24 Nisan'daki sert viraj nasıl dönülecek?

Hakan Çopur / Araştırmacı, Yazar
30.04.2021

ABD-Türkiye ilişkilerindeki mevcut sorunların kısa vadede çözülmesi pek olası gözükmüyor, dolayısıyla belki bu konuları, çözümü olmayacak şekilde, her gün konuşmak yerine daha küçük de olsa pozitif bir ajanda açmaya gayret etmek daha rasyonel olabilir. Bu yönüyle Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Biden arasındaki Haziran zirvesi, aslında Türk-Amerikan ilişkilerinde hakikaten son yıllardaki en önemli görüşme olabilir.


24 Nisan'daki sert viraj nasıl dönülecek?

ABD Başkanı Joe Biden'ın 24 Nisan açıklamasında 1915 olayları için "soykırım" tanımlamasını yapması, Türk-Amerikan ilişkilerini kuşkusuz daha da zor bir denkleme soktu. Son yıllarda S-400 ve F-35 sorunu, ABD'nin YPG/PKK'ya desteği ve FETÖ elebaşı konusunda hiçbir adım atmaması ve yaptırımlar gibi başlıklar sebebiyle sıkıntılı bir süreçten geçen ikili ilişkiler, üzerindeki stres yetmezmiş gibi son olarak sözde "soykırım" açıklamasıyla bir yara daha aldı.

Fetret devri

Bazı kişiler son yıllardaki bu kötü karne notlarını alt alta yazıp "artık Türk-Amerikan ilişkileri düzelmez" noktasına gelse de, birbirine birçok bakımdan ihtiyacı olan iki ülkenin halen işbirliği yapabileceği birçok alan olduğu da aslında rasyonel bir çıkarımla hemen anlaşılır. Bu bakımdan bir süredir adeta "Fetret Devri"ni yaşayan ikili ilişkiler, Haziran ayındaki NATO zirvesinde bir araya gelecek olan Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Biden'ın yapacağı görüşmeye kilitlenmiş durumda.

Neden soykırım dedi?

ABD siyasetini yakından takip edenler, ülkedeki Ermeni diasporasının ve lobisinin çok uzun yıllardır hem yönetime hem de Kongre'ye sözde "soykırım" yalanlarını kabul ettirebilmek için çabaladığını bilir. Son yıllarda ilişkilerin ciddi şekilde erozyona uğramasıyla kendilerine gün doğan bu lobi grupları 2019 yılında Kongre'den istediklerini almış ve Kongre'nin her iki kanadı da sözde "soykırımı" tanıyan kararlara imza atmıştı. Kendi tezlerinin haklılığını siyaseten ispatlayabilmek için ABD yönetiminin de onayını arayan Ermeni diasporası, aslında seçim döneminden itibaren gerek Joe Biden, gerekse eski California Senatörü Kamala Harris üzerinde yoğun bir şekilde lobi yapıyordu.

Seçim vaadi

Geçen yılki 24 Nisan açıklamasında "eğer seçilirsem soykırımı tanırım" vaadinde bulunan Biden, Beyaz Saray'a gelince bu vaadi ile Amerikan çıkarları arasında bir tercih yaptı ve "soykırım" dedi. Bu tercihin hem Türk-Amerikan ilişkileri hem de aslında ABD çıkarları için de ne kadar yanlış bir tercih olduğunu Biden'ın da diğer karar verici Amerikalıların da anlayacağını düşünüyorum. Elbette ABD bile olsa üçüncü bir ülke liderinin ve/veya meclisinin "soykırım var" demesiyle 1915 olayları "soykırıma" dönüşmez. Fakat Dışişleri Bakanlığı ile Pentagon'un soğuk bakmasına rağmen Beyaz Saray'ın kendi içindeki dengelerin (Harris'in etkisinin altını çizmek lazım) "soykırım" yönünde ağır basması, önemli ölçüde Amerikan iç siyasetinin bir sonucudur. Halihazırda sorunlu olan ikili ilişkilere vereceği zararı "kabul edilebilir" olarak hesaplayan (bence yanlış bir hesap) Biden&Harris ikilisi, yanlış bir strateji ile "daha iyi bir zaman olamaz" diye düşünmüş olmalılar. Bu yönüyle Biden'ın bu yılki 24 Nisan açıklamasını, büyük oranda seçim ile iç siyasetin öncelendiği bir adım olmuştur.

Karabağ etkisi

Öte yandan Türkiye'nin de desteğiyle Azerbaycan'ın Karabağ'da Ermenistan işgali altındaki topraklarını geri kazanması ve Ermeni güçlerini adeta dümdüz etmesi de zannımca bu süreçte rol oynadı. Minsk Grubu adı altında 30 yıldır kurulan sahte dengenin birkaç hafta içinde ortadan kalkması ve ABD'nin bu süreçte hiçbir şey yapmaması/yapamaması, Biden üzerinde "Ermeni diasporasına bir şey vermem lazım" baskısı yaratmış gibi gözüküyor. Yenilgiyi hazmedemeyen ve "ABD neden destek olmuyor?" diye sürekli sızlanan Ermeni diasporası, 24 Nisan açıklamasıyla bir "hediye" almış da oldu.

Sevinç yarım kaldı

Öte yandan Ermeni diasporasının sevincini yarım bırakan cümle, Biden'ın açıklamasında, "Osmanlı dönemindeki Ermeni soykırımı" ifadesini kullanması oldu. Her ne kadar (doğal olarak) Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu'nun devamı olsa da hukuken Türkiye yerine "Osmanlı" ifadesinin tercih edilmiş olmasının ileride açılabilecek davaları etkileyebileceği belirtiliyor. Öte yandan Biden'ın söz konusu açıklamasında Türk-Amerikan ilişkilerini hepten ateşe atmamak için diplomatik bir "ince işçilik" yapmaya çalıştığı ve özellikle "Osmanlı" ifadesinin kullanıldığını anlaşılıyor. Elbette tüm bu metin okumalarının pratikteki karşılığını zaman içinde hep beraber göreceğiz. Bununla birlikte hem Biden'ın hem de Dışişleri Bakanı Antony Blinken'ın, "bu açıklamanın amacı birine suçlama yöneltmek değil, birilerinin acısını anmaktır" şeklindeki ifadelerinin yine pratikteki karşılığını görmek gerekiyor. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte ABD yönetiminin, sözde "soykırım" açıklamasını salt bir niyet beyanı olarak mı gördüğü, yoksa bunun üzerine bir siyaset de inşa edip etmeyeceği hususu önem arz etmektedir. İlki olursa bu 24 Nisan açıklamasının ikili ilişkilere etkisi sınırlı olur; ikincisi olursa ilişkilerdeki gerilim çok daha fazla artar.

Hukuki sonuç doğurur mu?

Kuşkusuz sadece ABD değil, herhangi bir ülkedeki siyasal erkin veya yasa yapıcı organın 1915 olayları için "soykırım" tanımını kullanması tek başına yasal hiçbir sonuç doğurmaz. Hele ki "soykırım" gibi uluslararası hukukta 1948'te net bir şekilde tanımlanmış olan ve özellikle Holocaoust üzerinden inşa edilen bu hukuki terim, ancak yine uluslararası mahkemelerce yaptırıma dönüşebilir. Ancak ABD'de yaşayan ve belli bir siyasi gücü olan Ermeni diasporasının bundan sonra Amerikan mahkemelerine daha fazla başvurmaları kuvvetle muhtemeldir. Bu başvurularında Ermenilerin temel tezi, "bugüne kadar federal yönetim ve Kongre bunu tanımıyordu fakat artık hem federal yönetim hem de Kongre bunu tanıyor" şeklinde olacaktır. ABD'deki eyaletlerin neredeyse tamamında "soykırım" tanımlaması yapılan 1915 olayları için ilk kez federal düzeyde yönetimin ve Kongre'nin bu ifadeyi kullanması, Ermeni diasporasının temel argümanlarından olacaktır.

Bu noktadan sonra söz konusu mahkemelerin ne şekilde hareket edeceği önem kazanacaktır. Siyasilerin yaklaşımından etkilenip mahkemelerin siyasi hareket etmesi mümkündür, ancak her halükarda böylesine tarihi bir olayla ilgili hukuki sonuç anlamına gelecek kararlar alınabilmesi için çok sayıda tarihi bilgi, belge ve delilin mahkeme önüne getirilmesi gerekecektir. Uzun yıllar sürecek bu tür tarihi davalardan ciddi bir sonuç çıkması pek olası gözükmüyor. 2015'teki AİHM kararı, 1930'lu yıllarda ABD ile Türkiye arasındaki anlaşma ve benzeri pek çok hukuki süreç ortadadır. Dolayısıyla özellikle ABD'de açılması muhtemel davalar Ankara'yı yorabilir, ancak bunlardan Türkiye'yi endişeye sevk edecek hukuki sonuçlar çıkması şu an için çok düşük ihtimaldir.

Pozitif ajanda iradesi

23 Nisan'da Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Biden arasındaki telefon görüşmesinde iki liderin Haziran ayında Brüksel'de yapılacak NATO zirvesinde bir araya gelme kararı alması önemliydi. Zaten yeterince sorunla uğraşan Ankara ile Washington arasında eğer pozitif bir ajanda ortaya çıkarma iradesi varsa 24 Nisan krizinden sonra yapılacak böyle bir ikili görüşmeden daha iyi bir fırsat olamazdı. Bugün artık ikili ilişkilerde hangi sorunlar var diye tartışmanın anlamlı olduğu eşiği geçmiş durumdayız. Türkiye-ABD ilişkisinde halen bir ortaklık imkanı var mıdır, varsa hangi alanlarda nasıl bu işbirlikleri yapılabilir şeklinde yeni bir sayfa açmak gerekiyor. İlişkilerdeki mevcut sorunların kısa vadede çözülmesi pek olası gözükmüyor, dolayısıyla belki bu konuları (çözümü olmayacak şekilde) her gün konuşmak yerine daha küçük de olsa pozitif bir ajanda açmaya gayret etmek daha rasyonel olabilir. Bu yönüyle Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Biden arasındaki Haziran zirvesi, aslında Türk-Amerikan ilişkilerinde hakikaten son yıllardaki en önemli görüşme olabilir.

Türkiye'de "ABD'nin yaptıklarını yapan ülke müttefik olamaz" şeklinde bir yaklaşım olduğu gözüküyor; benzer şekilde Washington'dakiler de Türkiye için benzer değerlendirmeler yapıyor. Kuşkusuz ABD'nin özellikle S-400 konusundaki haksız ithamlarının siyasetten öte bir anlamı bulunmuyor. Fakat günün sonunda eğer ABD'nin, Türk dış politikasının ana sac ayaklarından biri olmaya (aynen AB, Rusya ve Çin gibi) devam edeceğini kabul ediyorsak, o zaman reel politik bir yaklaşımla ikili ilişkilerdeki mevcut sorunları kabul etmek ama onları derinleştirmemek (bu yüzden Biden'ın 24 Nisan açıklaması çok kötü bir adımdı), bu sorunları diplomasiye havale edip müzakere yoluyla çözüm imkanlarını aramak, varsa fırsat pencerelerini öne çıkarmak ve orta vadede daha dengeli bir ilişki kurabilmek için adım atmak gerekiyor.

Erdoğan-Biden görüşmesi, Türk-Amerikan ilişkilerindeki mevcut sorunların işbirliği alanlarının önüne set çekip çekmeyeceğini bir nebze olsun gösterecektir. Bu görüşme, Ankara'nın Biden yönetimi ile hangi ölçüde çalışabileceğine ilişkin önemli bir fikir verecektir. Ayrıca Biden yönetiminin Türkiye ile ilgili pozitif bir ajanda açma noktasında bir iradeye sahip olup olmadığını da gösterecektir. Sonuç olarak, Biden'ın 24 Nisan açıklaması sonrasında Türk-Amerikan ilişkileri nereye gidiyor sorusuna cevap arayanların Haziran ayındaki tarihi Erdoğan-Biden görüşmesinin sonucunu beklemesi gerekmektedir.

[email protected]