27 Mayıs'ın en menfi sonucu

Dr. Yunus Şahbaz / Kırıkkale Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü
27.05.2022

Emir-komuta zinciri dışında yapılan 27 Mayıs'ın kendi içinde 'başarılı' olması aslında kendinden sonraki döneme dair bıraktığı en menfî sonuçlardan biridir. Sayıları onlarla ifade edilen subayların bir araya gelerek darbe yapmaları, bundan sonra da benzer yöntemle darbe yapılabileceği fikrini ateşlemiş ve birçok cunta girişimini cesaretlendirmiştir.


27 Mayıs'ın en menfi sonucu

Türkiye Cumhuriyeti yüzüncü yılına girerken, bu yüz yılda çeşitli defalar ordunun siyasete müdahalesine tanık olunmuştur. 27 Mayıs 1960 darbesi bu süreçteki müdahalelerden ilkidir ve hem siyasî cihetiyle hem de ordu-siyaset ilişkileri itibariyle etkisi uzun yıllar devam eden sonuçları olmuştur. Bu sonuçların analizlerinin ne ölçüde yapıldığı tartışması bir yana, üzerinden 62 yıl geçmesine rağmen 27 Mayıs'ın bazı çevrelerde hâlâ olumlu karşılanabildiği bile görülebilmektedir. Bu olumlu yaklaşımların en önemli argümanları da Demokrat Parti (DP) iktidarının özellikle son yıllarında görülen 'otoriter' yönetim uygulamalarıdır.

DP iktidarını kapsayan 1950-60 arası dönemin siyasî, iktisadî ve sosyal bağlamıyla, tarihî mirasla şekillenen yönleriyle ve bilhassa bu süreçte aktif olan iktidar ve muhalefet kanadının tüm unsurlarıyla etraflıca ele alınması icap etmektedir. Ancak ortaya çıkan tüm analiz ve anlatıların gizleyemediği bir gerçeğe dikkat çekmek gerekir; 27 Mayıs salt DP'nin anti-demokratik, 'otoriter' olduğu söylenen uygulamalarına verilmiş bir tepki olarak lanse edilemez. Zira darbeye katılan isimlerin hatıratlarına bakıldığı zaman askerî darbe fikrinin 1954 seçimlerinden sonra, DP'nin en çok eleştirildiği politikalarının henüz mevzubahis olmadığı bir dönemde gündeme geldiği görülmektedir. 1955-56 yılından itibaren Ordu içerisinde birtakım cunta kliklerinin oluşmaya başladığı, 27 Mayıs'a kadar bu kliklere katılan ve ayrılan isimler olduğu gibi bunlar arasında da birleşmeler gerçekleştiği bilinmektedir. Dolayısıyla darbenin DP'nin birtakım eylemlerine karşı, bu eylemlerden duyulan rahatsızlıklardan kaynaklandığı tam olarak doğru değildir. En fazla zaten yapılması planlanan darbeye bu eylemler gerekçe gösterilmiş olabilir; ancak darbeci genç subayların bu işe çok erken bir tarihte niyetlendiklerini hatırda tutmak gerekir.

Hiyerarşi dışı girişim

Bu bağlamda 27 Mayıs'ın nispeten göz ardı edilen ve fakat en hayatî yönlerinden birisi emir-komuta zinciri dışında, ordu içerisindeki bir klik tarafından yapılmış olmasıdır. Söylemeye gerek yok ki, askeri darbenin emir-komuta zinciri içinde yahut da hiyerarşi dışında yapılmış olması arasında demokratik siyasete müdahale açısından mahiyet itibariyle bir fark yoktur. Ancak zaten bizatihi anti-demokratik ve gayri meşru olan bir askerî müdahaleyi daha da feci kılan bir husus varsa, o da bu müdahalenin hiyerarşi dışı cereyan etmiş olmasıdır. Nitekim 27 Mayısçılar da bu gerilimi hep yaşamışlar ve yaptıklarının meşru olduğunu göstermek adına sivillerden, basın ve üniversite çevresinden destek aramış ve uydurma yargılamalar yapmışlardır. Kendi meşruiyetlerini sağlamlaştırma arayışlarının en sancılı kısmı ise birisi Başbakan olmak üzere üç kişiyi hukuksuz bir şekilde idam etmek olmuştur.

Hiyerarşi dışı darbe girişimlerinin en önemli boyutlarından biri de sivillerle ilişki içerisinde olunmasıdır. Zira ordu içerisinden bile ne kadar destek göreceği tam olarak kestirilemediği için bu girişimin birtakım siviller eliyle de onaylanmasının sağlanması arzu edilir. Hatta darbe öncesinde de sivil kanattan bazı isimlerle kontak kurulduğu, sivillerin bir kısmının doğrudan destek vermek şeklinde diğerlerinin de sessiz kalmak suretiyle onay verdiği bilinen bir gerçektir. 27 Mayıs öncesinde de muhalefet kanadına mensup birçok ismin darbecilerle irtibatının olduğu, hatta bazı milletvekillerinin darbe gününü bile önceden bildiği sonraki yıllarda kendi ifadelerinden ortaya çıkmıştır. Aksi taktirde, emir-komuta zinciri dışında yapılan, ordu içinden ne kadar destek geleceği tam olarak kestirilemeyen ve sivillerden de destek alamayan bir girişimin kendi adına başarılı olma ihtimali çok daha azdır. 27 Mayıs değerlendirilirken bu hususun bilhassa üzerinde durulması gerekir.

27 Mayıs'tan 9 Mart Cuntasına

Emir-komuta zinciri dışında yapılan 27 Mayıs'ın kendi içinde 'başarılı' olması aslında kendinden sonraki döneme dair bıraktığı en menfî sonuçlardan biridir. Sayıları onlarla ifade edilen subayların bir araya gelerek darbe yapmaları, bundan sonra da benzer yöntemle darbe yapılabileceği fikrini ateşlemiş ve birçok cunta girişimini cesaretlendirmiştir. Nitekim 27 Mayıs'ın ateşi bile henüz sönmeden Albay Talat Aydemir'in üst üste iki darbe girişimi macerası cuntacılık fikrinin en canlı örneğidir. Öte yandan 1960 sonrasında ordu içerisinde gelişen cuntacılık faaliyetlerinde Talat Aydemir vakası adeta buzdağının görünen yüzü gibidir.

Birçoğu 27 Mayıs'a da aktif olarak katılan çok sayıda albay, tuğgeneral, tümgeneral gibi orta düzeyli subaylar 1960'ların ortasından itibaren cuntacılık faaliyetleri içerisinde olmuştur. Hemen her siyasî olayda orta düzeyli subayların fikirleri alınır olmuş, subaylar hem komuta kademesine hem de siyasîlere adeta bir 'ihtarcı' vazifesine soyunmuştur. Nitekim yıllar sonra yaptığı açıklamalarda Süleyman Demirel birçok kritik ve tartışmalı kararda neden bu kadar ısrar ettiği sorulunca, 'asker çok bastırıyordu' diyecektir. 1960'ların ikinci yarısında adeta bir 'cunta pazarına' dönüşen darbecilik faaliyetlerinin en bilinen ve birçok yönüyle ifşa olanı ise 9 Mart Cuntası olmuştur.

27 Mayıs Darbecilerinin, harekete katılan birçok ismin de sonradan itiraf ettiği gibi en zayıf yanlarından biri de, darbe sonrasına dair program, kadro ve entelektüel anlamda bir planlarının olmamasıdır. Özellikle akademi çevrelerinden destek alarak program ve kadro problemlerini halletmeye çalışmışlar ancak onlarda bile esaslı fikirlerin olmadığını görünce de hayal kırıklığına uğramışlardır. Milli Birlik Komitesi (MBK) üyesi bir subayın daha sonra anlattığı, darbeden sonra kendilerinden yeni bir Anayasa yapmaları için çağrılan aydınların 'Nasıl bir Anayasa istersiniz?" diye askerlere sormaları son derece manidar bir anekdottur. DP'yi Anayasa'yı çiğnemekle itham eden, hatta yer yer orduyu da bir müdahale için kışkırtan aydınların kendilerinin de aslında ideal bir Anayasa ve demokratik düzen tasavvurlarının olmadığı böylelikle ortaya çıkacaktır.

DP karşıtlığının sonuçları

Bu bağlamda 27 Mayıs'ı oluşturan asker ve sivil elitlerin ortak bir plan ve programa sahip olmaktan ziyade DP karşıtlığı üzerinden konsolide olduğunu söylemek mümkün görünmektedir. Bilindiği gibi MBK'yı oluşturan isimlerin bile kendi aralarında ihtilafa düşmeleri uzun sürmemiş ve 'ondörtler' olarak bilinen grup tasfiye edilmiştir. Darbeye ve sonrasındaki Anayasa yapım sürecine destek veren aydınlar ve sivillerin de aslında çerçevesi belli bir programdan yoksun olduğu görülmüştür. Yapılan Anayasa'da da Türkiye'nin mevcut siyasî ve sosyal dinamiklerinden daha çok DP tarzı bir yönetimin idareyi ele almaması gerektiği üzerinden bir strateji izlenmiştir. Bu bağlamda, mevcut olana/düzene karşıtlık üzerinden bir siyasî konsolidasyon sağlamak, hatta birbirinden bağımsız birçok siyasî ajandayı bu karşıtlık üzerinden ortak müşterekler şeklinde sunmak, 27 Mayıs örneğinde de bariz bir biçimde görüldüğü gibi, Türkiye siyasetinin önemli olgularından biri olarak öne çıkmaktadır.

Dolayısıyla 27 Mayıs 1960 darbesini Türkiye siyasetinde farklılaştıran faktörlerden önde geleni emir-komuta zinciri dışında bir örgütlenmenin olmasıdır. Bunun yanı sıra darbeye iştirak eden askerî ve sivil elitlerin etraflı bir programatik çerçeveye sahip olmaması, salt DP karşıtlığı üzerinden bir düzen tesis etme gayreti içinde bulunmaları sonraki yıllardaki arayış ve tartışmaların da fitilini ateşlemiştir. Bu iki husus ilk başta bakıldığında sade gerçeklikler gibi görünse de, 1960-71 arasının ordu-siyaset ilişkileri incelendiği ve daha sonraki yıllarda Türkiye siyasetinde doğurduğu neticeler etraflıca ele alındığı zaman ne kadar hayatî sonuçlara sebebiyet verdiği daha rahat görülecektir. Ayrıca 9 Mart Cuntacılarının engellenmesinde de görüleceği üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve komuta kademesinin 27 Mayıs'tan sonra hiçbir şekilde emir-komuta zinciri dışında bir girişime cevaz vermemesini de bu anlamda zikretmek gerekir.

Halkın iradesine darbe

Tekrar etmekte fayda var; askerî müdahalelerin hiyerarşik ya da hiyerarşi dışı bir girişim olması yahut da hareket sonrasına ilişkin bir hazırlığının olup olmaması arasında demokratik teamüller açısından bir fark yoktur. Askerî bir darbe her zaman ve her şeyden önce sivil siyasete ve halkın iradesine vurulan darbedir. Her türlüsü anti-demokratik ve gayri meşrudur; bunu teslim ve tespit etmek gerekir. Ancak 27 Mayıs özelinde vurgulamak istediğim husus, hiyerarşi dışı bir girişim olması ve hareketin sonrasına ilişin bir program çerçevesinin bulunmamasının birbirini tamamlayan unsurlar olduğudur. Bu iki husus darbe süreci ve sonrasına ilişkin birçok parametreyi açıklama ve anlamlandırmada bir başlangıç teşkil edebilecektir. Tam da böyle olduğu içindir ki 27 Mayıs'a giden süreç, bunun askerî ve siyasî sonuçları da daha uzun süreli ve daha sancılı olmuştur. 27 Mayıs'la kurulan vesayet mekanizmalarının birçoğuna 12 Eylül Anayasası'nda bile dokunulmamış ve Türkiye siyasetinin 27 Mayıs'tan 2000'lerin ortasına kadarki kısmı büyük oranda tesis edilen bu düzen ve zihniyet çerçevesinde şekillenmiştir. Bu anlamda söylemek gerekir ki, 27 Mayıs darbesi, Cumhuriyet döneminde sadece ilk askerî darbe olması hasebiyle değil aktörlerinin bile öngöremeyeceği sonraki yıllardaki etki ve sonuçlarıyla üzerinde durulması ve farklı veçheleriyle analiz edilmesi gereken en önemli kırılma noktalarından biridir.

[email protected]