıl’ın “Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader” diyerek ifade ettiği üzere Türkiye bulunduğu coğrafya itibariyle hem içeride ve hem de yakın çevresinde kritik bir pozisyonda bulunmaktadır. Kökenleri farklı terör yapılarıyla mücadele, çevresinde iç savaşlardan mütevellit  kurumsal iflasa uğrayan devletlerin (failed state) Türkiye’nin bekasına yönelik tehditleri, mülteci akını, bölgede dış güçlerin Türkiye aleyhine olan çıkarları uğruna çevirdiği onca oyunun ve benzer sorunların üstesinden gelmesi için, Türkiye’nin kendisine çeki düzen vererek devlet kurumlarının milli formasyonda işleyişini sağlaması ve devleti içinden kemiren bürokratik oligarşiyi etkisizleştirmesi elzemdir . Özetle Türkiye yeni yönetim sistemiyle birlikte devletin ve sosyal hayatın tüm mecralarında kendisini yenileme ve güçlendirme dönüşümünü başlatmıştır. Türk milleti bu dönüşümü başlatmıştır. Türk milletinin ayrılmaz parçası olan Avrupalı Türklerin bu dönüşüm sürecinin neresinde olduğunu görebilmemiz için, 24 Haziran seçimlerine yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarının katılım oranlarına ve oy tercihlerine bakmamız gerekecektir. Türkiye’de vuku bulan seçimlere sağladıkları siyasi katılımın, bulundukları ülkelerin kamuoyunda nasıl algılandığı ve bu algının günlük hayatlarını nasıl etkilediği de üzerinde durulması gereken mühim bir konudur.

Rekor düzeyde katılım

Yurtdışında yaşayan seçmenlerin ilk defa 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminde sandığa gittiğini hatırlatmakta fayda var. Akabinde 2015 Haziran Genel Seçimlerine 1 milyonunun üzerinde bir katılım olduğunu bilmekteyiz. Kasım 2015’te tekrarlanan Genel Seçimlere katılımda tekrar ciddi bir artış sağlandı, toplamda 1,3 milyon seçmen yurtdışında oy kullandı. Bu artış trendi 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan anayasa değişikliği referandumunda da 1,4 milyon oranında bir katılım ile devam etti. Son olarak 24 Haziran seçimlerinde katılım oranı 1,5 milyonu geçti. Yurtdışında yaşayan seçmenlerin seçimlere katılım oranı ilk defa yüzde 50’nin üzerine çıkmıştır. Bu, dünyada az görülen bir örnektir. Yurtdışı genelinde Cumhurbaşkanlığı seçiminde Cumhurbaşkanı Erdoğan yüzde 60, İnce yüzde 26, Demirtaş yüzde 11, Akşener  yüzde 3, Karamollaoğlu yüzde 0,6 ve Perinçek yüzde 0,2 oranında oy almıştır. Yurtdışı genelinde 27. Dönem Milletvekili seçimlerinde ise; Ak Parti yüzde 51,7, CHP yüzde 17,8, HDP yüzde 17,3, MHP yüzde 8, İP yüzde 4, Saadet  yüzde 0,7 oranında bir oy dağılımı söz konusudur.

Sayısı takriben 3 milyon olan yurtdışında yaşayan seçmenin yarısı Almanya’da ikamet etmektedir ve 24 Haziran seçimlerinde neredeyse yarısı siyasi katılım sağlamıştır. Almanya’daki seçmen Cumhurbaşkanlığı seçiminde oy tercihini yüzde 64,8 ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan lehine kullanmıştır. 27. Dönem Milletvekili seçimlerinde ise oyların yüzde 55,7’si AK Parti’ye gitmiştir. Her iki oran da yurtdışı parti oy oranları ortalamalarının çok üzerindedir. Almanya’da yaşayan Türk seçmenin Türkiye seçimlerine yönelik siyasi tercihi Alman kamuoyunun tepkisine sebebiyet vermektedir. Bu tepkinin temelinde Türkiye karşıtlığı yatmakta ve devamında Almanya’da yaşayan Türklerin bir nevi Türkiye’nin –aynı zamanda Erdoğan’ın- Almanya’da Truva atı olarak algılanmasına kadar gitmektedir. Alman bulvar medyasının yönlendirmesiyle diaspora ötekileştirilmekte ve son seçimlerle düşmanca bir çizgiye gelinmesine çanak tutulmaktadır.

AFD ağzıyla siyaset

Bu gelişmenin asıl endişelendiren boyutu Türklere karşı ayrımcılığın Alman kamuoyunun gözü önünde cereyan etmesine rağmen, aklıselim Almanların nadiren tepki göstermesidir. Bu tutum, yabancı düşmanı ve ırkçı gruplarda bir nevi teşvik etme etkisi yaratmaktadır. Artık ayrımcılık ile ırkçılığın arasındaki duvar yıkılmaktadır. Maalesef Almanya’da siyaset yapan Türk kökenli siyasetçiler Türkiye karşıtı söylemleriyle Alman ırkçılara çanak tutmaktadır. Özellikle Yeşiller Partisinin eski eş genel başkanı Cem Özdemir’in Türkiye ve Erdoğan’a karşı beslediği patolojik boyutlara ulaşan nefretinden dolayı Erdoğan’ı destekleyen Türklere karşı aşırı sağ ve ırkçı AFD partisinin söylemlerine yakın popülist çıkışları söz konusu. Bunun son örneğine geçtiğimiz günlerdeki bir konuşmasında şahit olduk: “Türkler Almanya’da tüm özgürlüklerden yararlanıyor ve Alman sosyal devletinden faydalanıyor, fakat Türkiye’de Erdoğan’ı destekliyor.“ Irkçı parti AFD de sokaktaki Almanları galeyana getirmek için mütemadiyen yabancıların sosyal devletin imkanlarından faydalanıp devleti sömürdüğü iddiasında bulunur... Yeşiller Partisi’nde Cem Özdemir’in bu popülist yaklaşımından rahatsız olan siyasetçilerin sayısı ise giderek artmakta. Son dönemde Alman kamuoyunu haddinden fazla meşgul eden meselelerden biri de Alman Milli Futbol takımı için forma giyen Mesut Özil ve İlkay Gündoğan’ın Londra’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile buluşması. Alman toplumunun her kesiminde ve aynı argümanlarla adeta koro halinde herkes bu buluşmayı şiddetle kınıyor. Özellikle Mesut Özil hedef alınıyor, çünkü Erdoğan ile buluşmasından dolayı özür dilemedi. Şimdi de Almanya’nın Dünya Şampiyonası’nda erken elenmesinin neredeyse tek sorumlusu olarak hedef tahtasına konmuş durumda Mesut Özil.

Bir tercih dayatılıyor

Almanya’da ikamet eden Türk toplumu yıllardır ırkçı ve İslamofobik hakaret ve fiziki saldırılara maruz kalıyor, Alman devlet kurumlarının kurumsal ayrımcı uygulamaları ile karşılaşıyor. Son geldiğimiz noktada artık Türklerin önüne gizli kapaklı olmaksızın iki tercih sunulmaktadır: Ya Türkiye ve Erdoğan sevdasından vazgeçip Almanya’da başın ağrımadan yaşa ya da pılını pırtını toplayıp Türkiye’nin yolunu tut. Tabii burada Türk toplumunun çoğunluğunu oluşturan muhafazakar kesimden bahsediyoruz. Muhafazakar Türk toplumunun mesajı gayet net: Ne Türkiye ve Erdoğan sevdasından vazgeçmek ne de Türkiye’ye temelli geri dönmek. Almanların asabiyetinin kaynağı da Türk toplumunun sergilediği bu duruş. Aynı zamanda Mesut Özil’in duruşu. Lakin sadece duruş yetmiyor. Yasal haklarını savunma noktasında mahir olamayan Türk sivil toplum kuruluşları bu süreçte Alman kamuoyu nezdinde etkiye sahip olmaktan çok uzak.

Geldiğimiz noktada maalesef Alman kamuoyunda Türk toplumunu yakından ilgilendiren meselelerde karşı tarafın yorum üstünlüğü göz önünde bulundurulduğunda Türk toplumu tartışmalarda nesne olmaktan kurtulamamıştır. Bu alanda muhafazakar Türk toplumunun Alman kamuoyu nezdinde nüfuzunu artırmaya yönelik çalışmalar yapması zaruridir. Bu çalışmalar kapsamında Federal Meclis’te olan 14 Türkiye kökenli Milletvekillinden destek alması pek mümkün gözükmüyor. Çünkü Türkiye kökenli Milletvekilleri sosyalizasyon ve siyasi-ideolojik formasyonlarından dolayı muhafazakar Türk toplumu adına seslerini yükseltmeyecektir. Buna karşın Türk diasporasının sivil toplum kuruluşlarının Alman kamuoyunda AFD ve ırkçı tabanına karşı oluşan geniş sivil toplum hareketlerinin içinde yer alması isabetli olacaktır. Die Linke ve Yeşiller Partisi Türk devletine karşı beslediği düşmanlıktan dolayı, Alman resmi mercilerinin Türk toplumuna baskıcı uygulamalarına muhalefet etmeme eğiliminde olabilir. Dolayısıyla Türk toplumunun, toplumsal hayatın her alanında katılımını artırması isabetli olacaktır. Şüphesiz Almanya’da ikamet eden Türk toplumu Alman mercilerce siyaset mühendisliği projelerine karşı dikkatli olacaktır. Yurtdışındaki Türk seçmeninin 24 Haziran seçimlerinde siyasi katılımda üstün bir performans sergilemesi hayra alamettir. Doğru okumak gerekir: Seçimlerde katılımın yüksekliği toplumsal bilincin ve mobilizasyon kabiliyetinin yüksek olduğuna işarettir. Bu nitelikler Türk toplumunun Alman kamuoyundaki nüfuzunu artırma adına yapılacak çalışmalarda belirleyici olacaktır.

[email protected]