27 Mayıs’tan 15 Temmuz’a: Kuklacı aynı kuklalar farklı

Dr. Murat Yılmaz / Siyaset Bilimci
2.06.2019

27 Mayıs sonrası Türkiye, adeta 2. Dünya Savaşı’nda yenilmiş ve anayasal sistemle vesayet altında tutulan bir ülke statüsüne getirilmeye çalışıldı. Türkiye’nin 27 Mayıs sonrası siyasi tarihi bunu kabul edenlerle buna karşı çıkanların uzun mücadelesinin tarihidir.


27 Mayıs’tan 15 Temmuz’a: Kuklacı aynı kuklalar farklı

Türkiye, 27 Mayıs 1960 darbesiyle başlayan darbe ve vesayet süreciyle son mücadelesini, 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsüne karşı gerçekleştirdi. 15 Temmuz darbecilerinin kendilerine 27 Mayıs darbesini örnek aldıkları kamuoyuna yansıdı. 15 Temmuz darbecileri 27 Mayıs darbesi üzerine araştırmalar yapmış, 27 Mayıs hatıralarını okumuş ve kendilerine model almışlardır. Esasen darbe öncesinde yaptıkları yığınak ve kurmaya çalıştıkları koalisyon ve darbenin dış destekçileri bakımından da 27 Mayıs darbesinin, 15 Temmuz darbecileri için bir tür prototip olduğu görülüyor. Bu çok anlaşılabilir bir şey çünkü 27 Mayıs Cumhuriyet Türkiye’sinde demokratik yönetime karşı ilk darbe ve bu bakımdan darbelerin anası niteliğinde. Asıl olarak ise 15 Temmuz darbecileri, Türkiye’nin 27 Mayıs darbesiyle girdiği dış politika yörüngesini korumak istedikleri için 27 Mayıs’ın misyonunu paylaşmaktadır. 

Antidemokratik seçenek 

Türkiye, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan Soğuk Savaş’ta Sovyet Rusya’nın tehditlerine karşı Batı ittifak şemsiyesinin altına girebilmek ve 25 yıllık tek parti yönetiminin biriken muhalefetine meşru bir kanal açabilmek için çok partili hayata döndü. Çok partili hayatın gerçek bir demokratik hayata dönüşmesi ciddi mücadelelerin, elitlerin uzlaşmasının ve milletin çoğunluğunun demokrasiyi ısrarla istemesinin sonucunda gerçekleşti. 

Ancak tek parti yönetiminin katı ve müfrit elitleri demokrasiye geçişi hiçbir zaman hazmedemediler. CHP liderliği ise demokrasiyi hazmedemeyen bu elitlerle kesin olarak yolunu ayırmadı ve onların sertlik yanlısı antidemokratik seçeneklerini ikinci bir yol olarak zihninde ve yedeğinde muhafaza etti. Bu halin hem CHPyi hem de genel siyasi ortamı olumsuz etkilediği ve demokrasinin icap ettirdiği güven ortamını ortadan kaldırdığı birçok örnekten anlaşılabilir. 

Demokrat Partinin 14 Mayıs 1950 seçimlerinde başlayan ve 27 Mayıs 1960 darbesiyle sona eren 10 yıllık iktidarı Türkiye’ye her alanda çağ atlatmıştır. DP’ye oy veren seçmenlerin talepleri doğrultusunda başlayan tarımsal sıçramanın sanayileşme istikametine yönelmesi, Türkiye’deki elitleri ve Türkiye’ye tarımsal bir devlet olma misyonunu biçen ABD’yi rahatsız etti. Bu ikili rahatsızlık, 27 Mayıs darbesinin yolunu açtı ve 27 Mayıs darbesi sonrası vesayet sisteminin ittifak sistemini de kurmuş oldu. Önce DP ve demokratik sisteminin bu ikiliyi neden rahatsız ettiğinin mantığını ortaya koyalım. 

27 Mayıs’ın iç dinamikleri 

CHP başlangıçtan itibaren bürokratik zümre ve eşrafın bir kesimine dayanmıştı. Emlakı metruke olarak adlandırılan Ermeni ve Rumlardan kalan malların dağıtılması, yurt dışından gelen göçmenlerin yerleştirilmesi ve devletçiliğin verdiği imkanlarla yaratılan zenginler CHP’nin tabanını genişletmeye imkan verdi. CHP bu genişlemeye rağmen toplumun çoğunluğunu tabiatı icabı memnun edemeyen bir sayısal azınlık kesimine dayanan bir sosyal tabana oturdu. CHP tabanı bu haliyle durumundan memnundu. O yüzden toplumsal değişim ve taleplere kapalıydı. Bu değişim ve talepleri kendi varlığına karşı bir tür tehlike olarak görüyordu. Toplumdaki her türlü hareketliliği tehdit olarak gören bu bürokratik zümre, bu yüzden de toplumu kontrol edecek bir baskı mekanizmasına müracaat ediyordu. Devletçilik ve müdahalecilik bu bakış açısının ekonomik yüzünü temsil ediyordu. Bu tabanın dışında kalan toplumun büyük kesimi ise muhalif bir pozisyondaydı. Nitekim yapılan ilk serbest seçimde bu görüldü ve CHP iktidardan düştü. Seçimle iktidara gelen DP, kamu kaynaklarını bürokrasinin değil, tabanını teşkil eden köylülerin istekleri doğrultusunda bütçeye yansıttı. Bunun neticesinde yaşanan tarımsal üretim patlaması, köylüleri ve Türkiye’yi zenginleştirdi. Tarımsal üretime makinelerin girmesiyle topraktaki fazla nüfus şehirlere aktı, zenginliği artan köylülerin bir kısmı müteşebbis olarak şehirlere geldi. Bu şekilde tek parti döneminde kontrollü bir şekilde korunan şehir merkezleri köylülere açıldı bu merkezlerdeki elitlerde zenginliği hizmeti, iktidardan arsayı paylaşmak mecburiyeti ciddi reaksiyoner bir rahatsızlık yarattı.  Bütçeden aldığı pay azalan ve itibarını kaybeden bürokrasi ve artık bize kız dahi vermiyorlar hissine kapılan askeri bürokrasi de yeni gelenlerden rahatsızdı. 

Dış dinamikler 

DP ise tarımsal zenginlikle yetinmedi, ticaretin önünü açarak yeni oluşan şehirleri esas alan bir ağır sanayi hamlesine yöneldi. Bu şekilde içerideki toplumsal hiyerarşiyi bütçe ve piyasa ekonomisiyle değiştirerek çoğunluğun önünü açan DP, dışarıda da Batılı müttefiklerince Türkiye’ye biçilen tarımsal ülke olma rolüne razı olmadığını gösterecekti. Türkiye’yi tarımsal üretim patlamasında destekleyen Batı ve bilhassa ABD, Türkiye’nin sanayileşmesi hamlesi karşısında desteğini kesti. Kredi ve teknoloji konusunda Batı’dan umduğu desteği görmeyen Türkiye, Soğuk Savaş şartlarına aldırmayarak Sovyet Rusya ile ilişkilerini geliştirmeye yöneldi. Batı’dan alamadığı kredi ve teknolojiyi Sovyet Rusya’dan almak yönündeki teşebbüsleri, Batı’da ve bilhassa ABD’de çok ciddi bir rahatsızlık uyandırdı. Türkiye’nin Sovyet Rusya ile iyi komşuluk, iç işlerine karışmama temelinde iktisadi işbirliğine yönelmesi, ABD tarafından Türkiye’nin kontrolden çıkması olarak görüldü ve çok sert bir müdahaleyle karşılaştı. Bu sert müdahale, 27 Mayıs 1960 darbesinin önünün açılması anlamına geliyordu. ABD sadece darbeyi desteklemekle kalmadı, darbeden sonra Türkiye’nin yeniden çoğunluğun yönettiği bir ülke olmasının önüne geçilmesi anlamına gelen vesayetçi sistemin de dış destekçisi hüviyetine büründü. Bu bakımdan 27 Mayıs sonrası Türkiye, adeta 2. Dünya Savaşı’nda yenilmiş ve anayasal sistemle vesayet altında tutulan bir ülke statüsüne getirilmeye çalışıldı. Türkiye’nin 27 Mayıs sonrası siyasi tarihi bunu kabul edenlerle buna karşı çıkanların uzun mücadelesinin tarihidir. 

Türkiye’deki değişimlerin seçmenin görüşlerini de değiştireceğini, bu anın geleceği zamana kadar vesayetle idare edilmesi lazım geldiğini düşünenler Türk seçmeninin kanaatlerinin değişmemesi üzerine stratejilerini değiştirmek zorunda kaldı. Yüzde 70’lik sağ seçmen kitlesinin bölünmesi, Kemalist bürokratik vesayetle kontrol altına alınmasının zorluğu ve 10 yılda bir darbe üreten maliyetleri karşısında sağ çoğunluğun içinden devşirilen elitlerle Türkiye’nin kontrol edilmesi düşüncesi epeyce farklı grupla temrinlerinin yapıldığı anlaşılıyor. FETÖ bu gruplardan biri olarak öne çıktı. Türkiye’deki Kemalist vesayetçi sistemin çöküşü karşısında DP gibi bir sağ iktidarın tek başına iktidara gelmemesi için Fetullahçıların ABD tarafından büyük bir ihtimamla önünün açıldığı ancak sonradan anlaşılabilecekti. Çünkü vesayetçi sistemin çökmesi aynı zamanda Türkiye’nin ABD ve Batı tarafından kontrol altında bir ülke olmaktan çıkması anlamına geliyordu. 

Fetullahçıların Kemalist kadroyu tasfiye ederek, onların 27 Mayıs rejimiyle kurdukları vesayet kurumlarını ele geçirerek, demokratik iktidarı kendi vesayetleri altına alma hamleleri demokratik iktidarın direnmesiyle başarısız oldu. FETÖ bunun üzerine siyasete müdahale amacıyla bir dizi hamle gerçekleştirdi. Kendilerinin Kemalistler kadar bir toplumsal tabana sahip olmadıklarını ve sağın kendilerini bir safra gibi kusarak attığını farkeden Fetullahçılar, tam bir ters cephe taktiğiyle Kemalist ve sol tabana yöneldi. Gezi olaylarıyla AK Parti’nin liberal solla ilişkisini koparacak, Kemalist ve sol çevrelerin AK Parti’den nefretinin artmasını temin edecek kriminal bir başarı sergilediler. Bu, 27 Mayıs 1960 darbesi öncesi öğrenci olayları ve onun etrafındaki yalan propagandanın yerini tutuyordu. FETÖ’nün lideri Fetullah Gülen 27 Mayıs ve sonrasındaki Aydemir darbelerini yakından gözlemlemiş ve darbe mekaniğini çok iyi öğrenmişti. Zaten baştan beri ordu, polis ve yargıya sızmaların arkasındaki mantık, bu darbe mekaniğini ele geçirme arzusuydu. 

Erdoğan nefreti 

Fetullahçılar, AK Parti’yi ve Türkiye’nin demokratik potansiyelini küçümsedikleri için 17/25 Aralıkta yargı yoluyla bir darbeye yöneldi. İlk elde askeri darbeye yönelmemelerinin bir diğer sebebi de Erdoğan ve çevresini düşürerek AK Parti’yi ele geçirmeyi planlamalarıydı. Bu başarabilseler fiilen kurdukları vesayet sistemiyle ve az bir maliyetle yola devam edebileceklerdi. Ancak 17/25 Aralık başarısız oldu. 30 Mart 2014 seçimlerinde AK Parti başarılı oldu. 7 Haziran 2015 seçimlerinde AK Parti-CHP koalisyonuyla Erdoğan’ın fiilen tasfiye edilmesine ve vesayet sisteminin yeniden kurulmasına ümit bağlayan FETÖ, 1 Kasım 2015 seçimlerinde AK Parti’nin tek başına iktidar olmasıyla darbe kararı aldı. Bu darbenin toplumsal tabanının 27 Mayıs’ı destekleyecek taban olduğunu düşünen FETÖ, darbeyi yapacak şakirtleri de bu renge boyamaya çalıştı. FETÖ darbecileri 27 Mayıs’ı yapan Milli Birlik Komitesi gibi 38 kişilik bir Yurtta Sulh Konseyi ile Kemalist bir görüntü vermeye çalıştı. Bütün basının susturulduğu sıkıyönetim şartlarında belki Kemalistleri ikna edebilecek ve yurt dışından Mısır’daki darbeci Sisi gibi destek bulabilecek bu plan, seçilmiş siyasilerin ve milletin direnmesiyle boşa çıktı. Kemalist ve sol çevrenin Erdoğan nefreti, midesizlikleri ve politik akılsızlıklarına güvenen FETÖ, darbe tarihini erkene almak zorunda kaldığı için halkla karşı karşıya kaldı ve ağır bir yenilgiye uğradı. 

Darbeler arası devamlılık

15 Temmuz’daki FETÖ darbecileri, tıpkı 27 Mayıs’taki gibi demokrasiden rahatsız içerideki reaksiyoner çevrelerle Türkiye’nin ancak bir askeri darbeyle kontrol altına alınacağını düşünen yurt dışı odakların işbirliğiyle darbeye teşebbüs etti. Esasen darbeye yönelecek bir grubun bunlar dışında gideceği bir başka aktör de yoktur. Buradaki darbe mekaniğini ve mantığını anlayarak bütün darbelere karşı çıkmayan kesimler, yeni darbe teşebbüslerinin gerekçeleri ve müttefikleri olmaktan öteye gidemeyecektir. Aradan geçen 59 yıla ve bu arada yaşanan büyük tarihi tecrübeye rağmen, 27 Mayıs darbesiyle 15 Temmuz darbesi arasındaki devamlılığı göremeyenlerin, ideolojik olarak içerideki ve dışarıdaki darbeci mihrakların oynattığı kuklalar olmak dışında bir misyonları yoktur. Türkiye artık, kuklalara değil kuklacılara bakabilecek kadar basiret sahibi oldu, kuklalar ise sadece kuklacıların kendilerine biçtiği rolü oynuyor. 

@myilmaz_67